Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Phoenix'in evrimi
23 Nisan 2014 - 11:04
Cansever’in dramatik monologlarında mitolojik öğe, bir karakter olarak değil bir imge olarak karşımıza çıkar. Bunlardan en önemlisi olan Phoenix, Cansever’in nerdeyse bütün uzun şiirlerinin temelinde yatar
Modern Türk şiirinin en yenilikçi ve üretken şairlerinden Edip Cansever, on yedi kitap yayımlamış, yarattığı özgün karakterler aracılığıyla farklı bir ses ve anlam düzenine ulaşarak yeni bir şiir kurmuş,  bir yandan sözdizimi ve imge yapısında önemi değişiklikler yapmış, diğer yandan diyalog, iç monolog gibi düzyazıya özgü çeşitli anlatım biçimleri deneyerek şiirin olanaklarını geliştirmişti.
 
Cansever, karakterlerini, İstanbul sokaklarından, meyhanelerinden ya da otellerinden şiirine taşıdı. Bunlar çoğunlukla alkolikler, eşcinseller, fahişeler, iktidarsızlar ya da aseksüeller gibi toplumun marjinal kısmında yer alan, toplum tarafından itilmiş, hem topluma hem kendilerine yabancılaşmış kişilerdi.
 
 
Devrim Dirlikyapan, “Ölümü Göndüm, Geliyorum” adlı kitabında Edip Cansever şiirini mercek altına alıyor. “Edip Cansever şiirinde varolma biçimleri” alt başlığını taşıyan çalışmasında Dirlikyapan, Cansever’in uzun şiirlerin yoğunlukta olduğu “Umutsuzlar Parkı”, “Nerde Antigone”, “Tragedyalar”, “Çağrılmayan Yakup”, “Ben Ruhi Bey Nasılım”, “Bezik Oynayan Kadınlar” ve “Oteller Kenti” adlı kitaplarına çözümleyici bir bakış açısıyla yaklaşarak, Cansever şiirinin kendine özgü niteliklerini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bu doğrultuda düzyazı ve tiyatronun Cansever şiirine katkısını irdeleyen yazar, şiirlerin dramatik yapısı ve anlatıcılarının konumunu saptıyor; Cansever’in şiire taşıdığı sorunsallar ve temalar üzerinde duruyor. Cansever şiirinin, sürekli bir “yenilik arayışı” ve “çağının şairi olma çabası” üzerine kurulu olduğunu söyleyen yazar; birçok şair, yazar ve ressamın Cansever şiirine etkilerini de araştırıyor.
 
Her kitaba bir bölüm ayıran Dirlikyapan, çalışmasının giriş bölümünde “dramatik monolog”un tanımı ve kapsamına ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor, ardından da Cansever’in dramatik monologa yönelmesinin nedenleri ve konuyla ilgili düşünceleri üzerinde duruyor.
 
Dirlikyapan’a göre, Cansever’in dramatik monologa yönelmesinin nedeni T.S Eliot’tan etkilenmesi ve çoksesli bir şiire ulaşmaya yönelik arayışıydı. Ancak başka bir neden de, bu türün dünyaya bakışıyla örtüşen bir yanı olmasıydı. Cansever bir yazısında modern dünyada insanın gündelik edimlerini yerine getirirken kılıktan kılığa girdiğini, çeşitli rollere bölündüğünü ifade etmiş, “İnancımızı somutlayan eylemlerle değil de, ancak bize uygun buldukları düzenlerden birini seçmekle biçimleniyoruz” demiş, hep birilerine ya da bir şeylere göre yaşadığımızı, bunun sonucunda ise giderek kişiliğimizi yitirdiğimizi vurgulamıştı. Cansever’e göre bu rollerden sıyrılıp kendi öz varlığımızla tanışmak, çoğu kez karmaşık, çözülmez bir problemdi. Yaşadığımız “toplumsal çatı altında, bir yalnızlık anıtına” dönüşen, bölünmüş bireyi şiire aktarabilmek için şiiri de bölmek, dramatik bir şiire yönelmek gerekliydi.
 
Cansever’in dramatik monologlarında mitolojik öğe, bir karakter olarak değil bir imge olarak karşımıza çıkar. Bunlardan en önemlisi olan Phoenix, Cansever’in nerdeyse bütün uzun şiirlerinin temelinde yatar. Phoenix, 500 yılda bir kendini ateşe atan ve küllerinden yeniden doğarak kendini yenileyen Anka Kuşudur. “Umutsuzluk Parkı”ndaki anlatıcılardan biri, “bir yığın ölüden” geldiğini söyler. “Nerde Antigone”deki anlatıcı, “ölümün yepyeni bir sözlüğünden” seslenir. “Tragedyalar”da Stepan “bir ölü gömme töreninden “doğmuş”tur. “Ben Ruhi Bey Nasılım”da ilk kez bir karakter ölülerini gömmeyi başarır ve yeniden doğumun mutlu sürecini yaşar. “Oteller Kenti”ndeki bölümlerden birinin adı “Phoenix Oteli”dir ve bu kitapta bir anlatıcının küllerinden ilk kez kendisi değil bir başkası doğar.
 
Cansever şiirine bu yönüyle de bakan Dirlikyapan, “Cansever’in dramatik monologları bir bakıma Phoenix’in evrimidir. Phoenix sanki her kitapla birlikte yeniden üretilir ve her üretilişinde ona yeni bir öğe katılır.” diyor ve şunları ekliyor:
 
“Cansever’in şiirinde insanın yaşadığı çelişkiler kendisini kül etmesine neden olur, ancak o, bu küllerden yeniden doğar. Bu açıdan Cansever’in şiiri Eliot’ın şiirinden daha trajik bir alan seyreder. İnsanın trajedisi cennete kavuştuğunda bitmeyecek, insan kül olmayı ve küllerinden doğmayı sürdürecektir.”
 
Devrim Dirlikyapan, derinlikli bir okumaya dayanan bu önemli çalışmasında, şiirimizde insanın yaralı portresini en usta biçimde çizen Cansever’in zengin kültür birikimini açığa çıkarırken, Cansever şiirine yepyeni bir boyut ekliyor.
 
(Ölümü Gömdüm, Geliyorum/Devrim Dirlikyapan/Metis Yayınları)