Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Déjà-vu
16 Nisan 2014 - 11:04
Déjà-vu olarak bilinen, anı ile güncel algı arasındaki tam ve dolaysız çakışmayı, İtalyan düşünür, yazar Remo Bodei, "Zaman Piramitleri" adlı kitabında konu ediniyor
Birçok kişi, belirsiz bir geçmişte kesinlikle aynı olan durumları daha önce yaşamış olduğu, yani ilk kez karşılaştığı bir kimseyi daha önce tanımış, hiç bulunmadığı bir yeri daha önce görmüş ve hiç söylemediği cümleleri daha önce söylemiş olduğu duygusunu, açık ve ani biçimde tatmıştır. Déjà-vu olarak bilinen, anı ile güncel algı arasındaki tam ve dolaysız bu çakışmayı, İtalyan düşünür, yazar Remo Bodei, "Zamanın Piramitleri" adlı kitabında konu ediniyor.
 
Bir durumun anı tarafından yanlış ve aldatıcı biçimde tanınması, usdışı bir “şimdinin anısı” ile mi karşı karşıyayız ya da, daha çok, ikizli biçimde kendi uçuşu içinde asılı kalmış ve bilinç akışlarının alışılmış ritmine duyarsız bir başka zamanın olağanüstü ve gizemli biçimde ortaya çıkışını mı paylaşıyoruz?
 
Remo Bodei, binlerce yıldır bilinen, ama her zaman iyi bilinmeyen ve derinlemesine araştırılması pek az yapılmış olan görüngünün, daha çok, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısından başlayıp yirminci yüzyılın başlarına kadar, önce tıbbi, sonra edebi ve son olarak da felsefi alanda nasıl ve neden önemli hale geldiğini ve bugün nasıl uygun biçimde yeniden incelenip yorumlanabileceğini gösteriyor. Şiir, roman, ruhbilim, felsefe ve halk metafiziği arasında ortaya çıkan çapraşık durumları çözümlüyor. Déjà-vu’nün ayrıntılarını, içermelerini ve anlaşılmazlığını yakalamada en uyanık duyarlılığı şairlerin gösterdiğini düşünen yazar, onlardan yola çıkarak, bilim insanları ve filozofların savlarını karşılaştırıyor ve en sonunda tarihsel ve kuramsal sonuçlara ulaşıyor.
 
Déjà-vu ifadesi ilk kez 1876’da Emile Boirac tarafından kullanılır ve 1894’te Louis Dugas tarafından açıkça konulaştırılır. Birçok araştırmacı tarafından incelendikten sonra Déjà-vu sorunu, Henri Bergson sayesinde "Anı ve Yanlış Tanıma" başlığıyla yayınlanan 1908 tarihli bir denemeyle dahiyane bir dönüm noktasına ulaşır. Bergson, daha önce yapılan bütün açıklamaları geri çevirir. Bütün tezleri çürüttükten sonra kendi kuramını sunar: “Anının oluşumu hiçbir zaman algınınkinden sonra değildir, onunla eşanlıdır. Algı yaratıldıkça anısı da onun yanında yer alır, tıpkı vücudun yanındaki gölge gibi. Ama bilinç çoğu kez onun farkına varmaz, tıpkı gözümüzün ona yöneldiği her defa onu aydınlattığı takdirde gölgemizi göremeyeceği gibi.”
 
Bergson’a göre hiçbir şey kaybolmaz, ama her şey belleğin yüzeyine çıkmaz, çünkü onun görevi yalnızca eylem ve gelecek için yararlı olanı seçmek ve bilince ulaştırmaktır. Her an kendi fışkırması içinde, biri yeniden geçmişe düşerken öteki geleceğe doğru atılan simetrik iki atmaya bölünür. Birinci atmaya anı, ikincisi ise algıdır. Algı ve anı, tek bir fışkırmayla, birlikte yola çıkar ama iki ayrı noktaya düşerler.  Déjà-vu izlenimi, algı ve anı şimdide, tek bir “atma”dan fışkırıyormuş gibi değil, ayrı ve koşut olarak duyuldukları, yani farklı hızla ilerledikleri için birbirinden ayrıldıkları zaman doğar. O zaman farklı iki ben doğar ve bunlardan biri seyirciye, öteki konusunu önceden bildiği bir oyuna dönüşür. Birey, daha önce anımsanmayan ve sınıflandırılamayan bir geçmişte, oynamış olduğu rolü yeniden oynayan ve kendini “bilmediğini bildiği şeyi bildiğini hisseden bir kimsenin garip durumunda” bulur. Déjà-vu izlenimi yaşamsal gerilimde anlık bir düşme, “Bizim bilinç atılımımızda bir durma” (bir felç ya da bu “atılım”da yaşama karşı ilgisizlik ya da dikkatsizlik, kendini yaşamın dışına çekme, onun akışına kapılmadığını hissetme biçiminde ortaya çıkan bir donma) olduğu zaman doğar.
 
Pierre Janet’ye göre, Déjá-vu bir ikileme görüngüsüdür. Orada yalnızca güncel algı değil, bu algının ikili bir imgesi de vardır. Dolayısıyla, o bir yankıdır. Ancak, yankı duyulmaz, yalnızca yankının sonucu, yani başlangıçtaki sese benzeyen şey duyulur. 
 
Remo Bodei, Déjà-vu sorununun on dokuzuncu yüzyılın ortasıyla I. Dünya Savaşı arasında dayatıldığına dikkat çeker. Bu dönemde, geçmişle şimdi arasındaki boşluğun derin olduğunu, Déjà-vu’ya gösterilen ilginin bundan kaynaklandığını vurgular: “Kısacası, önce gelenek geçmişle şimdi arasında macun işlevi görürken, şimdi bilincin en yavaş ve en eski zamanı modern dünyanın değişimlerindeki baş döndürücü ritimden ayrılır. Bu kafa karıştıran sapma durumunun ortaya çıkmasına, on dokuzuncu yüzyıl boyunca, hem geçmişin içerik ve değerlerinin (imparatorluklar, devletler, üretim biçimleri, kiliseler, aile yapılarının) düzenli olarak aktarılmasını güvence altına alan kurumlar ve büyük öznelerin inanılırlık ve güç yitirmesi, hem de ‘insan doğası’nın varsayılan değişmezliğini en iç tellerine, yani duyu düzeyine, tutkularına ve rüyalarına kadar etkileyen tekniğin aşırı ve eşzamanlı gelişmesi katkıda bulunur.”
 
Remo Bodei, Déjà-vu duygusunu algısal bir fenomenle sınırlamayıp, tüm bir felsefe ve sanat tarihini kat ediyor, Déjà-vu’nün henüz kapalı olan çekiciliğini de ortaya çıkarıyor.
 
(Zaman Piramitleri/Remo Bodei/Türkçesi: Durdu Kundakçı/Dost Kitabevi Yayınları)