Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Baykuşların gecesi
29 Mayıs 2013 - 03:05
Çok genç yaşta dergi ve gazetelerde çıkan şiir ve yazılarıyla, halkıyla bütünleşen Mahmud Derviş’e büyük şiirler yazdıran, asla tükenmeyen umuduydu, insana olan inancıydıGünümüzde çağdaş Filistin şiiri denilince akla gelen ilk isim Mahmud Derviş, 1941 yılında Celile kentinin, küçük bir köyünde doğdu. İsrail işgaline uğrayıp da ailesiyle birlikte Lübnan’a göç ettiğinde henüz 7 yaşındaydı. Ortaöğrenimini, İsrail'in Nazaret ilinde yaptığı sürede İsrailliler tarafından üç defa hapse atılmış, yazdığı şiirler yüzünden kendi topraklarında terörist ilan edilmişti. Uzun yıllar sürgünü yaşayan şair, Filistin'in, direnişin, barışın ve umudun sesi oldu. Filistin'i, Filistin'de yaşanan ve yaşatılan vahşeti, şiirlerinde insanca anlattı. Şiirleri aynı zamanda barışın, aşkın, katledilen küçük öğrenci çocuklarının, çaresiz kadınların ve İsrail'in yanında sessiz kalan Arap halkına olan isyanının şiirleriydi. Şiirinin temel kaynağı ilk önce Filistin halkı olsa da beslendiği damar Nâzım, Ritsos, Neruda ve Lorca başta olmak üzere toplumcu ve devrimci şairlerdi.

Mahmud Derviş kavganın, acının ve yalnızlığın çok erken yaşta bilincine varmıştı, şiiri de militanca söyleşi içinde gelişmişti. Kendi topraklarında terörist ilan edilmesini bir türlü içine sindiremeyen şair; bunca acıya, bunca katliama ve sürgüne karşın hiçbir zaman şiirlerinde kin gütmedi. Samih el-Kasım ve Tevfik el-Zeyyad gibi şairlerle birlikte, Filistin direniş şiiri olarak bilinen hareketin en önemli adlarından biri oldu. Yirmiden fazla şiir ve düzyazı kitabı yayınlandı.

Mahmud Derviş, 1982 yılının eylül ayında gerçekleşen Sabra-Şatila katliamının hemen ardından, "Gölgeyi Yüksekten Övmek-Beyrut Kasidesi"ni yazdı. Bu şiirle Filistin kavgasında, en güçlü silahlardan birisinin şiir olduğunu bütün dünyaya kanıtladı. Bu kitapla Sovyetler Birliği Lenin ödülünü aldı. 2004 yılında Nâzım Hikmet Şiir Ödülüne değer görülen şair, 2008 yılında yaşama veda etti.

Mahmud Derviş’in birçok kitabını dilimize kazandıran şair Metin Fındıkçı şunları söyler:

“Mahmud Derviş, her şeyden önce insan olmayı çok iyi bilmişti. Barbarlığa ve vahşete karşı koyarken, insanın ve insanlığın bütün üstün özelliklerini taşıyordu. En azından 'savaşacaksam şiirimle savaşırım' demesi bile kanıtıydı bunun. Düşmanına olan kini ve öfkesi şiirindeki çığlığından ibaretti. Belki bir çok aşk yaşadı ama ölene dek kalbindeki en büyük yer -vatanı Filistin'den sonra- Yahudi asıllı sevgilisinindi. İlk aşk şiirinde de onu yazdı, son aşk şiirinde de. Kendisiyle telefondaki tanışıklığımız uzun yıllara dayanıyordu. İstanbul'a Nâzım'ın ödülü için gelmesine yakın, yine telefonda bir konuşmamızda 'Metin, en çok neyi merak ediyorum biliyor musun? Uzun yıllardır sesini duyup görmediğim senin yüzünü, Nâzım'ın özgürlüğe yelken açtığı Boğazı ve çok sevdiğim kahvenin yanında ikram ettiğiniz lokumu' demişti. Kendi insanını Filistinlileri çok iyi tanıyordu, kendi insanına aşırı derecede bağlıydı. Onca ölümü yaşayıp yazmasına karşın, özgürlüğe ve barışa susamış bir kişiliğe sahipti. Filistin halkıyla, İsrail halkının aynı emperyalist çukurda debelendiklerine inanan büyük bir şairdi.”

Çok genç yaşta dergi ve gazetelerde çıkan şiir ve yazılarıyla, halkıyla bütünleşen Mahmud Derviş’e büyük şiirler yazdıran, asla tükenmeyen umuduydu, insana olan inancıydı. O, şiirin sesini yükseltti, şiirinin imgelerindeki direnişi belirginleştirdi, Filistin 'de yapılan katliam ve bozgunun sesini şiirsel bir dille bütün dünyaya haykırdı.

Baykuşların Gecesi

Dünü okşamadan işte buradayım…
Vardığım zamanda
son ağaçlarda ansızın bulunurum,
gücü yetenlere geri dönerim ansızın bulunduğum yerden,
gemiler etrafımı sardığında uzakları görürüm,
bölgedeki istekler bastırıyor etrafımda kurulan
sonsuz çadırlarda…

İşte buradayım
dünü okşamadan,
ipeğin ipleri dut ağaçlarından doğar
gece defterinde harfler olarak. Cesaretimizi
aydınlatacak yataktan başka bir şey yok
garip sözcüklerin çukuruna inen:
Bu babamın mezarı mıydı?
Belki de bana verilen emir burada. Belki de
şimdiki inadım benim benliğimledir,
harflerin ilettiği dünü hatırlamaktır…

İşte buradayım,
tomurcuklanan üzümün durumunda oturuyorum
ağlayanların yaşlarından nehrin ışıldayan siminde,
bu havayla düzler amaçlarını… sözü içtiğinde
dudakların içinde parlar açık pencereler,
zamanı içtiğinde adımların anlamını kışkırtır
yarınımızı heybemizde taşıyarak…

İşte buradayım
herhangi bir zamanı olmayan,
yalnızlık yenilemeden kendini, işte burada, yalnızlığı anarak
kapıdan nasıl çıktıysam, rüzgârda, dünde kırılan
hangi zamana düştüm
dün parçalanan nakışlı taşlara binip
son kalanlar aynalardan suretleri uzak…

İşte buradayım
yersiz yurtsuz,
belki de bana verilen emri hazmetmediğimden, çığlık atarım
baykuşların gecesinde: Babamın
mezarı mıydı tarihi koynunda taşıyan?
Belki de adım da değişmiştir, anadilimi
anımsayarak ve bununla övünerek ona dönen
olsaydım: Yaptığım bu şaka yayılıyor,
her şey kanımın tuzunu emiyor, yayılıyor
acelemle her şey ağzımdaki bülbülü öfkelendiriyor!

İşte buradayım
ağlayan ve
işte burada gurbeti asarak tüfeklerin üstünde
zeytini öfkelendirerek,
hadi çabuk madeni kutuların içindeki
akşam yemeğine koşun, boşalın
deliler gibi yük gemilerinden…


(Türkçesi: Metin Fındıkçı)