Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Anlamak için hatırlamak gerek

Anlamak için hatırlamak gerek

19 Şubat 2014 - 11:02
Beatriz Sarlo, Arjantin örneğinden hareketle tanıklıkların bir hakikat ikonu ya da geçmişin yeniden inşasında en önemli kaynağa dönüştürülmesini eleştirel bir bakış açısıyla ele alıyor

Yalnız ülkesi Arjantin’de değil, Latin Amerika’nın en önemli edebiyat ve kültür eleştirmenlerinden sayılan Beatriz Sarlo, Geçmiş Zaman’da devlet terörü karşısında özel anlatımın sınırlarını araştırıyor. “Bellek Kültürü ve Özneye Dönüş Üzerine Bir Tartışma” alt başlığını taşıyan kitabında, geçmiş üzerine kimi söylemlerin dokunulmazlığını incelerken, Susan Sontag’ın “Anlamak hatırlamaktan daha önemlidir, her ne kadar anlamak için mutlaka hatırlamak gerekse de” sözünden yola çıkıyor.

 

 

Ülkesindeki askeri darbe dönemindeki en etkili muhalif arasında yer alan yazar, Buenos Aires Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesinde profesör olarak görev yapıyor. Yazar kitabının hemen başında önemli bir saptamada bulunuyor:“Anılar tıpkı kokular gibi istenmese de aniden hücum eder. Nereden geldikleri bilinmeden uzaklaştırılmaları mümkün değildir; tam tersine insanı peşlerine düşürüp daha çok hatırlamaya zorlarlar, çünkü ilk andaki izlenim hiçbir zaman tam değildir. Anılar ısrarcıdır, çünkü bir noktada egemendirler ve (her anlamda) kontrol dışıdırlar. Başka bir değişle, geçmiş kendiliğinden bugün olur. Anı bugüne muhtaçtır…anının kendine özgü zamanı şimdiki zamandır: Demek ki hatırlamak için tek uygun zaman, yani anıların sahip çıktığı, anılara özgü zaman şimdiki zamandır.”

 

 

 

Geçmiş Zaman, Tanıklığa Eleştirel Bakış: Özne ve Deneyim, Tanıklık Retoriği, Deneyim ve Akıl Yürütme, Postmemory ve Yeniden İnşa Etme, Deneyimin Ötesinde başlıklı altı bölümden oluşan kitap, birincil tekil şahıs tanıklığıyla ve elimizdeki tek kaynak bu tanıklık olduğunda (başka kaynaklar olmadığı ya da tanıklığın öteki kaynaklardan daha güvenilir olduğu durumda) ortaya nasıl geçmiş biçimleri çıktığını tartışıyor. Sadece söylemin biçimini değil, nasıl üretildiği ve onu inanılır kılan sosyal ve politik koşulları da inceliyor.

 

Askeri diktatörlük döneminde kimi sorular üzerinde derinlemesine kafa yorulamadığını; toplumun açıkça dostlar ve düşmanlar olarak ikiye ayrıldığını söyleyen yazar, askeri diktatörlük sonrası Arjantin’de ve diğer birçok Latin Amerika ülkesinde hatırlamanın, bir görev olduğunu belirtiyor. Tanıklıkların devlet terörünün mahkum edilmesine olanak verdiğine dikkat çekiyor.

 

Yazara göre, yetmişli ve seksenli yıllarda “dile dönüş” diye adlandırılan akımla eşzamanlı olarak ya da onu gölgesiymiş gibi izleyerek, öznele/özneye dönüş etkinlik kazanmıştı. Geçmiş toplumların ve içindeki kişilerin, öznellik hakkı ve gerçeğine odaklanan bu yeni ideolojik ve kavramsal düzenlemesi, altmışlı ve yetmişli yıllarla ilgili yeniden inşa girişiminin belkemiğini oluşturdu. Yıllarca sadece “ideolojik” ya da “yanlış bilinç”, yani öznenin zorunlu olarak bihaber kaldığı o karanlık itki ya da hükümler deposunu gizleyen söylem olarak görülen öznenin aklı yeniden değer kazandı. Bir başka değişle, sözlü tarih ve tanıklıklar, anıları korumak ya da zedelenen bir kimliği tamir etmek için (özel, kamusal, duygusal, politik) hayatını anlatan birinci tekil şahısa güvenini geri vermişti.

 

Beatriz Sarlo, Arjantin örneğinden hareketle tanıklıkların bir hakikat ikonu ya da geçmişin yeniden inşasında en önemli kaynağa dönüştürülmesini eleştirel bir bakış açısıyla ele alıyor: “Kuşkusuz bellek tarih için ahlaki bir itki ve aynı zamanda beslendiği kaynaklardan biri olabilir; ancak bu iki nitelik, başka söylemler aracılığıyla ve onlar üzerinden inşa edilebilecek diğer hakikatlerden daha hakiki olduğu iddiasını kanıtlamaya yetmez. Başka herhangi bir durumda reddedilecek iddialara dayanan bir epistemolojiyi bellek üzerine de kuramayız. Hatırlama hakkı ile hatırlamanın hakikatini doğrulama eşanlamlı değildir; ‘hatırlama görevi’ de böyle bir eşitliği kabul etmeyi zorunlu tutmaz.”

 

Yazar bu aşamada eleştirisinin tanıklıkların yasal ve etik kullanımına değil, çeşitli kamusal kullanımlarına yönelik olduğunu belirtiyor. Ona göre, bellek anlatıları, önceden çizilmiş bir “bellek tiyatrosu”nda sahneye çıkarlar; burada karşılaştıkları mekan ideolojik, siyasal ya da kimliksel taleplere bağlı olmakla kalmaz, gerek akademik gerek piyasaya yönelik tarihi etkileyen bir dönem kültürüne dayanır. Yazarın itirazı bu noktada derinleşiyor. Tanıklığa dönüşen bellek söyleminin işlevleri etik, politik, kültürel ve ideolojiktir, o güne dek suskun kalan özneler söz almıştır. Anlatılanların kanıt işlevini görmesi de önemlidir, ancak “bellek endüstrisi”nin girdabına kapılmamak da o kadar önemlidir.

 

Kitabında kültürün bekası için kuramın ve düşüncenin değerini savunan yazar, sonuç olarak, “Hakikat fikrinin ta kendisi sorgulanmalıdır” diyor. Devlet terörünün dünyanın her yerinde büyük yıkımlara neden olduğu bir zamanda, toplumsal belleğin nasıl oluşturulması gerektiğini benzersin bir çalışmaya anlatıyor.

 

(Geçmiş Zaman/Beatriz Sarlo/Çevirenler: Peral Beyaz Charum, Deniz Ekinci/Metis Yayınları)