Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Acının çığlığı
13 Kasım 2013 - 12:11 | Vivien Leigh ve Marlon Brando, Elia Kazan'ın yönettiği 1951 yapımı "Arzu Tramvayı / A Streetcar Named Desire" filminde.
Tennessee Williams, Blanche ile Stanley’i karşı karşıya getirirken, kültürlü, incelikli bir geçmişin şiddet karşısındaki yenilgisini, bir anlamda “Arzu Tramvayı”nın varacağı son durağı göstermeye çalışırAmerikalı yazar Tennessee Williams, 1942 yılında Hollywood’da senaryo yazarlığına başladı. 1947 yılında yazdığı "Arzu Tramvayı" (A Streetcar Named Desire) ve oyunun aynı yıl Elia Kazan’ın yönetimiyle Broadway prodüksiyonu, onun yazarlık yaşamının dönüm noktası oldu. Yirminci yüzyılın en seçkin oyun yazarlarından biri olarak tanındı. Oyunlarında genellikle toplum-birey çatışmasını ele aldı. Toplumsal ve psikolojik baskılara dayanamayarak yıkılan insanları işledi. 1982 yılında yaşama veda ettiğinde, ardında, filme alınmış oyunların yanı sıra romanlar, denemeler, şiirler, senaryolar ve öyküler bıraktı.

Oyunun yazarı
Tennessee Williams.
Arzu Tramvayı, ilk kez 3 Aralık 1947’de New York’ta Barrymore Tiyatrosu’nda sahnelendi. Oyuncu kadrosunda Marlon Brando, Kim Hunter, Jessica Tandy, Karl Madlen bulunuyordu. Williams, "Arzu Tramvayı" ile dili ve karakteri, Amerika’da daha önce hiç yapılmamış bir şekilde sahneye sürmüş, yeni bir tiyatro dünyasına giden kapıları aniden ve ardına kadar açmıştı. Williams’ın yanı sıra performansın ortaya çıkmasını sağlayan biri de Brando’ydu. Daha önce kimse onun gibisini görmemişti, çünkü daha önce böyle bir özgürlük sahnede var olmamıştı. Oyun öyle bir söylenti oluşturdu ki, tiyatro her şeyi önceden bilmek isteyen New York’lularla dolup taştı.

Oyun dört yıl sonra sinemaya uyarlandı. Kazan’ın bir takım müstehcen sahnelerden dolayı sansüre uğrayan bu filmi, oyunculuk dalındaki dört Oscar ödülünden üçünü aldı.

Williams oyununda Blanche DuBois’in umutsuz öyküsünü anlatır. Blanche DuBois, New Orleans’a, kız kardeşi Stella’nın yanında bir süre kalmaya gelir. Toprak sahibi iyi bir aileden gelen Blanche öğretmen olmuş, Stella da Stanley Kowalski adlı Polonya kökenli, bir Amerikalı’yla evlenmiştir. Geçmişten ve zamandan kaçarak Stella’nın evinde kendine bir sığınak arayan Blanche, kültürlü bir insan olarak kafasındaki hayal dünyası ile yaşadığı gerçek yaşamı bir türlü uyumlu kılmayı başaramayan, aşırı duyarlı ve sinirleri güçsüz biridir. Soylu geçmişine ve hayallerine ümitsizce tutunan bu nevrotik kadın, bir mirası gizlediğine inanan Stanley’yi çileden çıkarır. Blance, aslında, kocası öldükten sonra önüne gelen erkekle yatmış; erkeklere düşkünlüğü yanı sıra içkiye de düşkünlüğü yüzünden okuldan da yaşadığı şehirden de kovulmuş, borçlarını kapatabilmek için aileden kalan evi de kaybetmiştir. Blanche, kendini unutuşun kollarına bırakmak ve avuntu bulmak isterken, son umutları da Stanley’nin yıkıcı öfkesiyle zalimce yok edildiğinde, ruh sağlığını yitirir.

Kendi idealindeki hayaliyle yaşayan bir insanın, katı gerçeklikle karşı karşıya kalmasını psikolojik gerçekçi bir oyun içinde işleyen Williams, Blanche ile Stanley’i karşı karşıya getirirken, kültürlü, incelikli bir geçmişin şiddet karşısındaki yenilgisini, bir anlamda “Arzu Tramvayı”nın varacağı son durağı göstermeye çalışır.

"Arzu Tramvayı", Willams’ın kendi kendisiyle yaptığı bir söyleşinin de yer aldığı, Arthur Miller’ın önsözü ile kitaplaşmıştı. (İngilizce Aslından Çevirenler: Esin Damcı – Nilüfer Karakullukçu İmge Kitabevi Yayınları)

Arthur Miller.
Oyunun, biçim olarak toplumun kaderini aydınlatmak için hayati önem taşıyan bir potansiyele sahip olduğunu belirten Arthur Miller şunları söyler:

“Bir yazarın ruhu, tek bir ses, mucizevi bir şekilde sahneyi kuşatıyordu. Dikkat çekici bir şekilde, her karakterin konuşması aynı zamanda esrarengiz ve kendine aitmiş gibi görünüyordu. Sanki oyundaki hikâye akışının ihtiyacı için değil, kendi çelişkili kişiliklerini ortaya koymak için konuşuyorlardı. Ama hikâye mükemmel ve oyuncu kadrosu Kazan’ın ellerinde şekillenmiş olarak, karşı konulmaz bir şekilde ilerliyordu… Sözün kısası, bu oyun, sahnenin her şeyi ama her şeyi aktarabileceğinin ve bunun çok da güzel yapılabileceğinin görülmesini sağladı… Tramvay doğduğu anda, Amerika’daki dışlanmışların kaderlerini haykırdı ve adalet sorgusunu gün yüzüne çıkardı. Ama bunu içten dışa doğru yaptı…Tramvay’ın gördüğü yoğun ilgi ve beğeni dalgasının bir kısmı da oyunun sosyal gerçekçiliği ve bir o kadar da kişisel şiirselliğine bağlıydı… Tramvay acının bir çığlığıdır; bunu unutmak oyunu unutmaktır.”

Arzu Tramvayı, ilk çıktığı zamandaki gücü ve etkisini günümüzde de gösterebilen ender oyunlardan biri.