Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Üç kadın kahraman
29 Temmuz 2016 - 01:07
Güzel bir aşk hikâyesinin, kadınsı kıskançlığın katman katman aktığı 'Havva'nın Üç Kızı'nın belki de en önemli sözü: “Ne aşkı, ne inancı abartmamalı. Hiçbir şeyi putlaştırmamalı”
Edebiyat dünyasına üç kadın kahraman daha katıldı: Elif Şafak’ın son romanı ‘Havva’nın Üç Kızı’ndaki Şirin, Mona ve Peri. Yazarının tanımıyla ilki günahkâr, ikincisi inanan, üçüncüsü de şaşkın. Kitap, şaşkın ve mütereddit Peri’yi merkeze alarak ilerliyor. Onun yaşadığı tereddütleri sağlam bir roman örgüsü içinde, merakı her daim diri tutan bir anlatımla izliyoruz. Pırıl pırıl Türkçesi de cabası.
 
İstanbul’un Anadolu yakasında, alt orta sınıf bir mahallede, Dilsiz Şair Sokağı’ndaki evinde her akşam birkaç kadehle demlenen Atatürkçü bir baba ve namazında niyazında dindar bir annenin arasında sıkışıp kalarak geçiyor Peri’nin ilk gençliği.  Birbirini hiç sevmemiş olan anne babasının üç çocuğundan biri olarak. Annesinin dindar algısıyla babasının laik Tanrısı’nı birleştirmenin yollarını arayıp duruyor ki ikisinin arasında bir sulh sağlanabilsin. Sırf bu yüzden ne Allah kelimesini kullanıyor ne Tanrı’yı. Rab demeyi tercih ediyor.
 
Liseyi birincilikle bitirdikten sonra Oxford Üniversitesi’ne gitmeye karar veriyor. Gidişinin öncesinde güncesine yazdığı satırlar onun da, romanın da hikâyesini özetliyor bir bakıma: “Ben ne annem gibi dindarım, ne babam gibi kâinatın, beş duyumla kavradığım şeylerden ibaret olduğuna kaniyim. Öyleyse ben neredeyim? Ne mutlak dindarlığa, ne de mutlak akılcılığa dahil olmak isteyenler için bir başka yaklaşım, yeni bir varoluş şekli yok mu acaba? Bir üçüncü yol mesela? Kim bilir?”
 
Oxford’daki öğrencilik yıllarında kafa karışıklıkları sürüyor. Yabancı bir kültürün içine girince soru işaretleri giderek büyüyor. Kimlik ve aidiyet meseleleri üzerine kafa patlatmaya başlıyor. Bu arada yakın arkadaşları Mısır asıllı Amerikalı Mona ve İran’da doğmuş, İngiltere’de büyümüş Şirin ona yeni pencereler açıyor. Ama üzerindeki en büyük etkiyi hiç kuşkusuz, Tanrı seminerleri düzenleyen hocası Time dergisinin en etkili 100 kişi listesine girmiş Prof. Azur yapıyor. Azur’un yaklaşımında biraz nefes alıyor Peri: “İnsanın insan olmak için hem inanca hem kuşkuya ihtiyacı var. Mütereddit olmak nimettir”. En büyük sığınağı kitaplar oluyor Peri’nin. Ara vermeksizin ödünç aldığı kitapların birini bitirip diğerine başlıyor. Emin olamamanın, henüz karar verememişliğin tereddütleriyle Araf’ta geçiriyor günlerini. Kendini anbean Prof. Azur’a biraz daha yakın hissederek, aşkın ‘tereddütlü’ sularına girip çıkarak.
 
Oxford 2000 ve İstanbul 2016 ara başlık tarihleriyle, geri dönüşlerle anlatılan romanda uzun bir akşam yemeğine de tanıklık ediyoruz. Neler konuşulmuyor ki o bir kitap boyu süren akşam yemeğinde? Türkiye-AB ilişkileri, benim oyumla şoförünki bir mi sığlığında ilerleyen demokrasi tartışmaları, dantelli kâğıt altlıklara dizilmiş ve her birine dünya şehirlerinin isimleri verilmiş çikolatalar, o gece İstanbul’da yaşanan bir patlama, zorlu, kanlı bir coğrafyada ölmenin en popüler on yolu, yemeğe davetli bir medyumun ulusların çakralarını açmakla ilgili görüşleri...  2000’in başlarında Oxford’dan dönmüş Peri 2016’da verilen bu yemekte, davetliler arasındaki yalnızlığı içinde hayatını bir kez daha gözden geçirmek zorunda kalıyor.
 
Güzel bir aşk hikâyesinin, kadınsı kıskançlığın katman katman aktığı romanın belki de en önemli sözü: “Ne aşkı, ne inancı abartmamalı. Hiçbir şeyi putlaştırmamalı”. İyi bir romancının, iyi bir romanın bütün özelliklerine sahip kitabı, üç kadının ekseninde ilerlerken, bu üç kadın da edebiyatın en etkili kahramanları arasındaki yerlerini kelime kelime inşa ediyorlar. Peri’yle yol alsak da kitap boyu, Mona ve Şirin de edebiyat okuru için en az Peri’ye açtığı kadar yol açıyor. Havva’nın bu üç kızıyla tanışın isterim.