Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | “İnsan, yaşamı tek başına karşılamak zorunda”

“İnsan, yaşamı tek başına karşılamak zorunda”

09 Mayıs 2021 - 03:05

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Modern Türk Edebiyatı Klasikleri adı altında başlattığı serinin ikinci kitabı olarak Leyla Erbil’in “Mektup Aşkları”nı yayımladı bu yılın başında. Kitap gelir gelmez, diğer Erbil kitaplarının yanında yerini aldı kütüphanemde. Romanı 1990’ların başında okumuştum. Yayınevinden gelen, sert kapak kitap baskısıyla hazırlanmıştı. Kapağında karakalem bir Leyla Erbil vardı. Kitap sayfalarında kullanılan kağıdın kalitesi, kokusu, mektup türünde yazıldığı için her mektup için seçilen birbirinden özel yazı karakterleri; özetle bir içim su gibiydi bu yeni baskı. Eminim Leyla Erbil görse çok severdi. Önümde uzun bir okuma listesi olduğu için beklemek zorunda kaldım, iki ay boyunca kitabı her görüşümde iç çekip durdum. Derken bu hafta okumaya başladım. 20’li yaşlarda yapılan okuma deneyimi ile bugünkü arasında dağlar kadar fark var elbet. O yüzden bazı kitapları bir defa okumayı kabul etmiyorum; yeni yaşlara denk düşen yeni okumalarla epey zenginleşiyor okur. “Mektup Aşkları” da bunlardan biri. 

 

Türkiye’nin 1940’lı yılları

 

Leyla Erbil külliyatının her biri nevi şahsına münhasır kitapları arasında, “Mektup Aşkları”nın özel bir yeri var. Roman mektuplar üzerinden ilerleyen bir yapıya sahip. Mektupların son ikisi hariç tümü Jale karakterine yazılmış. Mektupları okurken hem mektup sahiplerinin iç dünyalarına temas ediyor hem de ana karakter Jale’nin fiziksel, düşünsel, psikolojik özelliklerine tanık oluyoruz. Türkiye’nin 1940’lı yıllarına uzanan ve mektuplar üzerinden anlatılan hikayelerde varoluşlarını aşk ve erkekler üzerinden tanımlayan kadınların derinlikli bir analizini yapıyor Erbil. Solcu olduğunu iddia eden küçük burjuva aydınlarının geleneksel ahlakla imtihanlarını okuyoruz. 

 

Jale, Sacide ve Ferhunde

 

Jale, Sacide ve Ferhunde lise yıllarını birlikte geçirmiş, sol düşüncenin toplumu değiştirip dönüştüreceğine inanmış üç genç kız. Yakın arkadaşlar. Edebiyata, sanata meraklı, şiirler yazan. Okul sonrası farklı şehirlere ve hayatlara dağılıyorlar. İlişkileri mektuplar aracılığıyla devam ediyor. Hayatlarının nasıl değiştiğini, hem Sacide ve Ferhunde’nin hem de Ahmet, İhsan, Zeki, Reha karakterlerinin Jale’ye yazdıkları mektuplar arasında ilerleyerek keşfe çıkıyoruz. Bu keşifte mektup sahipleri hakkında da bilgi sahibi oluyoruz.

 
 
Sevilme isteği
 
Üç kadının da ortak özelliği aşkı hayatlarının merkezine koymaları ve sevgi açlıkları. Elbette merkezden kaydıkları ve farklı alanlarda hayatı deneyimledikleri bir başka uzam da sözkonusu. Ama sevilme istekleri bu alanlarda da çok baskın. Jale, yaşadıkları ilişkide ayağı kapıda bir karakter. En ufak bir problemde, ileride terk edilirim korkusuyla bırakıveriyor sevgililerini. Sacide kadın cinselliğini bir ihtiyaç olarak tanımlarken, bunu istediği yaşam standartlarına ulaşmak için kullanmaktan çekinmiyor. İçlerindeki zayıf halka ise Ferhunde. Hayatında mutlaka ona koltuk değnekliği yapacak bir erkek olmalı, onu korumalı, sevmeli, el üstünde tutmalı.
 
Aşk var mı?
 
Her birinin aşk ve cinsellik konularındaki bakışaçıları üç zıt kutup oluşturuyor. Kadının yaşadığı toplumsal baskı nedeniyle oluşan çıkmazlarla ilgili farkındalığı diğerlerine göre daha yüksek olan Sacide’nin aksine Ferhunde ve Jale biraz daha muhafazakar kanattalar özellikle cinsellik söz konusu olduğunda. Aşk var mı yok mu sorusu da cevap vermekte zorlandıkları en temel konu. 
 
Erkekliğin ataerkil kodları
 
Erkeklere gelince, varlıklarını Jale’ye adayan İhsan ve Ahmet’in, ‘deneyimlediğin anda kaç’ dedirten bir ilgileri sözkonusu Jale’ye. Senin için ölürümler, sensiz yaşayamamlar, seni çok seviyorum sen de beni sev çığlıkları. Jale bunların çok da sağlıklı olmadığının farkında ama sevilme ve korunma ihtiyacı düşüncelerine ve sahip olduğu ideolojiye galebe çalıyor. Sözümona erkekler sadece Jale’nin güzelliğine değil, zekasına, siyasi duruşuna da meftun ama her beri ataerkil aile yapısından nasiplerini almış, onun kodlarıyla donanmış, büyümemiş erkek çocukları. Olmak’la ilgileri yok asıl dertleri sahip olmak. Mektuplar aracılığıyla kara sevdalarının nasıl da tel tel döküldüğüne şahit oluyoruz zaten.
 
Nedir asıl sorun?
 
Jale sonunda bu erkeklerden biriyle evleniyor ama evlilik sonrası yaşadığı travma doğru bildiği her şeyi yalanlıyor. Ve kendisine o güne dek sormadığı en hayati soruları soruyor: “Nedir asıl sorun diye düşünüyorum. Asıl sorun? Asıl sorun? Asıl sorun tek başına ayakta durabilmekte, yalnızlığı öğrenebilmekte mi? Asıl sorun sevgisiz yaşayabilmekte mi? Sevgisiz kalıp direnmeyi, sevgisiz kalıp gene de boyun eğmemeyi, dilenmemeyi öğrenmekte mi? Asıl öğrenmemiz gereken şey sevgisiz bir yaşam düzeni mi?” Sonra da cevabını veriyor: “Ben romantik, yanlış kitaplarla, kötü yaşam örnekleriyle aldatılmış, yaşamanın anlamını kavramaktan yoksun, kibirlinin biriymişim. İnsan tek başına yaşamı karşılamak zorunda, bense ille de bir sevgiliyle elele verip değiştirecektim dünyayı! Ne ham hayal ne zırvalık”. 
 
Kelimelerim kifayetsiz
 
Kadın olma bilincimin oluşmasındaki en cesur, en gözüpek mihmandarımdır Leyla Erbil. Yazarlığımda insanı anlatırken kullandığı psikolojik gözlemleri, aynı dertle yazan biri olarak her zaman ufkumu genişletmiş, psikoloji kitaplarında bulamadığım bilgilerle donatmıştır beni. “Mektup Aşkları”nı yeniden okurken bir kez daha fark ettim bunu. Kitabı okumanızı çok isterim.
Sizi öyle çok özledim ki Leyla Hanım. Anlatmaya kalksam.. Kelimeler olancasıyla kifayetsiz.