Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Ingrid Bergman’ı nasıl bilmek istersiniz?

Ingrid Bergman’ı nasıl bilmek istersiniz?

04 Temmuz 2017 - 05:07 | Liv Ullmann ve Ingrid Bergman, Ingmar Bergman'ın yönettiği 'Güz Sonatı'nda.
Hem anne olup hem özgürce yaşanamaz mı? Mümkün tabii. Örneği de çok. Bencil bir anneymiş, lafı geveleme dedi içimden bir ses. Bir diğeri insanın ne kadar karmaşık bir varlık olduğunu, bazen kendisinin bile anlayamadığını zihninin kalbiyle kurduğu ilişkiyi
Gülüşü bahar mevsimli kadınlardandı Ingrid Bergman. Gözlerinde ise kasıp kavuran tutkulu yazlar. Mahçup bir genç kızla, özgür bir kadın kol kola gezerdi yüzünde. Anthony Hopkins onu bir kere görüp de âşık olmayacak erkek tanımadığını söyler. Zira sinemanın gelmiş geçmiş en önemli ve en güzel kadın oyuncularındandı.
 
Bergman, 1915’te Stockholm’de doğdu. O kadar utangaçtı ki, bundan kurtulmak için sürekli hayali karakterler yaratıyor, onları oynayarak başka biri oluyordu. Bu oyunlar onu sinemaya taşıdı. İlk filmlerini İsveç’te yaptı. İlk aşkını İsveç’te tanıdı. Petter Lindström. 1937’de evlendiler. Pia adını verdikleri bir kızları oldu. İki yıl sonra film yapımcısı David O. Selznick’ten gelen teklifle Hollywood’a gitti. Bir süre sonra eşi ve kızı İsveç’ten New York’a taşındı. Bergman Hollywood'da film çekmediği zamanlarda ailesini ziyaret etti.
 
Kendi deyişiyle içinde bir göçmen kuş vardı ve hep havalanmak, gitmek istiyordu. Yeni yerlere, yeni aşklara, yeni filmlere. Kökleri olsun istemiyordu. Derken Roberto Rossellini sinemasını keşfetti. Filmlerine bayılıyordu. Ona bir mektup yazıp kendisiyle çalışmak istediğini söyledi. Bir araya geldiler. İçindeki göçmen kuşlar yine havalandı. Deli gibi âşık oldu Rossellini'ye. Kocasından boşandı. 1950’de evlendiler. Amerikan kadınlarının gözünde kocasını aldatmış, bir de üstelik hamile kalmış iffetsiz bir kadındı. Doğrusu umrunda olmadı bu nefret. Ona göre filmlerini seyretsinler, özel hayatına karışmasınlardı.
 
Rossellini ile birlikte İtalya’ya taşındı. İki kızı, bir de oğlu oldu yedi yıl süren evliliği boyunca. Yedi yılın sonunda kötü giden ortak filmlerinin de etkisiyle aralarında gerginlikler başladı. Rossellini başka yönetmenlerle çalışmasını istemiyordu. Ama ah o kuşlar… Vakti geldiğinde kimse tutamıyordu onları. Tam da o günlerde Hindistan’a gitti Rossellini. Orada tanıştığı bir kadından çocuğu oldu. Ingrid’i terk etti. Boşandıktan bir yıl sonra tiyatro yapımcısı Lars Schmidt ile tanıştı Ingrid Bergman. “Bu sefer aradığımı buldum” diyordu. Çocuklarını İtalya’da bırakıp yeni eşiyle yaşamak üzere bu kez Paris’in yolunu tuttu. Rossellini de Hindistan’da olduğundan çocuklar için bir ev açıldı İtalya’da. Oyunlar oynayabilecekleri, eğlenebilecekleri, annesiz, babasız bir ev. Ama onları her fırsatta ziyaret etti anneleri.
 
Görünürde, dört çocuğunu da yeni kocaları için bırakmış, onları uzun aralıklarla görmüş bir kadındı ama ölümünden sonra arkadaşlarına gönderdiği mektuplarda sadece çocuklarını yazdığı ortaya çıktı. Kızlarından biri şöyle açıkladı Bergman’ın ruh halini: “Hiçbir şeyden pişman değilim diyordu. Bu çok canımı acıtıyordu. O pişman değildi ama biz hep onu özleyerek büyüdük. Daha sonra anladım, o herkesin istediğini yapmasını istiyordu. Kalbinin sesini dinlemesini, tutkularını takip etmesini, kendisi olmasını, kendisini gerçekleştirmesini”. Zaten onu hiçbir zaman anneleri gibi görmemiştiler. Arkadaşları gibiydi. Ara sıra yanlarına gelen. Çok eğlenceli, çok komik, çok samimi. Ama her defasında giden…
 
Son filmini bir dehayla, Ingmar Bergman’la çekti. Sinema tarihinin en muhteşem filmlerinden 'Güz Sonatı'. Nasıl bir tesadüfse, yıllarca kızıyla ilgilenmemiş bir anneyi oynuyordu. Filmin bir sahnesinde kızı annesine “Hayatımı mahvettin, burada olmadığın için hiçbir yapamadım. Senden nefret ediyorum” diyordu. Ingmar Bergman bu repliğe karşılık Ingrid’den “Çok üzgünüm, bana sarıl, beni sev” demesini istedi. “Asla” diye cevap verdi Ingrid Bergman: “Bunu söylemeyeceğim, kızın yüzüne bir tane yapıştırıp odadan çıkmak istiyorum.” Kıyamet koptu tabii. Ingmar Bergman küplere bindi. Oyuncular filme yarıda kaldı gözüyle bakarken az sonra iki Bergman arka arkaya içeri girdiler. Çekimler devam etti. Ingrid Bergman o repliği söylemedi. Kendi hayatında yapmadığı bir şeyi koca Ingmar Bergman bile yaptıramadı ona.
 
“Bize kurabiye pişirmesini beklemiyorduk. Ama keşke daha çok etrafımızda olsaydı. Biz hep annemize hasret yaşadık," diye özetledi durumlarını kızı Pia, 2015’te Stig Björkman’ın çektiği 'Ben, Ingrid' adlı belgeselin son saniyelerinde.
 
Belgeseli bu hafta Digitürk'te izledim. Bein Movies Festival’de. Digitürk üyeleri beIN CONNECT uygulamasından istedikleri zaman belgeseli izleyebilirler. Belgesele DVD ya da Blueray formatında sahip olmak isteyenler, Amazon.com'dan 9 sterlin'e satın alabilir.
 
Saçını süpürge eden anneler kültüründen gelen, anne - çocuk ilişkisinin hayatiyetini bilen biri olarak Bergman’ın annelik modelini alkışlayamadım. Öte yandan çocuklarına adanmış ve yaşanamamış anne ömürlerini nereye koyacağımı da bilemedim. Canım bunun bir ortası yok mu? Hem anne olup hem özgürce yaşanamaz mı? Mümkün tabii. Örneği de çok. Bencil bir anneymiş, lafı geveleme dedi içimden bir ses. Bir diğeri insanın ne kadar karmaşık bir varlık olduğunu, bazen kendisinin bile anlayamadığını zihninin kalbiyle kurduğu ilişkiyi… Tek bir doğru da yok ayrıca. Velhasıl Bergman’ın doğrusunun bedelini ödeyen çocukları onu affetmişken, benim ne düşündüğümün ne önemi var? Karışık kafam. Ama ben seviyorum kafamın karışmasını, insanı anlama çabamı. Siz de seviyorsanız mutlaka izleyin 'Ben, Ingrid’i...