Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Elif Tanrıyar | Latin Amerika’nın içli sesi: Roberto Bolaño

Latin Amerika’nın içli sesi: Roberto Bolaño

03 Kasım 2017 - 03:11
Can Yayınları, mistik ve melankolik bir iklimden seslenen, Latin Amerika’nın edebi dehalarından Şilili yazar Roberto Bolaño külliyatına dört eserle devam ediyor
Şilili yazar Roberto Bolaño, kıymeti ölümünden sonra anlaşılan yazarların ilki değil ve sonuncusu da olmayacak kuşkusuz. Ama özellikle son on yıllık dönemde tüm dünyada öylesine bir Bolaño rüzgarı esti ki dikkatleri çekmeyecek gibi de değildi! Edebiyatta yaşanan bu Bolaño kasırgası önce Latin dünyasını ve çok geçmeden de tüm dünyayı vurmuştu.
 
Peki ne olmuştu da Bolaño böyle birden kıymete binmişti? Bunu anlamak için önce biraz eskiye gidelim. Roberto Bolaño aslında edebiyata ilk şair olarak adım atmış. Ancak şair olarak istediği başarıyı gösterememiş ve galiba yazdıklarını kendisine bile pek beğendirememiş! Evlendikten sonra para sıkıntısı baş gösterince düz yazıya geçmeye karar vermiş ve ilk romanlarının basıldığı 40lı yaşlarından itibaren şansı dönmüş. Onun en önemli iki romanından biri olarak gösterilen “Vahşi Hafiyeler” ile Latin Amerika’nın önemli edebiyat ödüllerinden, Venezuela Rómulo Gallegos Ödülü'nü kazanmış. Eh bütün bunlar ona bir şöhret kazandırmış elbette, ama mizacı üstünde pek bir değişiklik yaratmamış anlaşılan, çünkü o dönem edebiyat çevrelerinde biraz saldırgan ve kural dışı tavırlarıyla tanınmış. Tıpkı öykülerindeki kahramanları gibi hep biraz ayrıksı, fazlasıyla özgür ve sıra dışı olmuş. Ancak ona bugünkü asıl şöhretini kazandıran kitap, ölümünden bir yıl sonra 2004 yılında basılan 2666 oldu. 2008 yılında İngilizceye çevrilen roman tüm dünyada bir anda ses getirdi ve tüm dünyada bir Bolaño fırtınası esmeye başladı. Soruyu yeni baştan alırsak, Bolaño’yu böyle bir anda gözde yapan sır ne?
 
Edebiyat severlere göre onun en önemli sırrı; melankolik dilinde ve postmodernistlerin bile hızla demodeleştiği günümüz edebiyat dünyasında, ayakları hala yere basan, hayatın içinden kopup gelen yazım tarzında saklı. Latin Amerika denilince akla büyülü gerçekçilik gelir, Bolaño ise tam tersine aşırı gerçekçilik akımını savunan ve insanın suratına çarpan sıkı bir gerçekçilikle yazan bir yazar olmuş her zaman. Eserleri arasında “Vahşi Hafiyeler”in yeri ise farklıdır. Kayıp bir kuşak, düşler, şiir, sanat, dostluklar, yollar, ülkeler, aşklar, yitimler, ölümler, yalnızlıklar; kimi zaman arkalarından ağlanılan, sevilen kimi zaman da gülünen, dalga geçilen, hor görülen insanların ve bunların üstünden ezerek geçen zamanın bir resim gibi önümüze serildiği bir romandır. Romanda anlatılan insanların başlarından geçenleri okurken, yazarını tanımasak bile kolayca ‘buraya sanki yazarın yaşamından sızıntılar’ var diyebiliriz. Gerçekten de ‘damardan gerçekçiler’ adı verilen bir edebiyat akımı kurmak isteyen birkaç genç şairin trajik, hüzünlü, bir o kadar eğlenceli yaşamlarının romanı olan “Vahşi Hafiyeler”in yazarı da 1970’lerde, yani gençliğinde,‘infrarealism’ akımının kurucusudur. Bolaño, adı hep ‘Büyülü Gerçekçilik’le anılan Güney Amerika’nın bu akımı reddeden asi çocuğudur. Bu roman aynı zamanda bu asiliğin öyküsüdür. Kendisinin deyimiyle kendi kuşağına yazdığı bir aşk mektubudur. Romandaki gençler ‘damardan gerçekçiliği’ savunurken gerçekte ondan bile sert gerçekçilikle yazılmış bir romandır okuduğumuz.
 
Ne mutlu bize ki Bolaño’nun tüm eserleri bir süredir bizde de okunabiliyor. Daha önce Metis’ten okuduğumuz (başyapıtı “2666” ise Pegasus tarafından yayınlanmıştı) Roberto Bolaño’nun külliyatını, artık Can Yayınları yayınlamayı sürdürüyor. Bir süre önce “Lümpen Roman” adlı kitabını yayımlayan Can Yayınları, Roberto Bolaño’nun külliyatına dört eserle devam ediyor. Geçtiğimiz hafta, Türkçeye ilk kez kazandırılan “Mösyö Pain” romanı, “Tılsım”, “Uzak Yıldız” ve “Katil Orospular”la birlikte Can Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu.
 
Seda Ersavcı’nın çevirisiyle ilk kez Türkçeye kazandırılan “Mösyö Pain”, Edgar Allan Poe öykülerini anımsatan puslu ortamları ve esrarlı karakterleriyle Roberto Bolaño’nun hayal gücünün karanlık katmanlarını yansıtıyor.1938 baharında, Paris’te bir hastane odasında yatan Perulu şair César Vallejo’nun hıçkırık nöbetini kimse geçiremeyince, son çare olarak Franz Mesmer’in takipçisi, okült bilimler meraklısı Pierre Pain’e başvurulur. Ancak ortaya çıkan iki İspanyol, şairi tedavi etmemesi için onu ikna etmeyi başarınca Mösyö Pain kendini labirentimsi sokaklar ve koridorlarda, anlamını çözmekte zorlandığı bir kovalamacanın ortasında bulur.
 
Üslubunda ince bir doz mizahın da sezildiği öykü, giderek karanlıklaştıkça tuhaf bir şekilde yalnızca kahramanı Pain’i değil, okurunu da klostrofobik bir labirente sokuyor. Adeta pençelerinden kurtulamadığınız bu öyküyü okurken, siyah-beyaz bir gerçeküstü filmde dolaştığınız hissine kapılıyorsunuz. Öte yandan Bolaño’nun öylesine parlak bir edebi dehası var ki okuma zevkinin üst sınırına ulaştığınızı da hissediyorsunuz. “Mösyö Pain”, inceltilmiş edebi zevkleri olan has okurlar için nadir rastlanan ustalıkla şekillendirilmiş bir mücevher değerine sahip.
 
Roberto Bolaño külliyatının kült eserlerinden “Uzak Yıldız” ise işkence, sürgün ve ölüm arasında seçim yapmaya zorlanan bir neslin iğneleyici portresini sunuyor bize. Allende hükümeti döneminde silik bir şairken General Pinochet diktatörlüğünde yıldızlaşarak estetikten başka hiçbir şeye yaşam hakkı tanımayan bir ‘sanatçı’ olarak ortaya çıkan Carlos Wieder’in hikâyesi, Şili’nin yakın tarihiyle iç içe geçince Güney Amerika’nın en özgün anlatıcılarından biri doğuyor.
 
İlk kez 2001 yılında okuyucuyla buluşan “Katil Orospular” Roberto Bolaño’nun ikinci öykü kitabı. Türden türe sıçrayan bu anlatıların en belirgin ortak yönü kuşkusuz Bolaño’nun kuvvetli üslubu... Ölü şairler, İspanya’da oynayan Latin Amerikalı futbolcular, ünlü modacılar tarafından kiralanan cesetler, porno film yapımcıları, Avrupa’da sürgün hayatı yaşayan Şilililer ve yazarın birçok metninde karşımıza çıkan alter egosu Arturo Belano “Katil Orospular”da okuyucunun karşısına çıkıyor.
 
Latin Amerika’nın baskıcı rejimleri tarafından yaşamları örselenen nesillere bir ithaf niteliğinde olan "Tılsım" ise, 1968 yılında, México’da, polis ve askerler üniversiteyi bastığında saklandığı tuvalet kabininden on küsur gün çıkmayan Uruguaylı Auxilio Lacouture’nin dudaklarından şiir gibi dökülen bir anlatı. Roberto Bolaño, “Vahşi Hafiyeler”den filizlendirdiği bu romanda, ‘Meksikalı şairlerin anası’ Auxilio’nun hayatıyla hayallerini kesiştiriyor.
 
Ey okur ne mutlu sana! Önünde seni bekleyen müthiş bir edebi haz, unutulmayacak bir okuma süreci var…