Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Ebru Demetgül | Paris sendromu
08 Ekim 2012 - 07:10
Paris, sadece Japonların değil tüm dünya nüfusunun paylaştığı ortak hayallerden yalnızca bir tanesi
Paris deyince bir şehirden çok, içinde romantizm, aşk, güzel kokular, tertemiz sokaklar, şen kahkahalar, tatlılar, şaraplar, güzel müzik ve güzel insanlar barındıran bir cennet parçası geliyorsa aklınıza, böyle bir sendromdan haberinizin olsa iyi olur diyerek başlayayım. Popüler sanatın özellikle sinemanın tekrarlı bir biçimde ideal şehir ve yaşam tarzı temsilcisi olarak sunduğu Paris, bir gün bu yüksek beklentiyi karşılayamayarak sizi mutsuz edebilir. Bu sendromun verilerine göre eğer Paris’i iş veya seyahat amaçlı ziyaret eden bir Japonsanız intiharı bile düşünebilir, hayatınızdan tam anlamıyla soğuyabilirsiniz. İlk teşhis 1986 yılında Profesör Hiroaki Ota tarafından konulmuş. Sıklıkla 30’lu yaşlarını yaşayan, Paris’e seyahat etmiş Japonların yakalandığı, yılda ortalama 12 kişiyi mağdur eden bir sendrom olarak tanımlanıyor. Tetikleyen olaylar dil engeliyle, Fransızcayı düzgün konuşmak isteyip konuşamamakla başlıyor. Ardından kültür şoku başlıyor; dışa dönük, ruh halleri hızla değişebilen, özgür ruhlu Fransızlar, hatta bazen kaba davrabilen garsonlar karşısında katı dizgelerine tutunan Japonlar depresyon belirtileri göstermeye başlıyorlar. Ve en önemlisi, aşk ve romantizm şehri, bir peri masalı Paris’in bu kocaman balonların içini dolduramaması sonucu yaşanan büyük hayal kırıklığı dibe vurduruyor. Baş dönmesi, uyuşma, halüsinasyon görme, kusma, sayıklama gibi fiziksel belirtileri de var. Tedavisi ise Paris’ten ayrılmak, eve geri dönmek. Japon Konsolosluğu’nun bu işe ayırdığı 7/24 açık bir telefon servisi de mevcut. Bu şekilde bakınca hayallerin büyüklüğü altında ezilip un ufak olan, çaresiz, siyah kısa saçlı, küçük Japonlar gözümün önüne geliyor ve hem gülüyor hem üzülüyorum.



Paris, sadece Japonların değil tüm dünya nüfusunun paylaştığı ortak hayallerden yalnızca bir tanesi. Amerikan vatandaşlığı hayali bile ortak hayallerimizden sayılır. Hayaliyle gerçeği arasındaki uçurum, kendi kendimize yaptığımız tuhaf bir işkence şekli neredeyse. Olmadığımız yerlerde, sahip olmadığımız evlerde, uzaktan baktığımız hayatlarda hep daha iyisi ve güzelinin var olduğunu düşünerek durmadan hareket ediyoruz dünya üzerinde bir o tarafa bir bu tarafa.

Paris sendromu her gün, binlerce kez yaşanıyor diyor Jun Yang. Sayısız hayalimiz ve aynı oranda sayısız abartı var. Bir şeylere karşı istek, arzu, özlem bizi yaşatıyor ve her güne bu motivasyonlarla başlıyoruz. Her gün büyük bir risk alarak duygusal bir yatırım yapıyoruz. Yang, “Paris Syndrome” adlı serisinde, 30’lu yaşlarını yaşayan Japon çiftlerini neresi olduğu belli olmayan bir şehrin içerisinde donuk, duygusuz bir şekilde dolaştırıyor, belki hayal kırıklıklarına karşı koruyor. ‘Modern’ çağda hayatta kalma şartlarını yeniden tanımlıyor.

Jun Yang, 1975 Tiensin, Çin doğumlu, 4 yaşından beri Avusturya’da yaşıyor. Çalışmalarını Tokyo, Avusturya, Almanya, Hollanda, Belçika, İngiltere, İtalya, Norveç gibi birçok ülkede sergileme imkanı bulmuş. Yang aynı zamanda 2010 yılından beri Taiwan, Yuanzhe Üniversitesi Sanat ve Tasarım bölümünde öğretim üyeliği yapmakta.