Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Terapi seansı gibi
11 Ocak 2013 - 09:01
Sıfır Nokta İki’nin oyunu ‘Yalnızlar Kulübü’nde, seyirciler ‘hayatın ritmi’ kursuna dahil ediliyor. Ama asıl izlediğimiz, metropol insanının yalnızlığı... Oyun bu anlamda ‘yalnız insanlar panoraması’ sunma görevini hakkıyla yerine getiriyor“Buraya neden geldiğinizi biliyor musunuz?” diye sorunca karşımdaki kadın, sorunun muhatabı ben miyim, değil miyime bakmadan düşünmeye başladım. Oraya neden geldiğimi biliyor muydum? Evet, biliyordum. Bir cumartesi akşamıydı, başka bir planım yoktu, üstelik hava da çok kasvetliydi. İnsanın içini sıkan, yalnızsa daha da yalnız hissettiren bir akşam işte... Adı ‘Yalnızlar Kulübü’ olan bir oyun, bu akşam için ideal bir seçim değil de neydi?

Nitekim, İstiklal Caddesi’nin kalabalığını aşıp İkinci Kat’taki koltuğumda yerimi aldığım anda, doğru karar verdiğimi anladım. Hasibe Eren çıktı karşımıza, Demet Sağlam adlı bir karakter olarak. Demet Sağlam, yalnızlar için ‘Hayatın Ritmini Bul’ diye bir kurs düzenliyor. 20 ders saatinde dürüstlük egzersizleri yapacağız, önce kendimize karşı açık olmayı öğreneceğiz ve kısmetse bir değişim-dönüşüm yaşayacağız, vaat edilen bu. “Biz” diyorum, çünkü az sonra yerlerini alacak kursiyerlerden önce biz varız karşısında ve bize soruyor ilk soruları Demet. Bana kalırsa o sırada oyuncu-kursiyerler de aramızda olsa iyiydi, çünkü onların daha sonra nereden çıkıp geldikleri biraz muamma benim için.

Büyüyen yalnızlık

Oyun boyunca, biz bu 20 seanslık ‘hayatın ritmi’ kursunun bir dönemine tanıklık ediyoruz. Farklı sebeplerle buraya gelmiş beş insanın 20 seans sonunda neye dönüştüğünü -ya da
dönüşemediğini- izliyoruz. Ama asıl izlediğimiz, metropol insanının yalnızlığı. Nitekim oyunun yazarı ve yönetmeni Sami Berat Marçalı’yı da ilgilendiren bu olmuş. Elektrikler kesildiği zaman bile birbiriyle konuşmak yerine cep telefonlarına bakmaya başlayan yeni dönem insanının hazin durumu... Teknoloji marifetiyle sosyallik ‘tavan yapmış’ gibi görünürken asıl büyüyenin yalnızlık olduğu gerçeği...

Bu gerçekten üzerine daha çok düşünülmesi, daha çok iş üretilmesi gereken bir konu. ‘Yalnızlar Kulübü’ de bu anlamda, bir ‘yalnız insanlar panoraması’ sunma görevini hakkıyla yerine getiren bir oyun. Bedir Bedir, Tevfik Şahin, Güçlü Yalçıner, Heves Duygu Tüzün ve Pınar Çağlar Gençtürk’ün canlandırdığı kursiyerlerin her birinin kendilerine ve Demet’e açık oldukları kadar öğrenebildiğimiz travmaları var. Çoğu geçmişin -hatta çocukluğun- hayaletleri tarafından kovalanmakta. Bu arada oyunun benim için ilginç bir yanı, Nazım’ın çocukken bir kız çocuğunu kaydıraktan aşağı ittiğini ve kızın kafası kanarken oradan kaçtığını anlattığı bölüm oldu. Aynı şekilde kaydıraktan atılıp kafası yarılmış bir kız olarak, benim kafamda küçük bir dikiş izi bırakan olayın belki de başka birinde böyle bir travmaya yol açmış olabileceğini düşündüm...

Bir hayli eğlenceli

Netice olarak, ‘Yalnızlar Kulübü’ bu şehrin insanı için terapi seansı gibi. Kursiyerlerin bir birinde görüyorsun kendini, bir ötekinde... Bazen de Demet Sağlam’ın ta kendisinde. O da diğerlerinden daha iyi durumda değil çünkü. Birileri hayatının ritmini arıyor kursta, o ise kendi hayatına bir amaç...

Böyle anlatınca içinizin sıkılacağı bir akşamdan söz ettiğimi düşünebilirsiniz, hayır, bir hayli eğlenceli yazılmış oyun. Hasibe Eren her zamanki gibi çok iyi. Basbayağı görünüşte pozitif, neşeli, dışa dönük, ama içinde karanlık noktalar barındırdığını keşfettiğiniz bir insanla tanışmış gibi oluyorsunuz. O orada yaşıyor, karşınızda. Aslında oyunun güçlü tarafı tam da bu, orada bir kursun parçası olup altı insan tanımış gibi hissettirmesi. Zayıf tarafıysa, tam bu sebeple oyun gibi değil kurs gibi ilerleyip pat diye bitmesi. Oyuncuların tamamı gayet iyi, ama benim için asıl keşif Pınar Çağlar Gençtürk oldu. Onun o pısırık, ezik Buse’nin içinden bambaşka bir kız çıkarışını izlemek müthiş keyifli. Sıfır Nokta İki’nin ‘Yalnızlar Kulübü’ne sırf onu görmek için bile gidilir... Ama her izleyici o kulüpte bulunmak için başka sebepler bulacaktır, kendisi için...