Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Kendin gibi olabilmek
24 Mart 2015 - 03:03 | Murat Yıldırım ve Ezgi Mola, 'Kocan Kadar Konuş'un başrollerinde.
Şebnem Burcuoğlu’nun ‘Kocan Kadar Konuş’ romanı hepimize tanıdık ve fevkalade komik gelmişti. Film, kitap kadar komik, daha da duygusal olmuş
Yalnızlığımızdan ne kadar memnun olursak olalım, onu biriyle paylaşmak, sevmek, sevilmek hepimizin derdi... Hayatımızda bir sevgili yoksa sanki her şeyde bir eksiklik var ve attığımız her adıma bir gün ‘tamamlanma’ hayali eşlik ediyor. Tabii ki çevremiz de yardımcı oluyor bu hayale... Belli bir yaşa gelmişsen “Yok mu bir şey?” soruları hayatın vazgeçilmezi. Akla ziyan ‘koca bulma’ taktiklerini ise saymıyorum bile, hepimiz biliyoruz onları. Şebnem Burcuoğlu’nun ‘Kocan Kadar Konuş’ romanı tam da bu yüzden hepimize tanıdık ve fevkalade komik gelmişti. Otuzlarına gelmiş, herkes patır patır evlenirken kendine kitaplarla kurduğu dünyada mutlu ama tabii ki aşık da olmak isteyen ‘Efsun’un hikayesiydi anlattığı. Anne, anneanne, iki kız kardeş ve muhtelif teyzelerden oluşan ‘kadın yoğun’ bir ailenin kara kuzusuydu ‘Efsun’. At nalı kadar tektaş yüzükten değil, Sabahattin Ali romanlarından etkileniyordu. Ve aslında aradığı, koca değil bunu paylaşabileceği biriydi.
 
Film daha duygusal olmuş
 
Ama sülale kadınlarının telaşı sonunda onu da sarınca, başlıyordu üzerine uymayan bu taktikleri denemeye.
 
‘Kocan Kadar Konuş’ BKM tarafından sinemaya aktarıldı, yönetmen Kıvanç Baruönü. Film, kitap kadar komik, daha da duygusal olmuş. O kahkahayla gülerken gözünün kenarında bir damla yaş parıldayan Ezgi Mola, unutulmaz bir ‘Efsun’. Birbirinden renkli kadınlar var; Nevra Serezli, Gülenay Kalkan, Ebru Cündübeyoğlu ve Begüm Öner... Dünya tatlısı Şebnem Sönmez... ‘Sinan’ karakterinde son derece başarılı Murat Yıldırım... Kısa ama etkili sahnesiyle Enis Arıkan... Hep birlikte çok tatlı bir dünya kuruyor ve seyirciyi de içine alıyorlar.
 
Çok gülüyorsunuz, evet... Ama “İki saat güldük, geriye bir şey kalmadı” diyeceğiniz komedilerden değil. Bütün o ‘Efsun’un düştüğü saçma haller, mutlu olma çabaları ve hayal kırıklıkları boşa gitmiyor hiç. Bir soru bırakıyor geride: Kendin gibi olamadıktan sonra mutlu olmak mümkün mü?
 
Gönlümüz ‘aslında’ tiyatrodaysa
 
“Benim gönlüm ‘aslında’ tiyatroda. Uygun bir proje olursa sahneye çıkmak istiyorum”. Bu herhalde duyduğumuz en beylik cümlelerden biri. O ‘uygun proje’ gelmez bir türlü. Bir de zaten salon sorunu var, ekonomik güçlükler var, var da var...
 
Bu kahrı çekmektense dizileri tercih edenlere hiçbir lafım yok. Ama hep söylediğiniz gibi gönlünüz ‘aslında’ tiyatrodaysa, bunun bir yolu bulunuyor.
 
Mesela ekranlarda Türkiye’nin en meşhur ‘valisi’ ya da ‘komiseri’ oluyorsunuz Erdal Beşikçioğlu gibi, ama önünüze gelen bin tane diziden birinde daha oynamak yerine tutuyorsunuz bütün birikiminizi, enerjinizi bir tiyatro sahnesine aktarıyorsunuz. Ankara’da, normalde bir devlet konservatuvarının yapması beklenen bir işe kalkışıyorsunuz; yeni mezunların deneyim kazanacağı bir Tatbikat Sahnesi kuruyorsunuz. Orada ‘Marquis de Sade’lar, ‘Woyzcek’ler, ‘Sartre’lar sahneliyorsunuz. Yetinmiyorsunuz, iki sene dolmadan İstanbul’da ikinci sahnenizi açıyorsunuz.
 
Nispetiye Caddesi’nde, Melodi Pasajı’nın içindeki eski sinema salonu, 400 kişilik Tatbikat Sahnesi artık. Erdal Beşikçioğlu’nun yedi senedir Devlet Tiyatrosu’nda kapalı gişe oynadığı ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ ile açıldı.
 
O ve yol arkadaşları şikayet edip mızmızlanmak yerine cengaverler gibi tiyatro yapmanın yolunu yaratıyorlarsa gözlerini karartıp, takipçileri olmak da bizim işimiz olsun...