Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Kaliteyle reyting paralel değil

Kaliteyle reyting paralel değil

07 Mart 2014 - 11:03
Türk izleyicisinin ‘Kurt Seyit ve Şura’ gibi 1916 Rusya’sında başlayan bir aşk öyküsünü değil; ihtimal kendisine daha yakın hissettiği ‘Küçük Ağa’yı tercih edeceğini tahmin etmek için müneccim olmak gerekmiyordu
‘Kurt Seyit ve Şura’ hakkında yazılanları okuyunca, “Ben herhalde başka bir şey izledim” dedim... Çünkü evet, ilk bölüm itibariyle çok fazla ‘aksiyon’la karşılaşmadık, bazı sahneler seyirciyi sıkacak kadar uzadı-ki bu zaten Türk dizilerindeki zaman sorununun hep yaşadığımız bir sonucu-ama güzel bir masalın dünyasına özenle anlatılmış giriş yaptık diye düşünüyorum.
 
Mekanlar, kostümler, atmosfer gayet başarılıydı.
 
Neden kadınların hepsi (özellikle Barones, Nina ve ne yazık ki Şura başta olmak üzere) ince hastalıktan muzdarip gibi soluk benizli ve gözlerinin altı mor halkalıydı, onu sanırım bir oturup yeniden düşünmeleri gerekiyor.
 
Parlayan yıldızlar
 
Oyunculuklar belli bir düzeyin üstündeydi. Özellikle Birkan Sokullu ve Ushan Çakır’ın bu dizinin parlayan yıldızları olacağı şimdiden görülüyor.
 
‘Kuzey Güney’de Kıvanç Tatlıtuğ’un yanına Öykü Karayel’i yakıştıramayan yurdum kızlarının şimdi de Farah Zeynep Abdullah’ın gözünün üstünde kaş aradığı görülmekte, bence gayet iyi bir kimya var aralarında.
 
Senaristler Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu, bugüne kadar çok izlenen bir dolu işe imza atmış, başarılı isimler. Seyircinin yavaş yavaş atmosfere ve karakterlere ısınacağı bir giriş yazmışlar. Petro ile Seyit arasındaki gerilimli dostluk, Barones’in tehlikeli kıskançlığı ve Şura’nın ilk aşk heyecanı pek güzel anlatılmış.
 
Bilmiyorum başka ne beklenmeliydi ki, daha ilk bölümden diziyi yerden yere vurma yolunu seçiyoruz?
 
Sorun herhalde bir diziye dünyayı kurtarma misyonu yüklemekte.
 
Çok fazla beklenti yaratılınca, hayal kırıklığı da, armudun sapı, üzümün de çöpü var yakınmaları da çok oluyor.
 
Zannedersiniz ekranlarımız ‘Breaking Bad’lerden, ‘Downton Abbey’lerden geçilmiyor...
 
Karşılaştırma abes
 
“Reytingde çakıldı” meselesine gelince: Türk izleyicisinin ‘Kurt Seyit ve Şura’ gibi 1916 Rusya’sında başlayan bir aşk öyküsünü değil; ihtimal kendisine daha yakın hissettiği ‘Küçük Ağa’yı tercih edeceğini tahmin etmek için müneccim olmak gerekmiyordu. Bu ikisini karşılaştırmaya çalışmak bile abes.
 
Ayrıca çok iyi bildiğimiz gibi, bizde dizilerin ‘kalite’si ile ‘reyting’i paralel olarak artmıyor. Bu da bizim makus talihimiz...
 
Aytek'in beğenmediği o kadın
 
Şaşırdığım falan yok, cinsiyet ayrımcılığına da, ‘genç ve  zayıf olan güzeldir’ kuralına da, kadının reklamların bir numaralı istismar unsuru olarak kullanılmasına da fevkalade alışığız bu ülkede.
 
Yine de Şahan Gökbakar’lı yeni internet reklamı cinlerimi tepeme sıçratmayı başardı.
Gökbakar’ın gönlüne göre kız bulamadığı için hayalindeki kadını yaratmaya karar veren Aytek tiplemesini gördünüz eminim, herhangi bir anda televizyonunuzu açtıysanız.
Peki onun istediği verileri yükleyip kız arkadaşını yaratmaya çalışırken ilk ortaya çıkan tombul kadına kadar sabrettiniz mi?
 
Aytek’in “Bu ne be?” diye derhal uçurduğu, yerine kusursuz güzellikteki Yasemin Allen’da vücut bulan Netta’yı koyduğu kadını?
 
“Şişman insanları rencide edeceğinizi hesap etmediniz mi?” demeyeceğim; belli ki bunu akıl edebilecek, böyle bir duyarlılık gösterecek kimse yok orada.
 
Ki fazla da ince düşünmeye gerek yok yani, bir bakışta insanın aklına ilk bu geliyor.
Aytek’in kendisi nasıl bir fiziğe sahip ki tombul bir kadına “Bu ne be?” diyecek! Ona da girmeyelim madem, atasözümüz var değil mi; “Göbeksiz erkek balkonsuz eve benzer”, erkekseniz her şey mübah.
 
Bari şunu söyleyin Allah aşkına: Komik mi?