Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Göçmen insanlık zamanı

Göçmen insanlık zamanı

29 Kasım 2017 - 10:11
Dostlar Tiyatrosu'nun 'Göçmenleeeer'i, göç meselesine dair "İnsanlar botlarla batıp karaya vuruyor, ne utanç verici manzara"nın çok ötesine geçen bir sorgulama içeren bir belgesel - oyun
'Göçmenleeeer' / Dostlar Tiyatrosu. Yazan: Matei Visniec / Çeviren: Zeynep Irgat, Osman Senemoğlu / Yöneten: Genco Erkal / Sahne ve Kostüm Tasarımı: Claude Leon / Işık Tasarımı: Hakan Özipek / Video ve Ses Tasarımı: Ümit Kıvanç / Müzik: Nâzım Çınar / Fotoğraflar: Burcu Yetiş / Oynayanlar: Genco Erkal, Şirvan Akan, Ayşe Lebriz Berkem, Lütfi Can Bulut, Cem Çetin, Yiğit Yarar 
 
Sahnedeki adam, fenerini üzerimize doğrultarak cep telefonlarımızı 'şarz' edip etmediğimizi soruyor. Bu geceden sonraki yaşam sigortamız o telefonlar. Gözümüzden değerli. Gözümüz olmadan hayatta kalabiliriz de o telefonlar olmazsa kimse gelip kurtamaz bizi denizin ortasından. İnsan kaçakçısı, bakkaldan nasıl ekmek alınacağını anlatır rahatlıkta hayatta kalma talimatları verir, "Bana düştüğünüz için şanslı olduğunuzu bilin, bugüne kadar hiç can kaybım olmadı" derken, izleyici koltuğunda olduğumu bile bile bir sıkıntı oturuyor göğsümün üstüne. Sonunda sağ kalıp kalmayacağı belli olmayan bir yola çıkmak için elinde avucunda ne varsa veren, o bota binip canını bu adama tesim edecek olan benmişim gibi.
 
"Hepiniz çatışmalardan kaçan savaş kurbanlarısınız" diyor o sırada adam; "Çünkü açlıktan ölmek siyasi iltica için geçerli bir neden değil. Böyle derseniz sizi hemen ülkenize geri yollarlar."
Hangi hayal, hangi umut insanı doğduğu, büyüdüğü, bir hayat kurduğu ülkesinden koparıp bir bilinmeze doğru yola çıkarabilir? Dilini bilmediği, kültürüne yabancı olduğu bir ülkeye neden gitmek ister? Neden göçer insanlar?
 
Bir ucunda ölüm, diğer ucunda yaşam 'ihtimali' olmasa bu yolculuğun, göze alınacak şey midir bu 'macera'? 
 
 
Peki sağ kalanlar?
 
Biz bunun muhasebesini yapar, o her gün görüp de evimize gelen davetsiz misafirler gibi baktığımız insanların neleri göze alıp da yola çıktığını düşünürken, peşpeşe sıralanmaya başlıyor önümüzde, yolculuktan sağ çıkanları bekleyenler.
 
Dostlar Tiyatrosu'nun prömiyerini İstanbul Tiyatro Festivali'nde yapan 'Göçmenleeeer'i, hepimizin çağın en büyük meselesi olduğunda hemfikir olup pek de üzerine kafa yormadığı göçmenlik meselesini her yönüyle ele alan bir belgesel - oyun. Kendisi de Fransa’da göçmen olarak yaşayan Rumen asıllı gazeteci - yazar Matei Visniec'in mültecilerin sorunlarını sahnede tartışmak amacıyla yazdığı oyun, bir Paris seyahati sırasında Genco Erkal'ın eline geçmiş ve ortaya "İnsanlar botlarla batıp karaya vuruyor, tel örgülere takılıp ölüyor, ne utanç verici manzara"nın çok ötesine geçen bir sorgulama çıkmış.
 
Evet, insan kaçakçıları tarafından kandırılıyor, kelle koltukta çıkıyorlar yola. Evet, hava koşulları yardım ederse menzile varıyor, değilse patır patır dökülüyorlar yollarda. Adalar, kıyılar isimsiz mezarlarla dolu ve oyundaki mezarcının söylediği gibi "Oyuncaklar bazen cesetlerden daha çabuk vuruyor kıyıya", evet.
 
Utanç verici yanıtlar
 
Peki 'kurtulanlar' için karaya ayak basmak gerçek bir kurtuluş oluyor mu? Visniec'in metni, bu sorunun belki o karaya vuran çocuk görüntüleri kadar utanç verici yanıtlarını döküyor ortaya. Böbreğine, korneasına, hayatına göz diken organ mafyasından şantajla peşkeş çeken kadın satıcısına kadar, çaresiz kalan insanın etrafında peydah olan çakalları. Felaketi fırsata çeviren göç rantçılarını. İçinden "Dünyanın tüm sefaletini biz taşıyamayız” demek gelirken, cümlesi iletişim danışmanı tarafından "Dünyanın tüm sefaletine duyarlı olmaya devam ediyoruz” şeklinde düzeltilen Avrupalı cumhurbaşkanını. İnsanın insana ettiklerini.
 
Genco Erkal'ın çarpıcı video görüntüleriyle desteklediği rejisi ve oyunculuk tercihleriyle de ortaya bu korkunç manzarayı olanca absürdlüğüyle ortaya koyan, en derin yaralara parmak basarken bir yandan güldüren, güçlü bir oyun çıkmış. Öyle "Ah vah" edip ağlayıp rahatlayamıyorsunuz. Tam gözünüz dolacakken bir tokat atıyor, bir kahkaha kopuyor, sonra neye güldüğünüzü fark ettiren bir tokat daha... İzleyiciyi serseme çeviren bir oyun özetle, 'Göçmenleeeer'. 
 
 
Yaşsız bir aktör
 
Genco Erkal'ın oyunculuğu da öyle. İnsan kaçakçısı, organ mafyası, Avrupalı cumhurbaşkanı, kadın satıcısı, mezarcı, seyyar satıcı ve göçmen olarak ustalığının doruğunda ve ciddi şekilde yaşsız bir aktör izliyoruz. Karşısında yine binbir karaktere bürünen başta Ayşe Lebriz Berkem olmak üzere; Şirvan Akan, Lütfi Can Bulut, Cem Çetin, Yiğit Yarar'dan oluşan başarılı bir oyuncu kadrosu var. Ve artık yeterince güldüysek, son vuruşta gerçeği yüzümüze vuran ve bununla asla ders vermeye kalkışmadan yapan bir finali.
 
Pakistan Fransızı, Afgan Almanı, Suriye Danimarkalısı, Hollanda Iraklısı, Somali Belçikalısı olmaya talip bütün göçmenler bir bir dile gelir; "Yeni bir insanlık kurma zamanı geldi; göçmen insanlık" diyerek "göçlerle dünyayı dikenli tellerden arındırma devrimi" önerirken, son sözü gene Nazım Hikmet'e veriyor Genco Erkal: "Ünlü bir şair söylemiş, yaşamak demiş, bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim. Olamaz mı?"