Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Bir dilek tutabilselerdi eğer...

Bir dilek tutabilselerdi eğer...

18 Aralık 2012 - 07:12 | Enis Arıkan, Deniz Türkali, Ece Dizdar, Saim Karakale ve Köksal Engür, Dot'un "Altın Ejderha" adlı oyununda.
Dot'un yeni oyunu "Altın Ejderha", bir Çin lokantasında kaçak çalışan çocuğun dramını, hiçbiri istediği hayatı yaşayamayan insanların hazin öyküsünü, baş döndürücü bir komedi sosuyla sunmayı başarıyorDaracık bir mutfakta, ateşin başında dip dibe çalışan beş kişi. Önlerinde derin bir tava, hem elleri işliyor hem çeneleri... Bambu filizli, siyah Çin mantarlı, istiridye soslu bir takım dana etleri, tavuklar, çorbalar seri üretim çıkıyor mutfaktan. Thai - Çin - Vietnam restoranı Altın Ejderha burası. Aralarından en genci, ufaklık dedikleri, kaçak olarak çalışıyor orada. Ve o akşam diş ağrısından kıvranmakta. Yerlere atıyor kendisini, kimsenin umrunda değil. Çok bağırıyor sadece, tek sıkıntı o. Sonunda bir kerpeten darbesi çözüyor işi. Bu kez de çok kan kaybediyor ufaklık. Ama asıl sorun yine o değil... Kerpetenin söktüğü diş, uçup bir çorbanın içine düşüyor. Acaba kime gidecek?
Altın Ejderha'nın bulunduğu apartmanın her katında başka bir hayat var, başka insanlar, olduklarından farklı görünen, olmak istediklerini ise hiçbir zaman olamayacak insanlar... "Bir dilek tutabilselerdi eğer", kim bilir her şey ne kadar farklı olacaktı... Yaşlı adamın bedenine kan - can gelecekti ihtimal... Hostes sevgili bulacaktı, onunla yemek yiyecekti artık Altın Ejderha'da... Çizgili gömlekli adamı terk edip başkasına gitmeyecekti kırmızı elbiseli kadın. Hatta zaten başkasıyla hiç tanışmayacaktı... Genç adam, hamile sevgilisi, bir de bebekleri bir ömür mutlu yaşayacaklardı... Karınca ile Ağustos Böceği'nin masalı öyle yazılmayacaktı, kuşkusuz. Ve mutfakta diş ağrısıyla kıvranan 'ufaklık', kendisi gibi o şehirde kaybolup giden kız kardeşine kavuşacaktı...

"Altın Ejderha", Alman tiyatrosunun 'altın çocuğu' Roland Schimmelpfennig’in oyunu. 2010 yılında sahnelendiğinde ülkesinde yılın oyunu seçilmiş. Schimmelpfennig, 90'ların başında bir süre İstanbul'da yaşamış, hatta Cumhuriyet gazetesinin Bizim Almanca dergisinde redaktörlük yapmış bir yazar. "Altın Ejderha", mart ayında Sibel Arslan Yeşilay'ın çevirisiyle okuma tiyatrosu olarak sunulmuştu. Dot ise oyunu, Almanya'da dramaturji ve yönetmenlik eğitimi alan genç yetenek Serkan Salihoğlu'nun çevirisi ve rejisiyle sunuyor.

Salihoğlu, daha önce Almanya'da "Altın Ejderha"nın yardımcı yönetmenliğini üstlenmiş olduğu için metne son derece hakim. O mutfakta hiç yaşamamış gibi kaybolup giden o göçmen çocuğun, bir lokma yiyecek için Karınca tarafından ona buna pazarlanan, en son lokantanın yanındaki Bakkal Hans'ın hoyrat ellerine düşen Asyalı Ağustos Böceği'nin dramını, o burnumuzun ucunu göremeyip içindeki kanlı dişle çorbamızı kaşıklamaya devam edişimizi, tam metnin istediği gibi, öyle bir tatlı ekşi sosla harmanlayıp servis ediyor ki, çok eğleniyoruz bir yandan.

Birkaç lamba, bir Altın Ejderha desenli halı, bir ocak etrafında dönen oyunun dekoru Gamze Kuş'a, ışık tasarımı Kemal Yiğitcan'a, müziği ise "Süpernova"da şapka çıkardığımız Uygur Yiğit'e ait.

Ve oyuncular... Sahneye kendileri olarak çıkıp, arkadaşlarını, annelerini, kardeşlerini selamladıktan sonra maskelerini takıp, birbirlerine aşçı gömleklerini giydirip "I Love Chinese" şarkısı eşliğinde oyuna başlayan, bize hikayeler anlatan beş kişi: Köksal Engür, Deniz Türkali, Ece Dizdar, Enis Arıkan ve Saim Karakale, hepsi birbirinden iyi. Oyun sürekli apartmanın katlarında dolaşıp o hikayeden bu hikayeye atlıyor, kimse kendi yaşını, kendi cinsiyetini oynamıyor, sürekli karakter değiştiriyorlar. Çizgili gömlekli sarhoş adamda Ece Dizdar var mesela, kırmızı elbiseli kadın Enis Arıkan... Köksal Engür ile Deniz Türkali kaza sonucu bebek sahibi olmaya hazırlanan genç çift, Saim Karakale ise fuhuşa zorlanan küçük Ağustos Böceği ve daha pek çok karakter... Hepsi de Uzakdoğulu aşçı bir yandan.

Ve biz, kimse oynadığı 'şeye' benzemezken ve sahneler, diyaloglar baş döndürücü bir hızla akarken, her şeyi takip etmeyi, aynı anda çok gülmeyi, çok üzülmeyi başarıyoruz. Ekibin başarısını başka nasıl anlatmalı?