Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | 'Hani iyiler kazanacaktı?'

'Hani iyiler kazanacaktı?'

15 Eylül 2015 - 02:09
Ezginin Günlüğü, 'İstanbul Gibi'yi yayınladı. Hüsnü Arkan gruptan ayrıldığında çok üzülmüştüm, şimdi daha çok güzel şarkımız oluyor diye seviniyorum. Bölünerek çoğalmak da mümkün, azalmak yerine
“Hani uyuyan dev uyanacaktı? / Günah cehennemde yanacaktı / Siz bana yalan söylediniz / Hani iyiler kazanacaktı?”
 
Ne tanıdık soru, değil mi? Hayata bu naiflikle hazırlanmış her çocuk hayatının bir yerinde, ama şu, ama bu sebeple bu soruyu soracaktır:  “İyi olduk da ne oldu?”
 
Neyse, maksat buralardan umutsuzluk üretmek değil, sizi yüreğinize iyi gelecek, şefkatli, dert ortağı bir albümle tanıştırmak... Kadim dostumuz Ezginin Günlüğü adı gibi ‘İstanbul Gibi’ adlı albüm yaptı. Çimens Yapım'dan çıktı geçen hafta.
 
Hüsnü Arkan gruptan ayrıldığında çok üzülmüştüm, şimdi daha çok güzel şarkımız oluyor diye seviniyorum. Bölünerek çoğalmak da mümkün, azalmak yerine. Eylem Atmaca Karaca, Çağrı Çetinsel, Cafer İşleyen, Can Göktürk, Nadir Göktürk, Erkan Gürer ve Cem Gezginti’den oluşuyor grup şimdi.
 
Albümde 13 yeni Nadir Göktürk şarkısı var. İki Ahmet Erhan, bir Ahmed Arif (Meşhur ‘Diyarbekir’), bir de M. Gündüz Göktürk şiiri dışında sözler de ona ait.
 
 
Bakmayın, yazının başındaki sözlere... Herkes işbaşı yaparken ‘düşbaşı’ yapan ‘fakir’ aşıklar, kaldırımlarda kuş gibi koşmak isteyen ‘acemi aşıklar’, her isme akrostiş yazan ‘aşıkçılar’, anlayacağınız aşkın binbir türü var şarkılarda. Karanlık günlerin en maharetli panzehiri, aşk.
 
Tabii ki her Ezginin Günlüğü albümünde olduğu gibi rakı, balık, peynir, bir de misketler, topaçlar ve ekmeğe salça süren komşu teyzeler...
 
Kısacası çocukluk gibi, ilk gençlik gibi, cebinizde dertler biriktirmediğiniz uçarı zamanlarınız gibi bir albüm ‘İstanbul Gibi’.  
 
Gözle görmeden olmuyormuş
 
Çok rahatsız olduk, kimimiz kızdık, “Paylaşıp durmayın şu kumlarda cansız yatan bebeğin fotoğrafını, görmeden anlayamıyor muyuz üç yaşında bir çocuğun savaştan kaçarken boğulup ölmesinin korkunçluğunu?” diye... 
 
Ama gördük, kaçamadık. Gözlerimizle gördük, ‘fotomontaj’ diyemedik, ‘Eski bir fotoğrafı alıp kullanıyorlar, gerçek değil’ gibi bahanelere sığınamadık, gördük.
 
Vicdanlarımız yaralandı, utandık o gece üzerini örterken çocuklarımızın, o melek çocuğa; Aylan Kurdi’ye bir mutlu son yazdık kafamızdan: ‘Böyle olmalıydı aslında...’
 
Dünya sanki ilk kez tanıştı göçmenlik diye bir kavramla... Acil plan sözleri verildi, ‘zaman her şeyin ilacı’ cümlesi yanlış yorumlanmış olacak ki, üç günde unutuldu.
 
Şimdi biliyor muyuz? Pazar günü Ege Denizi’nin sularında 14 Aylan daha kaybettik. Dördü bebek. Ama bugün hepimiz bunu konuşmuyoruz, bakın. Facebook’umuzda,  Twitter’ımızda bambaşka konular var. 
 
Öyle de olacak tabii, hayat binbir derde, acıya rağmen devam ediyor, etmeli. Ama ‘Bu fotoğraflar yayınlanmalı mı? Anlamıyor muyuz gözümüze sokulmadan?’ derken haksızmışız,  gözümüzle görmeden anlamıyormuşuz, inanmıyormuşuz demek ki...  Bunu da bir fark edelim...