Milliyet Sanat
Temmuz 2016

Yalnızlıklar

Necmiye Alpay
Şeref Bilsel, 'yalnız(lık)' kavramından başka, Türkçedeki ‘dil’ sözcüğünün de değerine katkıda bulunan bir şair yazar.
"Yalnız Şiir"
Şeref Bilsel
Ayrıntı Yayınları
Fiyatı: 20 TL
Şiir
 
NECMİYE ALPAY
 
Şeref Bilsel, arkadaşı Cenk Gündoğdu’yla birlikte, dergileri, derlemeleri, soruşturmaları ve yıllıklarıyla, şiirin toplumsal yaşamına dayanak olmayı üstlenen şairlerden. Yayımlanmış dört şiir kitabını “Sürgündeki Rüzgâr” adıyla bir araya getirmesinin ardından, şiir yazılarını da bir kitapta derledi: “Yalnız Şiir”.
 
Bu adı nasıl okumalıyız? “Yalnız Şiir” derken, ‘yalnız’daki vurgu hangi hecede olmalı? Vurgunun ilk hecede olması durumunda, ‘yalnızca şiir’ demiş oluruz, ‘sadece şiir’. Vurgu ikinci heceye geçtiğinde ise, ‘bir başına kalmış, yalnız yaşayan şiir’ gibi bir anlam doğar. Kişisel olarak, her iki seçeneği de kitabın içeriğine ve şairin poetikasına uygun bulmak eğilimindeyim. Gerçekten de Bilsel’in şiiri ve yazısı, edebiyatta ve şiirde yüz kadar yıldır izlediğimiz sınır zorlama eğilimleri karşısında bilinçli bir direnç ortaya koyuyor.
 
Edebiyat ona yetiyor
 
Bilsel’in bir tür edebiyatçı dili yarattığından söz edilebilir. Şairane olmayı dışlamayan bir söylem bu. Bilsel, günümüzün şairanelikten kaçınmayan şairlerinden. Bu bir grup ya da akımdır demiş olmayayım: Söz konusu şairlerin ortak noktaları, deneyselcilikten uzak, hatta belirli bir klasisizmi olan, 'şiir dairesinde' bir söylemi yeğlemeleri. Sözcük seçiminde ve sözcüklerinin eskiliği/yeniliği konusunda rahat olan şairler bunlar. Biraz abartarak, bir Servetifünun çağrışımından bile söz edilebilir. Öyle görünüyor ki bu şairler, şiirin verili birikmiş- tarihsel olanaklarını tükenmiş saymamakta, tam tersine bir meydan okumayla bu olanakları şiiri hem yazmak hem de değerlendirmek konusunda yenileyerek devreye sokmaktadırlar. Günümüzün çokdisiplinli ya da disiplinlerarası bakışlardan geçilmeyen ve deneyselliğin güç kazandığı ortamı düşünüldüğünde, yazdıklarında edebiyat içi kalma iradesi başlı başına bir özellik haline geliyor. 
 
Yalnızlığın özgülleştiği metinler
 
Bilsel bu bapta en uç örnek değil. En azından, her yazısıyla öyle değil. Uç örnek, Bilsel’in şiiriyle ilgili en iyi yazılardan birinin de yazarı olan Hüseyin Köse’dir sanıyorum. Bilsel’in “Yalnız Şiir”i, 'endam, kabarmak, içre, -E yürümek' vb. belirli sözcüklerin ayırt ediciliğine karşın, bir üsluptan çok, genel bir çizgi olarak gündelik dilin kalıplarından uzak durmasıyla ortaya çıkıyor daha çok.
 
“Yalnız Şiir”deki yazılardan hemen her birinin sonunda 'yalnız(lık)'la ilgili en az bir söz, bir cümle ya da küçük bir paragraf yer alıyor, bir çeşit imza gibi. Bu başvurunun bütünüyle özgül ve çok temel bir yalnızlık bağlamıyla iç içe olduğunu söylemek gereğini duyuyorum. Ötedenberi alıştığımız, sevgilinin ihaneti ya da uzak durması bağlamından da, metafizik yalnızlığımızdan da, çağımızda kimsenin kimseye yar olmadığı fikrinden de farklılaşan bir bağlam bu. Belki onları da içeren, ama temeldeki zorlu etik üstlenimlerimizi taşırken ihtiyaç duyduğumuz sağlamlığın gerektirdiği türden bir yalnızlık kavramı. Diyebilirim ki Bilsel, başta 'yalnız(lık)' ve 'dil' olmak üzere bazı Türkçe kavramların değerine katkıda bulunmaktadır. “Dağdağa” adlı şiirinden: "dil göğe çıktı bebeklerin vaveylasıyla / dil kendi biçti yabanın ektiğini telaşla /  dil evet dil unut diyen dil"
 
“Yalnız Şiir”deki yazılar genellikle okunaklı, hatta yer yer öğretici/ansiklopedik, ama yer yer de iyiden iyiye şairaneler. Elbette şiir dünyasının bütününde değil, ancak geniş bir kesiminde olup bitenler bu denemelerden izlenebilir.