Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » '60’ların ruhuyla: Sennur Sezer
Ekim 2015
Türkçe edebiyatın emekçi kalemi Sennur Sezer, 7 Ekim'de İstanbul'daki evinde hayata veda etti. Sezer'i, Cavit Nacitarhan'ın hazırladığı biyografisi ile anıyoruz...
Türkçenin yaşayan büyük kadın şairlerini sayarken, Gülten Akın diye başladıktan sonra Melisa Gürpınar ve Sennur Sezer diye devam edemeyeceğiz artık. Melisa Gürpınar’ı geçen yılın kasımında, Sennur Sezer’i bu yılın ekiminde kaybettik. Bu sonuncu kayıp, duygu dünyamızda Ankara katliamıyla birleşti. Sennur ölmese yasımızda bizimle beraber olacaktı. Melisa Gürpınar da öyle elbette. Ama Sennur’un bize bıraktığı yas, Ankara’nınkiyle iki gün arayla birleşti. O bir barış ve sosyalizm aktivistiydi. Her zaman güncelin içinde, ön sıralarda. Hayatını, 'şiirlerinden örnekler'i ve hakkında yazılanları, Cavit Nacitarhan’ın hazırladığı “Sennur Sezer” adını taşıyan kitapta bulabiliyoruz.
Kitabın üstbaşlığı “Şiirin ve Umudun Yorulmaz İğnesi”. Şairin iki dizesinden esinlenme aslında bu üstbaşlık. Söz konusu olan, bir nakış iğnesidir: “Yorulmaz iğnesiyle şiirin / bilinen bir çiçeği işliyorlar hayata”.
Silik olanın tersi
Sennur Sezer bende Fernand Leger adlı Fransız ressamını çağrıştırır, hem hayatı hem şiirleri hem de fiziksel varlığıyla. Çağrışımın nedeni, Leger’nin resimlerindeki işçi figürlerinin yanı sıra, son derece net, keskin, kendine özgü çizgi ve renklerle nakşedilmiş kompozisyonlardır sanıyorum. Silik olan ne varsa, Sennur onun tersidir çünkü. Tanıyan herkesin onun ölümünden ilginç bir keskinlikle etkilenmesi belki biraz da şiirleri dahil şahsının zihnimizde oluşturduğu güçlü imge nedeniyledir. Bu kolay silinmeyecek izin gerçek anlamıyla bir paydaşı olan Adnan Özyalçıner’e bir kez daha başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
Sennur ilk kitabını 1964’te çıkarmıştı. Aynı tarihi taşıyan “Soyut” adlı şiiri birkaç açıdan ünlü ve önemli. “Sennur Sezer” adını taşıyan kitapta da yer alan bu şiir (s. 321) gerçekte o yılların poetika tartışmaları çerçevesinde yazılmış bir tür meydan okumadır. Gerek bu meydan okuma meselesi, gerekse şiirin kalitesi o dönem epey tartışma konusu olmuş. Hüseyin Cöntürk, Asım Bezirci, Behçet Necatigil şiir için neler demiş, bütün bunlar var kitapta.
“Soyut” sıfatı, '60’lı yılların yükseleni olan 'Toplumcu Gerçekçi' şiir anlayışı tarafından İkinci Yeni anlayışına yöneltilen bir suçlama sözüydü. Sennur Sezer’in bu adı taşıyan şiirinin başlangıç dizeleri salt biçim açısından 'soyut'a öykünür, içeriği ise bir parodi olarak 'Toplumcu Gerçekçi' anlayışla yazılmış, böylelikle iki akım arasındaki tartışma için iyi bir dolayım sağlamıştır.
Bence son iki dizesi dışında gayet güzel bir şiirdir “Soyut”. Gelgelelim, Sennur bu şiiri poetikasının bir tür manifestosu gibi, esas olarak o iki dize için yazmıştır. Dolayısıyla, şiirini yer yer kayba uğratan indirgemeciliğinin de habercilerindendir bu şiir. Söz konusu iki dize ise şöyledir: “Fildişi kuleleriniz daha sarsılmadı mı / Bu ne denli uyumak.”
“Karşımda buruk acı”
Sennur, poetikasını kitapta yer alan “Ben Sennur Sezer” başlıklı yazısında da ortaya koyar. Şairler için, “Okurlarıyla ortak bir dil bulmak zorundadır” der o yazıda. “Ortak dil” dediğine net tanımlar getirir. Şiirinde 'toplumcu' aklın karşısında ondan bağımsız, başlı başına bir kanal açmaktan kaçınır.
Buna karşılık, kendi çizgisi içinde yer yer özerk kalabilmiştir. Bestelenmiş şiirlerinden herkese en tanıdık gelecek olanı, “Buruk Acı”dır sanıyorum, “Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı” diye biten ünlü şiir. Hepimizin sevdiği, bazen hep bir ağızdan söylediği şarkı. Şiire göre biraz fazla şen gelen müzik, Teoman Alpay’ın.