Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Belki de çocuklar ‘dünya için bir şans’
Aralık 2017

Belki de çocuklar ‘dünya için bir şans’

Ece Erdoğuş Levi, “Dünya İçin Bir Şans” ismini verdiği kitabında aklına hep tuhaf sorular düşen, her şeyi çok merak eden bir çocuk olan Can’ın çıktığı fantastik yolculuğu anlatıyor.

ADALET ÇAVDAR

 

Daha önce “Kolpa”, “Yok Olma Kı­lavuzu”, “Şehir ve İnsan” ve “Şe­hir ve Yemek” kitaplarını yazan Ece Erdoğuş Levi, yeni kitabı “Dünya İçin Bir Şans”ta, 12 yaşındaki meraklı Can’ın hikayelerini kaleme alıyor. Ece Erdoğuş Levi, desenlerini Gökçe İrten’in hazırladığı kitabını anlattı...

 

Bu ilk çocuk kitabınız ve çok hüzünlü...

 

Öyle bir tarafı var. Aslında benim ye­tişkin kitaplarımda da böyle bir hava var. Ters köşe yapmayı seviyorum. Hüzünlü bir şey anlatırken onu mutlu bir şeye çe­virmeye çalışıyorum. Bu kitapta da öyle. Durağan, yani sadece fantastik bir yolcu­luk değil, aynı zamanda duygulara doku­nan bir yönü var. Karakterim de bir yan­dan hüzünlü bir yandan komik bir çocuk.

 

Kitap dokuz yaş üstü çocuklar için. 12 yaşında Can diye bir erkek çocuk var. Nasıl ortaya çıktı Can?

 

Can birdenbire girdi aklıma. İlk sü­reç, öncelikle bir çocuk kitabı yazmaya karar vermemle oldu. Bunun sebebi kı­zım Masal’dır. Benim üç buçuk yaşında bir kızım var; o doğduktan sonra ise çok az bildiğim yeni bir dünya keşfettim. Çocuk kitaplarını okumaya başladım ve beni büyüledi okuduklarım. Çok sanat­sal bir dünyaları olduğunu düşünüyo­rum, illüstrasyonlarla birlikte. Ben ki­tap yazmaya başlamadan önce çok fazla hesap kitap yapmıyorum. Kafamda belli bir dünya, bir atmosfer, bir de çocuk olu­yor. Can bir erkek çocuğu, çok meraklı, esprili, çok soru soran, hassas bir çocuk… Böyle bir çocuk kurguladıktan sonra so­rularla başladım. Sonra hikaye kendini geliştirdi.

 

Kızınız Masal hayatınıza gir­dikten sonra hayatınız nasıl değişti? Dünyaya bakışınız ya da bir çocuğun duygusuyla ilgilenişiniz…

 

Aslında çocukların dünyasının ve sorularının çok basit görünmekle bir­likte çok derin olduğunu keşfettirdi Ma­sal bana. Biz yetişkinlerin hayatı maddi manevi problemlerle, olumlu olumsuz deneyimlerle akıp geçiyor. Bu da bence çok direkt ve dünyanın kalbine dokunan bir bakış değil. Ama çocuklar her şeyi sı­fırdan anlama aşamasında. O yüzden de her şeyi çok daha doğrudan hissedebili­yorlar. İşte Masal’ın dünyaya ve çevresi­ne bakışındaki basitlik beni çok etkiledi. Onun dışında duygusal anlamda anne ol­mak tabii ki her şeyi değiştiriyor. Masal doğduktan iki ya da üç gün sonra, taksi­ye bindim. Yalnızdım ve taksici çok hızlı sürüyordu. O anda “Şimdi ölürsem Ma­sal ne olacak,” diye kaygılandım. Masal, hayatımdaki önemli bir kırılma noktası. Ölüm korkusu diye bir şey var benim için artık. Bir çocuğun büyüdüğünü gör­mek aslında insanın kendi çocukluğuna bakması ve onu yeniden değerlendirme­si anlamına da geliyor. Ben çok fazla dü­şünmezdim kendi çocukluğum üstüne. Ama o benim karşımda ve bana benze­yen bir çocuk. Kendimi onunla değer­lendiriyorum. Masal beni olgunlaştırdı ve daha sevgi dolu bir insana dönüştüm. Bence çocuk sahibi olmak yumuşatıyor insanı.

 

Bir kadın ve kız çocuğu annesi olarak kitabınızda neden bir erkek çocuk karakterle yola çıktınız?

 

Eğer başkarakterim bir kız çocuğu olsaydı Masal’ın bir izdüşümü gibi du­racaktı. Ondan uzaklaşmak istedim. Bel­ki fiziksel olarak Masal’ın özelliklerini yansıtacaktım ya da Masal’ın soruları canlanacaktı kafamda... O yüzden başka bir şey yapmak istedim.

 

Başkarakteriniz Can çok sor­gulayan bir çocuk, hatta erken bü­yüyecek olan çocuklardan biri belki de. Hem çocuk için hem etrafındaki insanlar için de can sıkıcı bir şeydir bu... Bugüne baktığımızda Can’dan daha büyük bir sürü insanın hayata o kadar da dikkatli bakmadan yaşa­dığını fark ediyoruz. Can da bunu sorguluyor zaten. İnsan zamanla bü­yürken neyi kaybediyor ya da neyin telaşına kapılıyor? Neden sorgula­maktan, üzülmekten ya da sevinmek­ten vazgeçiyor?

 

İki sebebi var gibi geliyor. Birincisi artık çok fazla şeyle dolmuş olmamız. Bu hem fark etmeyi güçleştiriyor bence hem de bunu da yüklenmek istemiyor insan. İkincisi de kendini korumak. Bir de sertleştiriyor hayat insanı. Duyarlılı­ğımızı törpülüyor belki de.

Kitabınız insana bir sürü şey hatırlatıyor. Derelerin kuruması me­selesinden savaşa dek...

 

Aslında bir çocuğun psikolojisini okumaya çalıştım biraz. Savaşı nasıl gö­rüyor, arkadaşını nasıl görüyor? Savaş­tan gelen arkadaşı ona ne yaşatıyor? Ben bu kitabın aynı zamanda büyükler için de olduğunu düşünüyorum.

 

 

“Ben roman yazacağım”

 

Kitabın desenleri Gökçe İrten’e ait. Onunla nasıl çalıştınız?

 

Biz metni verdik. Gökçe (İrten) üzerine çalıştı ve bana görselleri gönderdi aşama aşama. Görseller ilk geldiği anda “Tamamdır!” dedim. Çok güzeldi hepsi. Fikrine çok güvendiğim birkaç insana gösterdim ve onlar da çok beğendi. Gökçe çok başarılı bir isim. Kendi kitapları da var.

 

Küçükken de yazar mıydınız?

 

Damardan şiirler yazardım, çok komikti. İlkokulda Türk pop müziği şarkısı gibi acıklı şiirler kaleme almıştım. Onun dışında “Harry Potter” okuduktan sonra bir çırpıda roman yazmaya giriştiğimi hatırlıyorum. 20 sayfa filan yazabildim herhalde. Sonra uzun süre düzyazıyı bıraktım ve şiirle devam etti. Benim kızım da roman yazacakmış, öyle diyor. Babası (Mario Levi) roman yazıyor. Yeni romanını bitirmek üzere. Ben de yeni roman üzerinde çalışıyorum. Evde iki tane kendi dünyasına çekilen, bilgisayar başında yazı yazan iki insan görüyor çocuk. En sonunda bir gün, biraz da sinirli, eline defteri almış gidiyor. “Nereye gidiyorsun,” dedim, “Roman yazacağım ben gidip,” diye cevap verdi. Sanki, “Yeter roman yazdığınız” der gibiydi. Biz öyle bir kumaş görüyoruz Masal’da da…