Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » “Edebiyatı hayattan hariç saymamak lazım”
Nisan 2015
“Edebiyatı hayattan hariç saymamak lazım”
"Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde" ve "Olduğu Kadar Güzeldik" adlı öykü kitaplarının ardından Mahir Ünsal Eriş, ilk romanı "Dünya Bu Kadar"ı yayımladı. Eriş kitabında, birbirinin hayatına bir şekilde dokunmuş karakterleri ince ince işliyor.
ÖZGE KARA
Pek çoğumuz 2012 yılında çıkardığı "Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde" adlı öykü kitabıyla tanıdık Mahir Ünsal Eriş’i. Büyüdüğü mahalleden, okuduğu okuldan, ailesinden, arkadaşlarından, kısacası yakın çevresinden ilham alan karakterleri sayesinde daha ilk kitapta okuruyla arasında samimi bağlar kurdu. Kitapları elden ele dolaşmaya başladığı ilk günlerden bu yana sosyal medyada, sokaklarda, duvarlarda, banklarda en sık karşılaştığımız alıntılardan biri oldu kendisine ait şu sözler: “İçime bir ad koyacak olsam Leyla derim, öyle güzelim”.
“Kanatlarımız olsa be Metin” temennisiyle tebessüm eden bir okur kitlesi yarattı kendine. Yalnızca üç yıl içinde böylesi bir samimiyeti yakalamayı başaran yazar, geçtiğimiz günlerde ilk romanını çıkardı: "Dünya Bu Kadar". Kurgusu, zengin betimlemeleri ama özellikle de güçlü karakteriyle Eriş’in şimdiye dek takındığı içten üsluba yakışır bir roman "Dünya Bu Kadar". Birbirlerinin hayatına çeşitli şekillerde dokunmuş karakterler ve onların tanık olduğu olaylar aracılığıyla bir nevi Türkiye’nin, Türkiyelinin hikayesini anlatıyor. Mahir Ünsal Eriş ile ilk romanı ve yazım süreci üzerine konuştuk.
Kitabı okurken sanki bir çok öykü bir araya gelmiş, öykücülüğü roman yazarken de devam ettirmişsiniz gibi hissettim. Öyle mi oldu gerçekten?
"Dünya Bu Kadar"ı yazarken ilginç sayılabilecek öykülerin anlattığı, basit bir ana öykü kurmaya çalıştım, belki de bundandır. İşin açığı biraz indirgemeci buluyorum bu türden yaklaşımları. Öyküden romana geçiş yapmak ya da öykücülüğü bırakmadan roman yazmak gibi bir şey yok bence. Bir teknik denedim yalnızca.
Çok fazla karakterin bir araya geldiği bir roman "Dünya Bu Kadar". Hem çok doğal hem de çok güçlü karakterler bunlar. Karakter yaratmayı seviyorsunuz diyebilir miyiz?
Elbette. Hikaye anlatmak kadar karakter anlatmayı da seviyorum. Her biri birbiriyle doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı karakterlerin kesiştiği ya da karşılaştığı bir hikaye fikrini oldukça eğlenceli ve heyecan verici buldum her zaman. Bu yüzden bunu denemek istedim, öykülerimde de denemiştim ufak tefek.
Peki en çok nelerden besleniyorsunuz bir karakteri yaratırken?
Kimi zaman yaşadığım dünyadan, kimi zaman hayal gücümden. Ama daha çok hayal gücümden diyebilirim.
Gerek anlattığınız bu karakterler, gerekse onların şahit olduğu olaylarla bir tür Türkiye panoraması çiziyorsunuz bu romanda aslında. Böyle bir amacı var mı kitabın?
Böyle bir görünüm elbette var ama amaçlanan şey bu değildi. Edebiyatı hayattan hariç saymamak lazım diye düşünüyorum. Dolayısıyla yaşanan hayat, öyle ya da böyle, yazının da bir parçası oluyor. Ben Türkiye insanına dair hikayeler anlatmaya çalıştım, ister istemez Türkiye de anlatılmış oldu. Bundan memnunum.
Özellikle politik olay ve kişileri anlatırken isim ve yıl gibi detaylar kullanmıyorsunuz. Ülkenin şahit olduğu pek çok meseleyi anlatıyorsunuz; ama biz okur olarak bunları anlattığınızı dolaylı yoldan anlıyoruz. Bu bilinçli bir tercih miydi?
Yok, kasten yapılmış bir şey olduğunu söyleyemem. Ama yazdığım metnin içinde adlı adınca olmalarından kendim bile farkında olmadan kaçınmışım sanırım. Yine de anlaşılmayacak kadar gizlenmiş ya da örtülü sayılmazlar. Herkesin, kimden ya da hangi zamandan bahsedildiğini anlayacağı kadar ortadalar.
Arka plana yerleştirdiğiniz olaylar arasında 1999 Gölcük depreminin anlatıldığı sayfalar etkileyiciydi. Tasvir yönü çok güçlü bu sayfaların... Üstelik bu acı olay, kitabın farklı noktalarında farklı karakterlerin hayatında tekrar tekrar çıkıyor karşımıza. Bunun özel bir nedeni var mı?
Aslında Büyük Gölcük Depremi’ni bir arka plan değil de hikayenin önemli öğelerinden biri sayıyorum. Hem romanın gidişatındaki belirleyiciliği hem de romandaki birçok karakterin hayatına olan etkisiyle bu büyük deprem de romanın karakterlerinden biri sayılabilir belki. Çok büyük bir acıydı. Her an yeniden, belki de daha beterini yaşayacağımız bir acı. Hiçbir tedbir, hiçbir ders alma yok. Toplanma alanları bile ranta peşkeş çekilmiş; rezidans, alışveriş merkezi olmuş. Ben bu türden büyük olaylara, 'anlatılmasa olmaz' gözüyle bakarım genelde.
Bölümler hep aynı iki cümle ile başlıyor, bir başka aynı sahne ile kapanıyor. Neden böyle bir kurgu tercih ettiniz?
Hikayelerin anlattığı bir hikaye kurmaya çalıştım romanı yazarken. Bu da bunca karakter, yer ve olayla, dağılmaya çok müsait bir yapı arzediyordu. Bu nedenle, nerede olduğumuzu sık sık hatırlatan bir kurgu denemeye çalıştım.
"Dünya Bu Kadar" isminin nasıl bir temsili var hikayede?
"Dünya Bu Kadar" derken aslında biraz Türkçe’deki 'dünya küçük' deyişine gönderme yapmaya çalıştım. Bir de kitabın girişindeki “Ah Muhsin Ünlü” alıntısında da dile getirdiğim üzere, "Dünyayı gözünde çok da büyütmemek lazım," anlamı var elbette.
"Başkalarının anlattıklarından kendime bir mazi kurdum"
Yazma süreciniz nasıl ilerledi? Daha önce hikayeler yazdınız hep...
Kafada kurmak diye adlandırılabilecek kısmına çok vakit ve emek harcıyorum ben. Bir hikayeyi, anlatıyı, yazıyı kurmak kayık inşa etmekse onu kağıda geçirmek kayığı suya indirmek demek galiba. Ben kayığın inşası kısmını daha eğlenceli ve heyecanlı buluyorum.
“Annemin konuştuğu dilde yazmaya çalışıyorum,” diyorsunuz. Nasıl bir dil bu?
Edebi olma gayretinden uzak, doğal, çıplak ve müziği kendinden bir dil. Annemle konuşmuş olsanız anlardınız ne demek istediğimi. Öyle güzeldir ki lisanı.
29 yaşında geçirdiğiniz bir nörolojik rahatsızlık sebebiyle lise ve üniversite yıllarınızı hatırlamadığınızı söylemişsiniz bir röportajınızda. Bu durumun yazılarınıza nasıl bir etkisi oldu?
Lise değil de, üniversite yıllarımı pek ayrıntılı hatırlayamıyorum. Başkalarının anlattıklarından kendime bir mazi kurdum demek uygun olabilir. Yazılarıma etkisi oldu mu? Olmuştur sanırım, çocukluğuma, üniversiteye kadarki hayatıma dair çok acayip ayrıntılar hatırlamama sebep belki de budur.