Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » "Bahçeden çürük kitaplar çıkıyordu"
Temmuz 2015
"Bahçeden çürük kitaplar çıkıyordu"
Yönetmen Özcan Alper, ilk uzun metrajlı filmi "Sonbahar"ın senaryosunu kitap olarak yayımladı. Alper'le filmlerinin ardındaki kitaplar ve çocukluğundan kitapçılık yaptığı üniversite yıllarına uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.
BÜLENT USTA
Özcan Alper’in “Sonbahar” filmi gösterime girdiğinde, filmdeki dalgaların iskeleyle buluştuğu o unutulmaz sahnede olduğu gibi birden patlamış, yarattığı dalgalar hayatlara çarpıp politik film algısını değiştirmişti. Film çekim planları, senaryosu ve hakkında çıkan yazılarla birlikte kitaplaştı. Türkiye’de bu türden sinema kitaplarının fazla görülmediğini düşününce, biraz geç de olsa “Sonbahar” filminin kitabına kavuşmak güzel oldu. Özcan Alper’le yayımlanan bu kitap vesilesiyle, kitaplarla ve edebiyatla ilişkisini konuşalım istedik. Henüz gösterime girmemiş olan filmi “Rüzgârın Hatıraları”ndaki başkarakterin kafa seslerini yazarken Özcan Alper’le çalışma imkânı bulduğum zaman, filmlerinden ne kadar tahmin etsem de edebiyattan bu kadar çok beslenen ve metinler arası düşünebilen bir yönetmen olduğuna tanık olmak şaşırtıcı gelmişti bana.
Özcan Alper ile filmlerinin ardındaki kitaplar ve çocukluğundan kitapçılık yaptığı üniversite yıllarına uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.
Kitabın ortaya çıkış süreci nasıl oldu?
Film gösterime girdikten sonra bir yayınevi, politik filmlerle ilgili bir proje içerisinde “Sonbahar”la ilgili bir çalışma yapmak istemişti, ama gerçekleşememişti o proje. Sonrasında “Sonbahar” ve “Gelecek Uzun Sürer”i kapsayan bir kitap fikri düşünülmüş ama araya başka şeyler girince o da olmamıştı. Bir şekilde Ve Yayınevi, bu teklifle gelince, biz de herhalde doğru zaman şimdi, deyip çalışmayı kabul ettik.
Son filminizde sizinle birlikte çalışma imkânı bulduğum için, edebiyatla ilişkinizi, bir film projesine başlamadan evvel nasıl bir ön hazırlık yaptığını az çok biliyorum. Kitaplarla aranızdaki bu güçlü bağ nasıl oluştu?
Doğup büyüdüğüm coğrafyada, yani Hopa’da, geçmişte kitaplarla ilgili yaşanmış pek çok olay var. Kitapların yakıldığı, yasaklandığı zamanlarda kitaplar, toplanıp naylonlara sarılarak toprağa gömülüyordu. Sonrasında da bahçeden annem domates biber ekerken topraktan artık çürümüş kitapların çıktığını görmek benim için sarsıcıydı. Bu çok garip bir ilişki... Bir ülkede düşünün ki, bir çocuk topraktan kitapların çıktığını görüyor. Bir tarafıyla hüzünlü bir şey aslında ve bir yandan da o eski kuşak öğretmenlerin çocuklara okuma kültürünü vermesi de oldukça etkili. Dağ başındaki bir köyde yaşayan çocuk, yoksa nasıl okumaya merak salar?
“Sonbahar” filminin senaryosunu yazarken hangi kitaplardan faydalandınız?
Senaryoyu yazarken aralarında edebiyatçıların da olduğu pek çok insana okutup görüşlerini almıştım. Üçüncü filmim “Rüzgârın Hatıraları”nda da doğrudan edebiyatçılarla çalıştım. Sinema ve edebiyat ilişkisini çok önemsiyorum. Türkiye sinemasına baktığımızda, bunu Atıf Yılmaz’dan da dinlemiştim, sinemacılarla edebiyatçıların dirsek teması hiç eksik olmamıştı. Özellikle '70’li yıllarda... Örneğin “Hakkari’de Bir Mevsim” filminde, bir tarafta Ferit Edgü, bir tarafta Onat Kutlar var. Onat Kutlar gibi bir senaristle çalışamadığım için çok kahırlanırım... Bu filmimde Yaşar Kemal’le tanışıp senaryomu okutabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. “Gelecek Uzun Sürer” filmini yaparken Diyarbakır’da Seyithan Kömürcü gibi genç edebiyatçılarla buluşmuş, onlardan görüşler almıştım. “Sonbahar” filmi de bütünüyle edebiyattan besleniyor. Örneğin filme dair fikir, kitapta da yer alan Yesenin’in bir şiirinden ortaya çıkmıştı. Senaryo ve filmin bütün ruh hâli, o şiirdeki atmosfere göre şekillendi. O şiir, filmin bir tür özeti gibidir benim için. Aynı şekilde Lermontov’un “Hançer”i de filmin şekillenmesinde etkili olmuştu. Edebiyat sadece filmin ruh halini etkileyen bir şey değildi. Türkiye’deki edebiyat ve politika ilişkisine dair tartışmalardan da çok faydalanmıştım, “Nasıl bir politik sinema?” sorusunu kendime sorarken. Sevgi Soysal, edebiyat ve politika arasındaki ilişkiye dair çok iyi bir örnekti benim için. Sinemayla ilgili kuram ve eleştirel birikimin dışında, Murat Belge’nin edebiyat üzerine yazılarından Çernişevski’lere ya da Lucas’lara kadar, edebiyat eleştirisinden çok faydalandığımı söyleyebilirim. “Sonbahar” filmi ve kitap listesi deseniz, bu anlamda belki yüze yakın somut olarak kitap adı sıralayabilirim. Serol Teber’in “Melankoli” kitabı, diğer kitaplarıyla birlikte o listede üst sıralarda yer alır örneğin. Sadece edebiyattan değil, diğer tür ve alanlardan da faydalanmıştım filmi yaparken. John Berger de aynı şekilde, kitaplarından çokça beslendiğim, hatta tanışmayı, birlikte bir şeyler yapmayı istediğim yazarlardan birisi. Hayatta en sevdiğim yazarlardan biri Yaşar Kemal’se, diğeri John Berger diyebilirim.
Yeni filminiz “Rüzgârın Hatıraları” için de uzun bir kitap listesinden bahsedebiliriz sanıyorum. Gösterime girmeden filmin detaylarından bahsetmek doğru olmasa da birkaç küçük ipucu alabiliriz belki...
Evet, gösterimine daha var. Ahmet Büke ile senaryosuna çalıştığımız bu filmde de örneğin Marc Nichanian’ın “Edebiyat ve Felaket” kitabı, benim için yol gösterici oldu. Aynı şekilde Aram Pehlivanyan’ın “Özgürlük İki Adım Ötede Değil” kitabı da... Bir ressam ve çevirmenin '40’lı yıllardaki hikayesini anlattığı için, doğal olarak çok daha uzun bir kitap listesinden bahsedebiliriz. Bu filmde de bir şiirden yola çıkmıştım, sonra Sabahattin Ali’ler, Nâzım Hikmet’ler, Walter Benjamin’ler gibi pek çok yazar ve şairin eserlerinden ve hayat hikâyelerinden esinlenen bir filme dönüştü. Bu film, öyle adlandırmamış olsam da “Sonbahar” ve “Gelecek Uzun Sürer”le birlikte bir üçlemeyi oluşturuyor bir bakıma. Üçünde de bireysel ve toplumsal yönleriyle hafıza, yüzleşme ve bunun anlatılara yansıması var.
"Kadıköy’de öğrenciyken çalıştığım kitapçı, şimdi meyhaneye dönüştü"
Şu sıralar yeni filmini hazırlayan bir yönetmene en son okuduğu kitapları sorsam...
Bu aralar Cemil Kavukçu’nun son kitabı "Üstü Kalsın"ı okumaya başladım. Burhan Sönmez’in “İstanbul İstanbul” ve Selim Temo’nun “Ruhun Bedeni” de okuduklarım arasında. Gazetelerin kitap ekleri aracılığıyla takip ediyorum yeni çıkan kitapları. İnternetten değil de kitapçılardan kitap almayı tercih ediyorum, dokunarak, sayfalarını karıştırarak. Ama bu kentsel rant dönüşümü yüzünden kitapçıların sayısı oldukça azalıyor. Kadıköy’de birkaç kitapçı kaldı ve onlarda da aradığım her kitabı bulmam mümkün olmuyor. Kitapçıların azalmasına, üniversitede öğrenciyken kitapçılarda çalışmış olduğum için ayrıca üzülüyorum. Kadıköy’de öğrenciyken çalıştığım kitapçı, şimdi meyhaneye dönüştü, ne yazık ki... Kadıköy’de her yer bar olmaya başladı, hiçbir sınır yok, en azından sokaklarda bir kota konulabilirdi, böylelikle kitapçıların var olabilmesi için de bir imkân olurdu.