Milliyet Sanat
Şubat 2017

Tutku

Tutku, aşk hikayesi değildir Jeanette Winterson, 1987 yılında Napolyon dönemi Avrupa'sında geçen "Tutku", bu eylemin farklı tezahürleri üzerine bir kitap

 

Elif Tanrıyar  
 
 
“Size öyküler anlatıyorum. Güvenin bana.” Böyle söylüyor Jeanette Winterson’ın "Tutku" adlı romandaki karakterleri. Peki, birisi size “Güvenin bana,” diye altını özellikle çizerek söylerse, sizin de içinize bir şüphe düşmez mi? Nereden kaynaklanır yoksa bu inandırma ihtiyacı? Belki de tüm sorun ‘tutku’dadır, o her yaşananı ‘acaba’ sorusuyla bulanıklaştıran, bir türlü tatmin edilemediğinden ele avuca gelmeyen, güvenilmez ve tekinsiz duyguda...
Çağdaş dünya edebiyatının en önemli yazarlarından olan Jeanette Winterson, 1986 yılında yazıp 1987 yılında -yani romanın başında da kendi deyişiyle söylediği gibi- ‘Thatcher’lı yıllarda’ yayımlattığı bu ikinci romanıyla, John Llewelyn Rhys Ödülü’nü alarak asıl çıkışını yapmış. Ve bu eşiğin ardından da kendini tamamen yazarlık kariyerine adayabilmiş. Bir başka deyişle "Tutku" onun yaşamının asıl tutkusu olan yazma eylemini olanaklı kılmış. 
Winterson, "Tutku"da adı üstünde ‘tutku’nun farklı tezahürlerini anlatıyor. Romanda iç içe geçen iki aşk öyküsü yer alsa da kendi deyişiyle, “Tutku aşk hikayesi değildir, gerçi hepimizin hayatı sevdalandığımız erkek ve kadınlardan izler taşır...” Öte yandan "Tutku" bir tür tarihi roman özelliği de taşıyor. Ancak yine şöyle diyor yazar, “Tutku tarih değildir, gerçi hepimizin yaşamı tarihtir.”
 
Tavuk boğazlayıcı
 
Dört bölümden oluşan romanın iki ana anlatıcısı var, olayları sırasıyla onların seslerinden ve bakış açılarından dinliyoruz. İlk bölüm olan "İmparator"da genç bir Fransız olan Henri ile tanışıyoruz. 1800’lerin başı ve aslen orduda davulcu olmak isteyen Henri, kendini ordunun mutfağında buluyor. Görevi de tavuk boğazlamak. Çünkü yalnızca tüm ordunun değil, tüm Fransa’nın da tutku duyduğu Napolyon’un en büyük iki arzusundan biri tavuk yemek, diğeri ise Josephine (tabii Avrupa’yı fethetmek ve savaşmak gibi diğer tutkularını da saymazsak). Ancak öte yandan savaşmak da ordudaki diğer genç erkeklerin tutkusu... Zira amaçsız, sıkıcı ve zor şartlarda geçen köy hayatından kaçıp yaşamlarına bir amaç veren yegane şey savaşmak. Henri de benzer bir köyden, en büyük tutkusu Tanrı olan bir anne ile karısına âşık bir babanın evinden gelmiş. Şansı sayesinde Napolyon’un gözüne girip onun özel hizmetkarı olan Henri, giderek ‘imparator’a yani Napolyon’a büyük bir tutkuyla bağlanıyor. Ancak büyük tutkular büyük hayal kırıklıklarına gebe olur genelde. Ve hem duyarlı bir kalbe hem de entelektüel bir beyne sahip olan Henri, giderek Napolyon’a karşı duyduğu tutkunun nefrete dönüşmeye başlamasıyla, 1805 yeni yılına kafa karışıklıklarıyla giriyor.
 
Henri ve Villanelle
 
İkinci bölüm olan "Maça Kızı"nda bu kez Venedik’teyiz ve kahramanımız da kızıl saçlı bir güzel olan Villanelle. Bir kayıkçının kızı olan Villanelle, aynı efsanelerdeki gibi kaz ayaklarına sahip ve bu nedenle çizmelerine asla ayaklarından çıkarmıyor. Gündüzleri kayığıyla Venedik’in puslu kanallarında dolaşıp, deli bir kahin kadınla sohbet ediyor, geceleri ise erkek kılığına girip bir kumarhanede çalışıyor ve bu tutkuya şahit oluyor. Bir gece gönlünü, kumarhaneye gelen çok güzel bir kadına kaptırıyor; ona Maça Kızı adını veriyor. Kadın evli ancak aralarındaki tutku onları bir aşk-ı memnuya sürüklüyor. Bir süre sonra, tesadüfen de olsa Villanelle, kadınla kocası arasındaki sevgiye şahit oluyor ve 1805'in yeni yılına kalbi kırık giriyor... 
 
Üçüncü bölüm olan "Sıfır-altı Kış"ta, sözü yine Henri devralıyor. Zaman Napolyon’un Rusya seferi dönemi ve tutkuyla sevilen imparator, ordusunu gözünü kırpmadan Rus kışının soğuğunda telef ediyor. Henri, burada orduya hayat kadını olarak hizmet eden Villanelle ile tanışıyor ve ona hemen âşık oluyor. Birlikte ordudan kaçıp, Moskova’dan Venedik’e dek yürüyerek ulaşıryorlar. Bu labirentlerden oluşan rüyamsı kente çabuk alışan Henri, Villanelle&rsquo