Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Tesadüfen yaşam taammüden ölüm
Şubat 2018

Tesadüfen yaşam taammüden ölüm

Hakan Karahan sekizinci romanını, ’70’li yıllarda başından geçen bir hikayeyi 50’li yaşlarından sonra kaleme alan bir yazarın gözünden anlatıyor.

PINAR ÇEVRİM VESEK

 

Okurların ekranlardan ve sinema filmlerinden de tanıdığı Hakan Karahan, yarasıyla konuşan bir kahramanın serüvenine davet ediyor okurunu yeni kitabında. Kitabın kahramanı ve anlatıcısı, Ejder. Kaybettikleri var: Annesi ve babası. Kaybedişin kazasında kendisine yalnızlık kadar başka
bir miras da kalmıştır: Yüzündeki yara. Kitabın diğer kahramanı, Cahide. Adına bakıp aldanmayın. Roman her bölümünde bizi gizemin peşinden sürüklüyor ve sonuna kadar sürdürüyor bunu. Romanda, Ejder’in kendisiyle bir hesaplaşması; etrafını da yalnızlığın verdiği tecrübeyle sorgulaması söz konusu.
 
Kendisiyle konuşur gibi bir anlatının etrafında bu sorgulamayı gerçekleştiriyor. Şöyle diyor roman: “Olman gereken, yürümen gereken, arnavutkaldırımı gibi önüne dizilmiş rollere bak. Sen daha doğmadan inşa etmişler bu yolu. Cici bebek, efendi çocuk, hayırlı evlat, başarılı öğrenci, güvenilir arkadaş, dürüst memur, vatansever yurttaş, harika koca, sevecen baba, müşfik dede… Ne kadar sıkıcı.
 
Şu sıralama bile insanın doğumdan ölüme tamamen yenilgi için yaratıldığını gösteriyor. Bu listeyi yaşa, sonra geber. Bu kadar. Ömür dediğin aynen böyle tatsız tuzsuz geçsin.”
 
Gösteriye dönüşmeyen acı
 
“Lütfen Beni Öldür”, son yıllarda romanlara hakim olan postmodern bir anlatı sunma kaygısı taşıyarak anlatıyı anlamsızlığa sürüklemiyor. Türkçenin ve hayal gücünün imkanlarından sonuna kadar faydalanan, ancak okuru anlatılan hikayeden koparmadan ilerleyen bir roman bu. Romanda yalnız ve acı çeken bir başkahraman ve aynı durumda olan başka karakterler de var.
 
Fakat romanda acıyı anlatma bir gösteriye dönüşmüyor. Roman, acıyı gerçeğin bağlamından koparmadan anlatıyor. Eğer Hakan Karahan’ın gerçekçiliği ile ilgili bir tanım yapılacaksa, bu tanıma ‘yalın gerçekçilik’ demek yerinde olacaktır.
 
Ölüme dair
 
Yazarın konuşturduğu Ejder’in sözleri sadece roman sayfaları arasında kalmıyor. Açıkçası anlatıdaki sadelik, okuru da bir sorgulamaya dahil ediyor. Ejder ne kadar sorguluyorsa, okur da bir o kadar sorguluyor. Şu sözler bu sorgulamanın gücü hakkında bize ipucu veriyor: “O kadar çok şeye aynı anda sinirli ki. Bana, babamıza, işine, bitmek bilmeyen oportünist kakofoniye, mecburi dirsek temaslarına, bıçak gibi tırtıklı
ilişkilere, kendi ödlekliklerine, alışkanlıklarına, etrafında götünü yalayanlara, şişko karısına, gücenmişliklerine ve kendini sıyırıp kurtaramadığı her şeye öfkeli.”
 
Romanda konuşan, yaşayan kişiler kadar mekanlar da canlı bir şekilde sayfalara dahil ediliyor. Ejder’in yüzündeki yara kimi zaman sanki dile geliyor. Zaten bir bütünün parçası olan yara, adeta romanın kişilerinden birine dönüşüyor. Zamana dair çarpıcı ifadeler de okuyoruz. Yazar, insanın kişiliğinde yer edinen hafızayı önemsiyor. Öyle ya, hafızamızda taşıdıklarımız bizi biz yapan şeylerdir. Hatırladıklarımızla var oluruz ve taşıdıklarımız bizim kişiliğimizi belirler.
 
Karahan’ın romanı her ne kadar adında ölüm kavramını öne çıkarmışsa da aslında romanda yaşam kavramı daha çok sorgulanıyor. Tesadüfen yaşadığını söyleyen kahramanımızın karşısına ölüme dair birçok söz ve çağrı çıkıyor. Ancak, aslında var olmanın da güçlü bir şekilde ele alındığını okuyoruz.
 
Hakan Karahan’ın romanı gerçeği seven, eğip bükmeyen yalın bir roman. Okuru gizemli, duru bir dil ile çarpıcı bir serüvene dahil ediyor.
 
Etiketler: Hakan Karahan