İsmi lazım değil ‘öbürküler’
EKREM BUĞRA BÜTE
Mahir Ünsal Eriş’i, bir kurmaca yazarı olarak 2012 yılında yayımlanan öykü kitabıyla tanıdık. İletişim Yayınları’ndan çıkan “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde” ile... Sonrasında Sait Faik Hikâye Armağanı’na da değer görülecek ikinci öykü kitabı “Olduğu Kadar Güzeldik” ve ilk romanı “Dünya Bu Kadar”la birlikte Türkçe edebiyatın en çok dikkat çeken yazarlarından birisi haline geldi Eriş. Gerek anlattığı hikayelerin içeriği gerek bu hikayeleri anlatım biçimi bakımından ferah, akıcı, gündelik hayatın basit detaylarına, tesadüflerine el veren, hafıza hissine, kişisel nostaljiye alan açan bir dil tutturdu. Gücünü hikayelerindeki samimi gerçeklikten ve okurla hikaye arasına pek girmeyen sakin kaleminden alan bir üslup oluşturdu.
Eriş, yeni romanı “Öbürküler”de ise 1960’lar Türkiye’sinde geçen tuhaf olaylar silsilesi üzerinden kuruyor hikaye yapısını. 1960’larda Niğde’den İstanbul’a tayin olan bir memur ailesinin İstanbul’a geliş öyküsünü ve burada geçirdikleri ilk birkaç günde başlarına gelenleri anlatıyor.
Boyalı Köşk Sokağı
“Öbürküler” Niğde’nin kuru ayazında, ‘pahlanmış köşeleri, kambur sırtıyla dev bir kabuklu hayvanı andıran’ bir otobüsün gelişiyle karşılıyor okurunu. Romanın ilk yarısını oluşturacak olayların merkezinde yer alan karakterlerimiz bu otobüsle Ankara’ya, oradan da trenle İstanbul’a seyahat edecekler. Eski bir dostunun ısrarları sonucu Niğde’den İstanbul’a tayin olan Fahrettin Bey, eşi Fevziye Hanım ve üç çocukları...
Sancılı bir yolculuk sonrası güç bela vardıkları İstanbul’da kendileri için önceden ayarlanmış olan evde ise bazı tuhaf olaylar bekliyor Fahrettin Bey ve ailesini. Niğde’nin küçük ve samimi dünyasından ayrılıp korku ve endişeyle geldikleri bu şehirdeki ilk durakları olan mahalleye vardıkları andan itibaren tekinsiz, karanlık, tedirgin edici olayların içinde buluyorlar kendilerini. Gece vakti beliren tek gözlü bir heyula, içinde farelerin cirit attığı, yerleri yapış yapış olmuş ev, her yerden çıkıp duran saç öbekleri, muskalar, hayvan uzuvları, gece vakti gelen sesler, cinlerden bahsedip duran komşular... Fahrettin Bey ve ailesinin Boyalı Köşk Sokağı’ndaki bu ilk durağı, içinde oldukları büyük şehir tedirginliğinin vücut bulmuş haline dönüşüyor sanki. Şaşırtıcı bir finalle son bulan bu hikaye aynı zamanda romanın da ilk bölümünü oluşturuyor.
Eriş, epizodik bir yapı kurduğu romanının ilk kısmında anlattığı gerçeküstü sınırlarda gezen öyküsünü ikinci kısımda tersine çeviriyor ve iki farklı karakter üzerinden hikayenin başka bir tarafını anlatıyor. Bu hem ilk bölümle ilişki kuran, hatta onu açıklayan bir ikinci kısım hem de başlı başına bir hikaye. Yazar ilk bölümde kurduğu karanlık ve korkutucu dünyayı bu son kısımda adeta yeniden oluşturuyor, hikayesine başka bir açıdan yeniden yaklaşıyor, bir açıklama getiriyor.
Sinematik bir dünya
“Öbürküler” yazarın bilhassa öykülerinden alıştığımız mizahi basitlikten, karakterlerin kişisel anlatılarına dayanan otantik üsluptan biraz daha farklı bir tarzda seyreden, hikayesinde olay örgüsünü ve karakterlerin yaşanılan tuhaf bir durumu algılama biçimlerini takip eden bir yapıya sahip. Anlam dünyasını da odağına aldığı karakterlerin deneyimlerinden ayrılmayarak okuru merak ve gizem hislerinde tutup sonrasında bu gizemi çözen, açıklayan bir üslupla kuruyor. Bu özellikle korku sinemasının konvansiyonları aracılığıyla sinemadan aşina olduğumuz bir tercih. Hem bu sebepten hem de ilk bölümde takip edilen eve musallat olan cinlerin konu edildiği içerikten ve bu içeriğin imkan verdiği bazı tanıdık sahnelerden dolayı sinematik bir evreni çağrıştırıyor romanın yapısı. Yakın dönemde yerli sinemamızın cin temasını ciddi biçimde aşındırmış olması ve romanda da yer alan tanımsız sesler, kaynağı belirsiz hareketler ve eve musallat olduğu hikaye edilen cinler ister istemez o evreni akla getiriyor romanı okurken.
Yeni bir sayfa
Bunlara ek olarak Eriş, edebî ilham kaynaklarını saklı tutmak yerine tamamen açmış, hatta metnin bizzat kendisinin bu kaynaklara başvurmasını ümit etmiş. Söz konusu kaynakları da doğrudan metnin içine dahil etmiş. Romanda ilk kısım Refik Halid Karay’a, ikinci kısım Hüseyin Rahmi Gürpınar’a ithaf ediliyor. Bütün bölümler ise Nâzım’ın “Memleketimden İnsan Manzaraları”ndan birer pasajla açılıyor. Romanın bu çok sesli, çok parçalı, çok bölümlü biçimsel yapısına bir de M. K. Perker’in çizimleri eşlik ediyor.
Her şey bir yana Mahir Ünsal Eriş’in, son romanı “Öbürküler”de tanımlayamadıklarımız, korktuklarımız ve çaresizliğimiz hakkında çağrışımlar içeren bir anlatı kurduğunu söylemek gerek. Bilhassa ikinci bölümde hikayesinin gerçekliğini temelden dönüştürerek devşirdiği anlam dünyasıyla kendi yarattığımız ‘öcü’lere, yeni ve tanımlanamaz olana tepki verme biçimlerimize, büyük şehre göç hallerine ve hayatın tuhaf tesadüflerine dair zihin açıcı sorular soran, kapılar açan bir hikaye anlatıyor Eriş. Genelde kişisel anlatılar üzerinden yola çıkmasına alıştığımız, gücünü otantikliğinden, gerçekçi samimiyetinden alan edebiyatında da yeni bir sayfa açıyor.