Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Hüzünde buluşanların öyküleri
Aralık 2017

Hüzünde buluşanların öyküleri

Modernist edebiyatın öncü isimlerinden Gertrude Stein, hayata tutunmaya çalışan üç kadın karakterin hikayesini, dönemin toplumsal gelişmeleriyle harmanlayarak ele alıyor.

ELİF TANRIYAR

 

Demek ki mutsuzum ve bu ne be­nim hatam ne de hayatın,” epig­rafıyla (Jules Laforgue) başlıyor “Üç Yaşam”. Adından da anlaşılacağı gibi üç kadının yaşamını anlatan üç öyküden oluşan kitap, 1909 yılında yazılmış olma­sına rağmen döneminin edebiyatından bir hayli farklı ve ileride olan özellikle­riyle hemen dikkati çekiyor. Birbiriyle bağlantısız bu üç kadının hayatlarındaki üç ortak nokta ise yaşadıkları Bridge­point kasabası (yazarın yarattığı hayali bir yer), çalışan sınıftan olmaları ve asıl olarak hayatlarının sonuna dek peşlerini bırakmayan mutsuzlukları ile kalp yor­gunlukları…

Öykülerden ilki olan “İyi Anna” son derece çalışkan, disiplinli, sert görünü­münün ardında iyiliksever, yumuşak bir kalp taşıyan Alman asıllı bir hizmetçi olan Anna Federner’in yaşamına tanık­lık ettiğimiz, aslında üç bölümden oluşan bir novella… İlk bölümde ‘İyi Anna’nın Bayan Mathilda’nın evinde kahyalık et­tiği, onunla ve üç köpeğiyle birlikte belki de hayatının en mutlu dönemini gördü­ğünü okuyoruz. Ardından ikinci bölüm­de Anna’nın hayatının daha önceki ve nispeten daha ‘fırtınalı’ yılları ile bu dö­nemde onda iz bırakan, yanında çalıştığı ilk işvereni hanımefendi ile yazarın belli belirsiz ima ettiği bastırılmış romantik duygular da beslediği en yakın kadın ar­kadaşıyla olan dostluğunun inişli çıkışlı öyküsü devam ediyor. Üçüncü bölüm ise Anna’nın sevgili işvereni Bayan Mathil­da’nın başka bir ülkeye gitmesinin ve ar­kadaşıyla olan bağının da zayıflamasının ardından hüzünlü, yorgun bir kalple ge­çirdiği son yıllarını anlatıyor.

İki kadın bir adam

İkinci öykü olan “Melanctha”da ya­zar bu kez görünürde bambaşka bir ka­rakterin hikayesini anlatıyor. Melez olan Melanctha’nın hikayesi genel olarak siyahilerin çevresinde geçiyor. Öyküde, Melanthta’yı önce zeki ama özgür ruhlu bir kız olarak görüyoruz. Babasının tüm karşı çıkmalarına rağmen erkeklerin arasında geçirdiği ‘serbest’ genç kızlık yıllarına tanık olduğumuz Melanctha, aslında tam olarak ne aradığını bilme­den, tuhaf bir güç ve bilgelik arayışının peşinde dolaşıyor ve bu arada masumi­yetini de kaybetmiyor. Ancak bu ‘serbest dolaşmaları’ nedeniyle hakkında dedi­kodular çıkmaya başlıyor. Annesinin hastalığı sırasında hayatına giren genç ve ciddi doktorla aralarında bu sırada bir aşk başlıyor. Sağduyu sahibi ve ayakları yere basan Rose ile tanışıyor bir taraftan. Hikayenin sonunda Melanctha, son aşkı ve ‘nişanlısı’ ile dostu Rose’un onu terk etmesinin ardından görünürde hastalık­tan ama aslında kalp kırıklığından yaşa­mını yitiriyor.

Kalp kırıklığı

Son öykü olan “Nazik Lena”da, bir kez daha Alman asıllı bir hizmetçisi an­latılıyor. Kitabın bu en kısa öyküsünde yazar adeta derinliksiz, sığ bir karaktere sahip olan Lena’nın kısa yaşam öykü­süyle hikayenin uzunluğunu paralel tu­tuyor. Çalışkan ama donuk zekalı Lena, halası tarafından ‘iyi kısmet’ olan Her­man ile evlendiriliyor. Herman da nere­deyse Lena kadar sığ karakterli, korkak ve çekingen mizaçlı, donuk biri. Hayatı boyunca hiçbir konuda kendine ait bir fikri olmayan ve büyükleri ne derse onu yapan, bu ‘tutkusuz’ iki kişiden; evlen­dikten sonra kayınvalidesinin azarları nedeniyle giderek daha da içine kapanan Lena, mutsuzluktan var olan az aklını da yitirme noktasına gelirken kocası ise mutluluğu ve huzuru doğan çocukların­da buluyor.

Gertrude Stein, görünürde birbirin­den çok farklı bu üç kadının yaşam öykü­lerini anlatırken, aslında onları insanın kırılganlığında birleştiriyor. Bu kadınla­rın üçü de farklı hayatlar sürseler ve gö­rünürde hastalık gibi sebeplerle ölseler de aslında her birinin de kalp kırıklığın­dan yaşamlarını yitirdiğini anlıyoruz.

Üç hikaye, aynı son

Bunlardan ilki olan güçlü karakterli, sağlam Anna; hayatı boyunca başkaları­nın iyiliği, rahatı ve huzuru için hem fizi­ken hem de maddi ve manevi yönlerden çalışıyor. Elindeki her şeyi ihtiyacı oldu­ğunu düşündüklerine veriyor. Görünür­de çok arkadaşı olsa da yine de yalnızlık­la sürdürdüğü yaşamını yalnızlık içinde sona erdiriyor. Yine de bu sade kadının bile hayatında heyecan arayışları oldu­ğunu görüyoruz.

İkinci öykü olan “Melanctha” ise An­na’ya neredeyse tamamen zıt bir karak­ter olarak tüm yaşam amacını tutku ve heyecan arayışı üzerine kuruyor. Ancak yaşam da onun karşısına özellikle kendi ırkını, korkup reddeden bir erkek çıkarı­yor. Dolayısıyla bu öyküde de değme iliş­ki kitaplarına taş çıkaracak ustalıkta bir analizle anlatılan kadın-erkek ilişkileri­ne dair dinamikler, bu zıtlıklar üstünden anlatılıyor.

Üçüncü öyküde ise yazar bu kez ta­mamen tutkulardan arındırılmış iki karakter çıkarıyor karşımıza. Ne var ki sonuç yine değişmiyor. Bu kez de öyküye adını veren kadın kahraman kalp kırık­lığı ve yoğun melankoli nedeniyle yaşa­mını yitiriyor. Üç farklı karakterdeki üç farklı yaşama sahip kadının üçü de mut­suzluklarından kaçamıyorlar. Kitabı ka­padığınızda ise aklınızda kalan, daha da güçlü bir şekilde ilk baştaki epigraf olu­yor. Mutsuzluk çünkü bazen ne hayatın ne de sizin kabahatinizdir