Hüzünde buluşanların öyküleri
ELİF TANRIYAR
Demek ki mutsuzum ve bu ne benim hatam ne de hayatın,” epigrafıyla (Jules Laforgue) başlıyor “Üç Yaşam”. Adından da anlaşılacağı gibi üç kadının yaşamını anlatan üç öyküden oluşan kitap, 1909 yılında yazılmış olmasına rağmen döneminin edebiyatından bir hayli farklı ve ileride olan özellikleriyle hemen dikkati çekiyor. Birbiriyle bağlantısız bu üç kadının hayatlarındaki üç ortak nokta ise yaşadıkları Bridgepoint kasabası (yazarın yarattığı hayali bir yer), çalışan sınıftan olmaları ve asıl olarak hayatlarının sonuna dek peşlerini bırakmayan mutsuzlukları ile kalp yorgunlukları…
Öykülerden ilki olan “İyi Anna” son derece çalışkan, disiplinli, sert görünümünün ardında iyiliksever, yumuşak bir kalp taşıyan Alman asıllı bir hizmetçi olan Anna Federner’in yaşamına tanıklık ettiğimiz, aslında üç bölümden oluşan bir novella… İlk bölümde ‘İyi Anna’nın Bayan Mathilda’nın evinde kahyalık ettiği, onunla ve üç köpeğiyle birlikte belki de hayatının en mutlu dönemini gördüğünü okuyoruz. Ardından ikinci bölümde Anna’nın hayatının daha önceki ve nispeten daha ‘fırtınalı’ yılları ile bu dönemde onda iz bırakan, yanında çalıştığı ilk işvereni hanımefendi ile yazarın belli belirsiz ima ettiği bastırılmış romantik duygular da beslediği en yakın kadın arkadaşıyla olan dostluğunun inişli çıkışlı öyküsü devam ediyor. Üçüncü bölüm ise Anna’nın sevgili işvereni Bayan Mathilda’nın başka bir ülkeye gitmesinin ve arkadaşıyla olan bağının da zayıflamasının ardından hüzünlü, yorgun bir kalple geçirdiği son yıllarını anlatıyor.
İki kadın bir adam
İkinci öykü olan “Melanctha”da yazar bu kez görünürde bambaşka bir karakterin hikayesini anlatıyor. Melez olan Melanctha’nın hikayesi genel olarak siyahilerin çevresinde geçiyor. Öyküde, Melanthta’yı önce zeki ama özgür ruhlu bir kız olarak görüyoruz. Babasının tüm karşı çıkmalarına rağmen erkeklerin arasında geçirdiği ‘serbest’ genç kızlık yıllarına tanık olduğumuz Melanctha, aslında tam olarak ne aradığını bilmeden, tuhaf bir güç ve bilgelik arayışının peşinde dolaşıyor ve bu arada masumiyetini de kaybetmiyor. Ancak bu ‘serbest dolaşmaları’ nedeniyle hakkında dedikodular çıkmaya başlıyor. Annesinin hastalığı sırasında hayatına giren genç ve ciddi doktorla aralarında bu sırada bir aşk başlıyor. Sağduyu sahibi ve ayakları yere basan Rose ile tanışıyor bir taraftan. Hikayenin sonunda Melanctha, son aşkı ve ‘nişanlısı’ ile dostu Rose’un onu terk etmesinin ardından görünürde hastalıktan ama aslında kalp kırıklığından yaşamını yitiriyor.
Kalp kırıklığı
Son öykü olan “Nazik Lena”da, bir kez daha Alman asıllı bir hizmetçisi anlatılıyor. Kitabın bu en kısa öyküsünde yazar adeta derinliksiz, sığ bir karaktere sahip olan Lena’nın kısa yaşam öyküsüyle hikayenin uzunluğunu paralel tutuyor. Çalışkan ama donuk zekalı Lena, halası tarafından ‘iyi kısmet’ olan Herman ile evlendiriliyor. Herman da neredeyse Lena kadar sığ karakterli, korkak ve çekingen mizaçlı, donuk biri. Hayatı boyunca hiçbir konuda kendine ait bir fikri olmayan ve büyükleri ne derse onu yapan, bu ‘tutkusuz’ iki kişiden; evlendikten sonra kayınvalidesinin azarları nedeniyle giderek daha da içine kapanan Lena, mutsuzluktan var olan az aklını da yitirme noktasına gelirken kocası ise mutluluğu ve huzuru doğan çocuklarında buluyor.
Gertrude Stein, görünürde birbirinden çok farklı bu üç kadının yaşam öykülerini anlatırken, aslında onları insanın kırılganlığında birleştiriyor. Bu kadınların üçü de farklı hayatlar sürseler ve görünürde hastalık gibi sebeplerle ölseler de aslında her birinin de kalp kırıklığından yaşamlarını yitirdiğini anlıyoruz.
Üç hikaye, aynı son
Bunlardan ilki olan güçlü karakterli, sağlam Anna; hayatı boyunca başkalarının iyiliği, rahatı ve huzuru için hem fiziken hem de maddi ve manevi yönlerden çalışıyor. Elindeki her şeyi ihtiyacı olduğunu düşündüklerine veriyor. Görünürde çok arkadaşı olsa da yine de yalnızlıkla sürdürdüğü yaşamını yalnızlık içinde sona erdiriyor. Yine de bu sade kadının bile hayatında heyecan arayışları olduğunu görüyoruz.
İkinci öykü olan “Melanctha” ise Anna’ya neredeyse tamamen zıt bir karakter olarak tüm yaşam amacını tutku ve heyecan arayışı üzerine kuruyor. Ancak yaşam da onun karşısına özellikle kendi ırkını, korkup reddeden bir erkek çıkarıyor. Dolayısıyla bu öyküde de değme ilişki kitaplarına taş çıkaracak ustalıkta bir analizle anlatılan kadın-erkek ilişkilerine dair dinamikler, bu zıtlıklar üstünden anlatılıyor.
Üçüncü öyküde ise yazar bu kez tamamen tutkulardan arındırılmış iki karakter çıkarıyor karşımıza. Ne var ki sonuç yine değişmiyor. Bu kez de öyküye adını veren kadın kahraman kalp kırıklığı ve yoğun melankoli nedeniyle yaşamını yitiriyor. Üç farklı karakterdeki üç farklı yaşama sahip kadının üçü de mutsuzluklarından kaçamıyorlar. Kitabı kapadığınızda ise aklınızda kalan, daha da güçlü bir şekilde ilk baştaki epigraf oluyor. Mutsuzluk çünkü bazen ne hayatın ne de sizin kabahatinizdir