Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Her işte bir hayır var mıdır?
Kasım 2015

Her işte bir hayır var mıdır?

"Her İşte Bir Hayır Vardır", bir diş hekimi ve onun psikolojik sorunları bulunan, aileden kalma parayla geçinen kardeşi, işsiz ve aşksız kalmış beyaz yakalı bir kadın, dağılan Sovyetler Birliği'nden Türkiye'ye gelen kimya eğitimi görmüş başka bir kadın üzerinden ilerliyor
GÖKÇER TAHİNCİOĞLU 
 
 
Hayatın bir yerinde, biz bütün zamanları birbirinin aynısı gibi yaşarken birileri geçen zamanı durduran şeyler yaşıyor. Gelip yakından bakmadan ne olup bittiğini anlayamayacağınız, detaylarında bütün hayatı anlayabileceğiniz olayların, geçmişlerin yattığı suçlar.
 
 
İnsanlar yanıbaşlarından öylece geçip giderken, birileri, belki doğduğundan bu yana maruz kaldıklarının etkisi, belki beynindeki kimyasallardan birinin fazla çalışması nedeniyle "Nasıl yapılır" dediğimiz suçları öyle olağanmışcasına işliyor. Failini ve mağdurunu tanımadığımız olaylar, gazetelerde ertesi gün anımsanmayan küçük birer başlık oluyor. Geriye ne suçludan ne mağdurdan bir iz kalıyor. Yaşam sanki kimse öldürmemiş, kimse ölmemiş gibi sabahın ilk ışığı, ikindi serinliği, akşam güneşi, kış ve yaz ile sürüp bitiveriyor. 
 
 
Kimse öldürmemiş, kimse ölmemiş gibi öldürenlerin ve ölenlerin yakınlarının da gitmesiyle bütün hikayeler unutuluyor. İçi boş yaşamı anlamlandırma çabası, anlam oracıkta, bütün suçların kıyısında dururken yaşamı dolduruyor.
 
 
Polisiyenin kadın yazarları
 
 
Polisiye tutkunlarının sevdiği romanlarda bulduğu, belki de suç ve suçlunun, mağdur ve suçu araştıra araştıra karanlık hikayelerin kahramanına dönüşmüş insanların dünyalarındaki o anlam.
 
 
Zira kişisel olarak tutkunu olmadığım o türün biraz olsun içine girdiğinizde, devletleri, sistemlerin yarattığı mağdurları, psikoloji ve sosyolojiyi, yalnızlık ve karanlığı eşzamanlı olarak kötücül bir hikayenin içinden bulup çıkarabiliyorsunuz. Bitirdiğinizde kalan tortu, yaşamınızın değeri oluyor çoğu zaman. Size paralel geçen öykülerin, her an bir yerinden yaşamınıza isabet edebileceğini ve bir karanlığın parçası olma ihtimalinin de yanıbaşınızda olduğunu kavrıyorsunuz. Bu nedenle daha gerçek, daha özenli, daha detaycı, daha zeki hikayeleri arıyor polisiye tutkunları. Ayizi Yayınevi'nden çıkan "Her İşte Bir Hayır Vardır" bu tip bir ilk roman.
 
 
Ekin Açıkgöz'ün adeta bilimsel bir tez üzerinde çalışır gibi detaylarını işlediği, bittiğinde sadece hikayeyi değil hiç bilmediğiniz dünyaları da öğrendiğiniz başında ekilenlerin sonunda çıkmadığı, sonda gördüklerinizin tahminlerinizle örtüşmediği, farklı bir polisiye. Ayizi malum, feminist bir yayınevi. Kurucularından Aksu Bora'nın deyişiyle, ismi bile müzikli.
 
 
"Her İşte Bir Hayır Vardır" Ayizi'ne emek veren kadınların "Okumak istedikleri kitapları basmak", "Anlatmaya değer bulunmayan hikayeleri dinlemek" mottosuna fazlasıyla uyuyor. Polisiye romanın öncelikle bir kadının elinden çıkması mühim.
 
 
Yazılmış olması nedeniyle değil, basılmış olmasından dolayı. Ayizi'nin ve Açıkgöz'ün öncelikli başarısı az bulunana kapı aramaları. Yazarı Açıkgöz'ün deyişiyle, kadınların edebiyat alanında ve polisiye türünde daha az görülmesinin nedeni yaşamın her yerinde daha az fırsat buluyor olmalarıyla paralel. Edebiyata ya da polisiyeye dair değil sadece kadınların bu alandaki azlığı. 
 
 
Romandaki başarılı yanlardan bir diğeri alışkanlıkları kırması. Türkiye'de son yıllarda belki "Behzat Ç." ile gelişen, ana kahramanının mutlaka polis olduğu, o polisin bir anti kahraman nitelikleri taşıdığı ama özdeki değerlerinin kahramanlarla örtüştüğü, mutlaka seri cinayetlerin kolayca çözüldüğü ve polisiye türünün asıl özelliklerinden çok kahramanın aşklarına odaklanıldığı son dönem tarzını kitabında yıkıyor Açıkgöz.
 
 
Öncelikle kitabın ana karakterlerinin polis olmaması, hatta kriminal dünyayla alakasız kişiler olması romanı daha merak edilir ve daha yakın kılıyor. Romanla, bir diş hekimi ve onun psikolojik sorunları bulunan, aileden kalma parayla geçinen kardeşi, işsiz ve aşksız kalmış beyaz yakalı bir kadın, dağılan Sovyetler Birliği'nden Türkiye'ye gelen kimya eğitimi görmüş başka bir kadın üzerinden hiç bilmediğiniz bir dünyaya giriyorsunuz.
 
 
Yeni bin yıla dair
 
 
Âşık olmasını bekledikleriniz olmuyor, maceradan maceraya koşmasını beklediklerinizin o macerayla ilgili fikri bile bulunmuyor. Ölmez dedikleriniz öyle kolayca, hiçbir önemi yokmuş gibi ölüyor, ölümler kitabın ana kurgusunda çok temel bir yer kaplamıyormuş gibi bir köşede kalıyor.,
 
 
Fonda ise müthiş detaylarla, devletlerin odağına insanı değil devletin bekasını koyan çalışmaları anlatılıyor bir defa.
 
 
Haberimizin bile olmadığı çalışmaların, tek mermi sıkmadan insanlığın sonunu getirebilecek araştırmaların varlığı, bilimsel kanıtlarla aktarılıyor. Sadece tez olarak değil, romanı bitirdiğinizde biraz öğreniyorsunuz da bunların nasıl yapıldığını ve yapılacağını. Büyük resmin içinden küçük vesikalıklar çıkıyor. Beyaz yakalı üniversite mezunlarının yaşamlarının, öğretilmiş konfor alışkanlıkları ile dar gelirlilik arasına nasıl sıkıştığını, beyaz yakalılar için "Bir sınıftan daha düşük bir sınıfa geçmenin" nasıl da pamuk ipliğine bağlandığını görüyorsunuz.
 
 
Bir trafik kazasının nasıl ve nelere yol açtığını. Bir kadının gözünden, erkeklerin kadınlara nasıl baktığını okuyorsunuz, tespitlerin gerçekliğine biraz şaşırıyorsunuz.
 
 
Ve çevremizde bolca gördüğümüz komplo teorisyenlerinin akıl hastalıkları ile ilişkilerinin, bu hastalıklarının sonucunun nasıl vahim olabileceğinin ayrıntılarını seziyorsunuz, "Devletin ve milletin bekaası" için yapılanları da anımsayarak.
 
 
Bütün olayların milenyuma geçilirken yaşanması, yeni bin yıla dair de bir tahayyül çiziyor.  
 
 
Açıkgöz'ün ilk romanı, yaşamın içinden geçip giderek temposu artan bir hikayeye dönüşen türün başarılı örneklerinden.
 
 
Özgeçmişindeki hedefini çocuklarının mutluluğu ile açıklayan Açıkgöz'ün samimiyeti ile başlayıp, bittiğinde romandaki kahramanlardan geriye iz bile kalmamasına biraz kederlendiğiniz, farklı bir polisiye.
 
 
Ve kaderci olmadığı gayet net anlaşılan yazarın, başa gelen küçük talihsizliklerin nasıl büyük bir karanlığın önüne geçebildiğini gösterdiği sonla biten, kitabın adına da yansıyan, yaşama dair o iyimser önerme: "Her işte bir hayır vardır."