Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Fotoğrafları çikletlerden çıkan kadın
Nisan 2015
Fotoğrafları çikletlerden çıkan kadın
Yeşilçam’ın güzel oyuncusu Zeynep Aksu ilk romanı "Asalet Budalası"nda üç kuşaktan İstanbullu kadının, üç farklı kaybediş hikayesini anlatıyor. Kitap; Selma, Nesrin ve Füsun’un türlü mücadeleyle dolu yaşamlarının özeti.
Elif Türkölmez
Zeynep Hanım’la bundan iki yıl önce Ankara’da yapılan Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde tanışmıştık. Ödül töreninin yapılacağı akşamın gündüzünde, kokteyl salonuna girişini hiç unutamıyorum. Çok güzeldi. Ama üstü başı, saçı, makyajıyla değil, çok içinde bir şeyle, karşısına çıkanları hipnotize edip geçiyordu. Beni de etti. Ödülünü aldıktan sonra onunla konuşmak, hikayesini dinlemek istedim, kabul etti. İstanbul’da, Yıldız Parkı’nda buluşup çay içtik, pasta yedik.
Anlattıkları, hikayesi çok acayipti. Öyle her gün duyacağınız cinsten şeyler değildi. Evden kaçıp ‘sinema artisti olması’ meselesi, benzersizdi. Yoksulluktan, parasızlıktan kurtulmak için Beyoğlu’na gelen, Yeşilçam’da bir küçük rolden medet umarken orada burada bekleye bekleye ömür çürüten onca insanın hikayesinden sonra, zengin bir ailenin biricik kızı olarak böyle bir işe kalkışması, babasını karşısına alması, onca köşkte, hizmetçide, teknede zerre gözü olmaması filan çok acayipti. Zeynep Hanım kendisi çok acayipti aslında. Çok güzeldi. Dudakları çok güzeldi. Rujunun markasını sormuş, röportaj çıkışında koşa koşa gidip bir tane de kendime almıştım. Tabii ki bende öyle durmadı. İnsanın çünkü, içinde olacaktı.
Zeynep Hanım o gün bir de kitaptan söz etmişti. "Bütün bunları yazmak istiyorum. Özellikle annemi. Annem çok güzel, çok değişik bir kadındır," demişti. Gerçekten de üstünden bir vakit geçtikten sonra işte, elime bir kitap ulaştı: "Asalet Budalası". Yazan: Zeynep Aksu.
Bu öyle edebi yanı kuvvetli, kurgusu kusursuz, lafları inci bir kitap değil, baştan söyleyeyim. Ama bir hatırlayış olarak kıymetli. Bir kadının, üstelik onca değerli bir hikayesi olan bir kadının, yine de anneannesi ve annesinin başına gelenlere kendisininkinden ziyade önem vermesi şahane. Kendi kendine dövüneceğine herkese hak dağıtmaya kalkması şaşırtıcı. Üç kuşak kadın: Selma, Nesrin, Füsun. Üç farklı yaşam: Paşa kızı Selma, âşık olduğu adamla evlenmek için okulunu ve geleceğini hiçe sayan Nesrin ve onca zenginlik içinde sevgisizlikten kaçıp sinemacı olan Füsun...
"Gerçek sevgiyi bulmuştum"
Zeynep Aksu’nun, gerçek adıyla Füsun Demircioğlu, 1967 yılında Hürriyet Gazetesi ile Pazar mecmuasının ortaklaşa düzenlediği güzellik yarışmasında ‘Sinema Güzeli’ seçilince sinema hayatı başlamış. Babasıyla birlikte Moda’da iyi bir hayat sürerken sinemacı olmak istemesi babasını çıldırtmış ve baba kız uzun yıllar görüşmemiş. Babası, "Yapma etme, senin kızın sanatçı olmak istedi, kötü bir şey yapmıyor, barış kızınla," diyenlere, "Fotoğrafları çikletlerden çıkıyor, daha ne olsun," diye cevap verip hiddetlenmiş. "Aslında çok tatlı, inanılmaz şakacı biriydi babam, ama benim gitmeme çok kızdı, affetmedi beni," diyor Zeynep Hanım babasından söz ederken. Ama onun da babasıyla ilgili affedemediği çok şey var.
Zeynep Hanım o yılları annesi, anneannesi ve annesinin sonraki evliliğinden olan üç kardeşiyle geçirmiş. O vakitleri hep güzel anıyor. "Gerçek sevgiyi bulmuştum," diyor. Çünkü onunkisi annesinden ayrı geçen bir çocukluk. Beş buçuk yaşından itibaren yatılı okullarda okuyor. Haftasonlarını dırdırcı üvey annesiyle geçirmekten bıkmış, hep annesine kaçmak istiyor. Ama üvey baba onu katiyen istemiyor. Kitapta bunlarla ilgili o kadar fena ayrıntılar var ki, insanın içi şişiyor. Bir dizide filan görseniz, yok artık bu kadar sebepsiz kötülük de olmaz, bu diziler iyice saçmaladı dersiniz. Ama burada hepsi sahi. Kitapta çoğu kişi gerçek adıyla geçiyor, bazılarının ismi değiştirilmiş. Zeynep Hanım, "Aslında daha anlatacağım neler vardı ama insanları daha fazla üzmek istemedim," diyor.
"Aynını yaparım"
Kitaptan söz etmek, kitabı kutlamak için Moda’da bir meyhanede buluştuk bu kez Zeynep Hanım'la. Meyhanelerin gündüz hali. Boş hali. Telaşsız, denizi izleyen garsonları. Ne güzel. O yine çok güzel, çok zarif, tane tane anlattı. Arka masada oturan yaşlı kadın grubunun Bağdat Caddesi’ndeki kiralarda yaşanan inanılmaz artışlar hakkındaki konuşmaları, onun hikayelerine karıştı.
Bu kitabı yazarken, onca şeyi tekrar tekrar hatırlamış olmaktan dolayı mutsuz değil. "Hayata yeniden gelsem, bu yaptıklarımın aynını yine yaparım, yine bırakırım babamı, o hayatı," diyor. Hiçbir şeyden pişman değil. Hayatı boyunca ilk kez şimdi sakin, mutlu, dingin hissediyor. Annesiyle babasının destansı aşkını, anneannesinin asalet budalalığı yüzünden dağılan bir aileyi, savrulan bir çocuğu, onca parayı, şanı, şöhreti, yalıları, köşkleri, tabloları, paşa dedeleri, taşınılan elli metrekarelik daireleri, eski Moda’yı, Çamlıca’yı, tramvayları bu şekilde en azından torunlarına anlatmış olmaktan mutlu. "Ben mesela anneannemi dinleyemedim, belki onun da bir bildiği vardı, neden öyle asalet budalalığı yaptığını hiç bilemeyeceğim ama benim torunlarım bunu okuyunca beni anlayacaklar, o yüzden mutluyum," diyor.
Zeynep Hanım'la ayrılıyoruz, Moda’da deniz, bahar güneşi altında ışıl ışıl yanıp sönüyor. Rujunun numarasını sormuyorum bu kez. Çünkü işte biliyorum artık, öyle rujla mujla olmuyor.