Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Ferrante’nin peşinde dedektiflik
Ocak 2018

Ferrante’nin peşinde dedektiflik

Gerçek kimliğini açıklamaktan sakınan Elena Ferrante’nin yeni kitabı yazar hakkında okuruna biraz daha bilgi veriyor ve çok küçük bazı sırları ortaya çıkarıyor. Üç ayrı bölümden oluşan kitap yazarın hayatından bazı yazışmaları, mektupları okurlarıyla buluşturuyor

ADALET ÇAVDAR

 

Bir yazarın neden gizli kalmak iste­diğine dair pek çok farklı yorum yapılabilir. Yazar yazdığı eserin önüne geçmemek için bunu tercih ede­bilir ya da gündelik hayatını yazar olma­nın etkilemesini istemez. Bunlar ilk akla gelen iki neden ve çok daha fazlası elbet­te vardır. Bu yazarlardan biri Elena Fer­rante, Napoli’de yaşadığı bilinen ve “Na­poli Romanları”nı kaleme alan yazarın müstear adı. İtalyan yazar kazandığı üne rağmen gerçek kimliğini asla açıklamı­yor, yayıncısı ise basına yazar hakkında kısa bilgiler vermekle yetiniyor. “Napoli Romanları” 49 dile çevrildi ve dörtleme HBO tarafından dizi film haline getiril­meye çalışılıyor. Yazarın daha önce “Be­lalı Aşk”, “Sen Gittin Gideli”, “Karanlık Kız” ve çocuk kitabı olan “Kumsalda Bir Gece” Türkçeye çevrildi. Yazarın ilk romanı “Belalı Aşk”, 1995 yılında Mario Martone yönetmenliğinde sinemaya uyarlandı.

 

Ferrante’nin hayatına sızmak

 

Eserlerinin bu kadar çok okunması, farklı dillere çevrilmesi, film ve dizi hali­ne gelmesi yine de Ferrante’nin kararını değiştirmesini sağlamadı. Everest Ya­yınları tarafından yayımlanan ve çeviri­sini Eren Yücesan Cendey’in yaptığı “Bir Yazarın Yolculuğu - Frantumaglia” ki­tabı yazar hakkında okuruna biraz daha bilgi veriyor ve çok küçük bazı sırları or­taya çıkarıyor. Üç ayrı bölümden oluşan kitap yazarın hayatından bazı yazışma­ları, mektupları okurlarıyla buluşturu­yor. Aynı zamanda okur Ferrante’den daha önce hiç okumadığı öyküleri de bu metinlerin arasında buluyor.

Öncelikle Elena Ferrante’yi daha önce okumamış olanlar için Ferran­te’nin kitaplarıyla ilgili ayrıntılı bilgile­rin bu yazışmalar arasında verildiğini belirtmek gerek. Kitabın ilk bölümü Ferrante’nin “Belalı Aşk” (1992) ve “Sen Gittin Gideli” (2002) adlı ilk iki kitabını okuyanlara yönelik. Mario Martone’nin filme uyarladığı “Belalı Aşk” yazar hak­kında insanların daha da meraklanma­sını sağlamış. 1991-2003 yılları arasında yazışmaların olduğu bölümde Ferrante ile Martone’nin filmin senaryosu üzeri­ne uzun uzun yazışmalarını okuyacaksı­nız. Ferrante’nin İtalyan yayıncısı E/O Yayınevi’ne ulaşan mektuplar, medyaya verdiği az sayıda röportaj, birkaç oku­ruyla yaptığı yazışmalar bu bölümde yer alıyor. Burada yazarın yıllardır kendini görünmez olarak var etmesinin nedenle­rini daha iyi anlıyorsunuz.

 

Okurla mektuplaşma

 

Kitabın bir diğer iyi yanı ise bütün yazışmalarla ilgili notların açıklayı­cı oluşu ve insanı, “Acaba şimdi neden bunu okuyorum?” diye sormasına fır­sat vermeyişi. Bu açıklamalardan biri ise ‘frantumaglia’ sözcüğünün anlamı üzerine. Ferrante’nin bir tanımı bu. Bu tanımın açıklandığı sayfaları okurken Ferrante’nin hayatına sızan biri olduğu­nuzu düşünüyorsunuz. Birinci bölümün sonunda zaten bu kitabın neden ve nasıl ortaya çıktığını da yazışmalar üzerinden anlıyorsunuz.

Kitabın ikinci bölümü olan “Mozaik Parçaları” ise daha yakın bir zamanı ele alıyor. Bu sefer 2003-2007 arasındaki yazışmaları ve röportajları okuyoruz. Ferrante’nin en sık ve en uzun yazıştığı kişi ise elbette yayıncısı Sandra. İkinci bölümün başında Francesco Erbani’nin sorularını yanıtlayan Ferrante, Erba­ni’nin “Yazarlık eyleminizi gizli tutmak için özel bir ölçütünüz var mı?” sorusu­na “Eylemimi gizli tutan ben değilim, eylemim beni gizliyor,” cevabını veriyor. Bu röportaj metninden anladığımız ka­darıyla Ferrante bir araştırmacı, çeviri yapıyor ve ders veriyor. İnsan bu yazış­maları okurken kendini adeta dedektif gibi hissediyor ister istemez. Bu bölüm­de daha çok röportajlarına yer verilen Ferrante’nin bütün gazeteciler tarafın­dan ‘gizlilikle’ ilgili aynı sorulara maruz kalması ise yazar için bir hayli can sıkıcı olsa gerek. Ama Ferrante her defasında neden gizli kalması gerektiğini okuruna çok daha iyi anlatıyor. Ve “Evet” diyor­sunuz, “Senin kelimelerin seni zaten canlı yapıyor, etten ve kemikten oldu­ğunu görmemiz o kadar da gerekli de­ğil.” Sadık bir okur yazarının peşinden sadece eserleriyle gitmesi gerektiğini öğrenir, hem tanışıp hayal kırıklığına uğradığımız yazarlar yok mudur? Bölü­mün sonlarına doğru ise yazarın okurla­rıyla mektuplaşmalarını okumak ise bir hayli heyecan verici. Nezaket, hayranlık ve muhabbetle yazılmış mektuplar bun­lar...

 

Ünlü olmanın ağırlığı

 

Kitabın son bölümü olan “Mektup­lar” 2011-2016 arasındaki yazışmalara yer veriyor. Bu bölümde yer alan röpor­tajların arasında Türkiye’den bir isim de yer alıyor. Ferrante, Yasemin Çongar’ın da sorularını yanıtlamış. Bütün bu rö­portajları okurken Ferrante’nin soru­lara karşı tahammül edemeyip verdiği cevapları haklı görüyorsunuz.

Dünyanın herhangi bir yerinde bir ‘çok satan’ olmak hiç kolay olmasa gerek. En ufak bir popülariteye sahip olduğu­nuz anda başınıza gelebilecek ve karşı­nıza dikilebilecek olan gözler oldukça ürkütücü. Üstelik röportajlardan anla­dığımız kadarıyla edebiyat ve edebiyat­çı dedikodusu sadece bizim ülkemizde değil, her yerde oldukça can sıkıcı bir şekilde yapılıyor. Ferrante’yi bugüne kadar okumadıysanız oldukça büyük bir eksiğiniz olduğunu bir okuru olarak vurgulamak isterim. Bir kadının zihnini bütün ayrıntılarıyla anlatan; acıyı, traje­diyi, kederi, savaşı incelikle yazan dâhi isimlerin arasında adını anabileceğimiz bir yazar Ferrante

Etiketler: Elena Ferrante