Ferrante’nin peşinde dedektiflik
ADALET ÇAVDAR
Bir yazarın neden gizli kalmak istediğine dair pek çok farklı yorum yapılabilir. Yazar yazdığı eserin önüne geçmemek için bunu tercih edebilir ya da gündelik hayatını yazar olmanın etkilemesini istemez. Bunlar ilk akla gelen iki neden ve çok daha fazlası elbette vardır. Bu yazarlardan biri Elena Ferrante, Napoli’de yaşadığı bilinen ve “Napoli Romanları”nı kaleme alan yazarın müstear adı. İtalyan yazar kazandığı üne rağmen gerçek kimliğini asla açıklamıyor, yayıncısı ise basına yazar hakkında kısa bilgiler vermekle yetiniyor. “Napoli Romanları” 49 dile çevrildi ve dörtleme HBO tarafından dizi film haline getirilmeye çalışılıyor. Yazarın daha önce “Belalı Aşk”, “Sen Gittin Gideli”, “Karanlık Kız” ve çocuk kitabı olan “Kumsalda Bir Gece” Türkçeye çevrildi. Yazarın ilk romanı “Belalı Aşk”, 1995 yılında Mario Martone yönetmenliğinde sinemaya uyarlandı.
Ferrante’nin hayatına sızmak
Eserlerinin bu kadar çok okunması, farklı dillere çevrilmesi, film ve dizi haline gelmesi yine de Ferrante’nin kararını değiştirmesini sağlamadı. Everest Yayınları tarafından yayımlanan ve çevirisini Eren Yücesan Cendey’in yaptığı “Bir Yazarın Yolculuğu - Frantumaglia” kitabı yazar hakkında okuruna biraz daha bilgi veriyor ve çok küçük bazı sırları ortaya çıkarıyor. Üç ayrı bölümden oluşan kitap yazarın hayatından bazı yazışmaları, mektupları okurlarıyla buluşturuyor. Aynı zamanda okur Ferrante’den daha önce hiç okumadığı öyküleri de bu metinlerin arasında buluyor.
Öncelikle Elena Ferrante’yi daha önce okumamış olanlar için Ferrante’nin kitaplarıyla ilgili ayrıntılı bilgilerin bu yazışmalar arasında verildiğini belirtmek gerek. Kitabın ilk bölümü Ferrante’nin “Belalı Aşk” (1992) ve “Sen Gittin Gideli” (2002) adlı ilk iki kitabını okuyanlara yönelik. Mario Martone’nin filme uyarladığı “Belalı Aşk” yazar hakkında insanların daha da meraklanmasını sağlamış. 1991-2003 yılları arasında yazışmaların olduğu bölümde Ferrante ile Martone’nin filmin senaryosu üzerine uzun uzun yazışmalarını okuyacaksınız. Ferrante’nin İtalyan yayıncısı E/O Yayınevi’ne ulaşan mektuplar, medyaya verdiği az sayıda röportaj, birkaç okuruyla yaptığı yazışmalar bu bölümde yer alıyor. Burada yazarın yıllardır kendini görünmez olarak var etmesinin nedenlerini daha iyi anlıyorsunuz.
Okurla mektuplaşma
Kitabın bir diğer iyi yanı ise bütün yazışmalarla ilgili notların açıklayıcı oluşu ve insanı, “Acaba şimdi neden bunu okuyorum?” diye sormasına fırsat vermeyişi. Bu açıklamalardan biri ise ‘frantumaglia’ sözcüğünün anlamı üzerine. Ferrante’nin bir tanımı bu. Bu tanımın açıklandığı sayfaları okurken Ferrante’nin hayatına sızan biri olduğunuzu düşünüyorsunuz. Birinci bölümün sonunda zaten bu kitabın neden ve nasıl ortaya çıktığını da yazışmalar üzerinden anlıyorsunuz.
Kitabın ikinci bölümü olan “Mozaik Parçaları” ise daha yakın bir zamanı ele alıyor. Bu sefer 2003-2007 arasındaki yazışmaları ve röportajları okuyoruz. Ferrante’nin en sık ve en uzun yazıştığı kişi ise elbette yayıncısı Sandra. İkinci bölümün başında Francesco Erbani’nin sorularını yanıtlayan Ferrante, Erbani’nin “Yazarlık eyleminizi gizli tutmak için özel bir ölçütünüz var mı?” sorusuna “Eylemimi gizli tutan ben değilim, eylemim beni gizliyor,” cevabını veriyor. Bu röportaj metninden anladığımız kadarıyla Ferrante bir araştırmacı, çeviri yapıyor ve ders veriyor. İnsan bu yazışmaları okurken kendini adeta dedektif gibi hissediyor ister istemez. Bu bölümde daha çok röportajlarına yer verilen Ferrante’nin bütün gazeteciler tarafından ‘gizlilikle’ ilgili aynı sorulara maruz kalması ise yazar için bir hayli can sıkıcı olsa gerek. Ama Ferrante her defasında neden gizli kalması gerektiğini okuruna çok daha iyi anlatıyor. Ve “Evet” diyorsunuz, “Senin kelimelerin seni zaten canlı yapıyor, etten ve kemikten olduğunu görmemiz o kadar da gerekli değil.” Sadık bir okur yazarının peşinden sadece eserleriyle gitmesi gerektiğini öğrenir, hem tanışıp hayal kırıklığına uğradığımız yazarlar yok mudur? Bölümün sonlarına doğru ise yazarın okurlarıyla mektuplaşmalarını okumak ise bir hayli heyecan verici. Nezaket, hayranlık ve muhabbetle yazılmış mektuplar bunlar...
Ünlü olmanın ağırlığı
Kitabın son bölümü olan “Mektuplar” 2011-2016 arasındaki yazışmalara yer veriyor. Bu bölümde yer alan röportajların arasında Türkiye’den bir isim de yer alıyor. Ferrante, Yasemin Çongar’ın da sorularını yanıtlamış. Bütün bu röportajları okurken Ferrante’nin sorulara karşı tahammül edemeyip verdiği cevapları haklı görüyorsunuz.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir ‘çok satan’ olmak hiç kolay olmasa gerek. En ufak bir popülariteye sahip olduğunuz anda başınıza gelebilecek ve karşınıza dikilebilecek olan gözler oldukça ürkütücü. Üstelik röportajlardan anladığımız kadarıyla edebiyat ve edebiyatçı dedikodusu sadece bizim ülkemizde değil, her yerde oldukça can sıkıcı bir şekilde yapılıyor. Ferrante’yi bugüne kadar okumadıysanız oldukça büyük bir eksiğiniz olduğunu bir okuru olarak vurgulamak isterim. Bir kadının zihnini bütün ayrıntılarıyla anlatan; acıyı, trajediyi, kederi, savaşı incelikle yazan dâhi isimlerin arasında adını anabileceğimiz bir yazar Ferrante