Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Sahtelikten Uzak En Gizemli Yazar J. D. Salinger
Ocak 2019

Sahtelikten Uzak En Gizemli Yazar J. D. Salinger

1 Ocak 2019, dünya edebiyatının en gizemli yazarlarından Jerome David Salinger’ın 100. doğum günüydü. Milliyet Kitap olarak, 27 Ocak 2010’da hayatını kaybeden yazarın doğumunun 100. yılını kutlamayı, bu vesileyle hayatına ve eserlerine yakından bakmayı istedik.
Bülent Usta
 
Biyografisini yazan, kendi özel yaşamıyla ilgili kalem oynatan herkese, eski sevgilisi ve kızı dahil davalar
açtığını, medyadan köşe bucak kaçtığını düşünürsek Salinger’ın, belki de böyle bir anmadan memnun kalmayacaktı; ama edebiyattaki varlığı, eserleriyle bize hediye ettiği imgesi özel yaşamının detaylarından
bağımsız düşünülemeyeceği için anlayışla da karşılayabileceğini umut ediyoruz. “Çavdar Tarlasındaki Çocuklar”ı, “Franny ve Zoey”i, “Yükseltin Tavan Kirişini” ya da “Seymour”ı okuyan biri, gerçekte
zaten Salinger’ın çok özel dünyasına adım atmış sayılmaz mı?
 
 
Salinger, “Çavdar Tarlasındaki Çocuklar” da, neden insanlardan uzak durduğunu ve ilgiden rahatsız olduğunu şöyle açıklar: “Ortalık oldukça sessizdi, çünkü bizim Ernie piyano çalıyordu. Herifin piyanoya oturması bile, Tanrı aşkına, kutsal bir şeydi sanki. Yani, hiç kimse onun kadar iyi çalamazdı. Piyanonun
önünde kocaman lanet bir ayna vardı, Ernie’nin suratına da iri bir spot lamba çevirmişlerdi, böylece o piyano çalarken suratını seyredebiliyordunuz, parmaklarını değil ama; o kocaman moruk suratını
yalnızca. (…) Yemin ederim, ben bir piyanist ya da aktör filan olsaydım ve bu sersemler de benim olağanüstü biri olduğumu düşünselerdi, bu durumdan nefret ederdim. İnsanlar hep yanlış şeyleri alkışlıyorlar. Beni alkışlamalarını bile istemezdim. Ben piyanist olsaydım, gider bir kenefe kapanır, öyle çalardım.”
 
 
Salinger’ın, son kitabını yayımladığı 1965’ten 2010’da ölene kadar, birkaç istisna dışında gözlerden uzak bir yaşam sürmesi, okurlarının özel hayatına duyduğu merakı daha da arttırdı. Hatta, biyografisini yazan kişiye açtığı davada, mahkeme utanaklarında yazdığı ama yayımlamadığı
romanlar ve hikayeler olduğu bilgisi de yer almıştı.
 
 
Mahremiyet Meselesi
Salinger, 1919’un yılbaşı gecesinde, New York’un ticari ve kültürel merkezi Manhattan’da dünyaya gelmişti. İskoç, Alman ve İrlanda kökenli annesi Marie, adını sonradan, eşi Yahudi olduğu için
Yahudiliğe geçerek Miriam olarak değiştirmişti. Babası Solomon’un soyağacı ise Litvanya-Polonya sınırındaki küçük bir Yahudi kasabasına kadar uzanıyordu. Salinger’ın bir de kendisinden altı yaş büyük bir ablası vardı. Salinger’a Jerome David adını verseler de onu Sonny diye çağırıyorlardı.
Yazarın otobiyografik özellikler taşıyan “Çavdar Tarlasındaki Çocuklar” da, Holden şöyle bir açıklamada bulunuyordu: “Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede
doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum. Sonra, onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner.” Gerçekten de Salinger Ailesi, mahremiyetlerine aşırı düşkün bir aileydi. J.D. Salinger’ın bu kadar kendini saklaması da belki bu aile kültürüyle ilişkiliydi. Salinger, Manhattan’ın Batı Yakası’ndaki devlet okullarında eğitim gördü, ailesi Park Avenue’ye taşınınca McBurney adlı özel bir okula gitti, ama bu özel okulu pek sevmedi, ona Jerry diye seslenmelerinden
rahatsız oluyordu, o Sonny’di. İlginçtir, asosyal biri gibi görünen Salinger lisede tiyatro oyunlarında rol aldı ve oyunculuğu çok beğenildi, öğretmenleri onun doğuştan oyuncu yeteneğine sahip
olduğu konusunda ısrarlı olsa da babası Salinger’ın aktör olmasını istemiyordu. Büyük Buhran’ın yaşandığı günlerde aktörlük aç kalmak anlamına geliyordu babası için.
 
 
İlk Aşk
Aile meclisi toplandı ve herkesin ortak kararıyla Salinger, Valley Forge Askerî Akademisi’ne kaydoldu. Annesi tarafından şımartılan, ders çalışmaktan hiç hoşlanmayan Salinger için askerî okuldaki disiplin ağır gelmişti. Ama askerî akademide okurken sınıf yıllığının edebi editörlüğünü yapmak ya da tiyatro kulübüne girip oyunlarda rol almak gibi edebiyat ve tiyatroyla ilgili konulara daha çok eğilmeye başladı. Onu New York’lu bir züppe olarak gören sınıf arkadaşlarının
sevgisini şakacılığıyla kazanmıştı. Akademiden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne kaydoldu, ama askeri okul disiplininden uzaklaşır uzaklaşmaz kendi varoluşsal
yalnızlığıyla baş başa kaldı ve derslerden çok okulun civarındaki tiyatro, sinema ve kafelerde zaman geçirmeye başladı. Derslere ilgisizliği yüzünden okulu bırakmak zorunda kalması babasını üzdü. Oğlunu kendi işine, yani et ve peynir ithalatı işine sokmak istedi. Avrupa’yı gezeceği ama ticaret de yapacağı bir çevirmenlik işine ikna etti. 1937 Nisan’ından itibaren Salinger’ın Avrupa yolculuğu başlamış oldu.
 
 
Londra, Paris derken Viyana’da kısa sürede kaynaştığı bir ailenin yanında 10 ay kaldı ve o ailenin kızına âşık oldu. Yaşadığı bu aşkı, savaş yıllarında tanıştığı Ernest Hemingway’e anlatacak ve savaş
sonrasında düştüğü ümitsizlikten kurtulmak için Viyana’ya dönüp âşık olduğu o genç kızı arayışının hikayesini “Tanıdığım Bir Kız” adlı öyküsünde anlatacaktı. 
 
 
Nazi Eziyeti
Salinger, aşkının peşinde koşarken babası onu Polonya’daki bir et paketleme firmasının başına getirdi. Artık her sabah köylülerle erkenden kalkıp domuzları kesen baş mezbahacıyla birlikte çalışıyordu. Avusturya ve Polonya’daki korku atmosferi ve mezbahada geçirdiği günler, aşk ve büyülü anlarla dolu Avrupa seyahatini gölgeleyecekti. Tıpkı o günlerde Beckett’in Almanya ziyaretinde Nazizmin yükselişine tanık olması gibi, o da Yahudi kökenli biri olarak Viyana sokaklarında yaşanan dehşeti ve korkuyu hissedecekti. Âşık olduğu genç kız ve çok sevdiği ailesine
yönelik endişeler Amerika’ya dönmesine engel oldu ve Nazilerin tanklarla Viyana’ya girdiği güne kadar orada kaldı. Salinger’ın sevdiği ailenin bütün üyeleri, içlerinde âşık olduğu genç kızla birlikte
Naziler tarafından öldürüldü.
 
 
Salinger, 1938’de ABD’ye döndükten sonra Ursinus Koleji’ne girdi, dil ve yazarlık üzerine dersler aldı. Kolej gazetesindeköşe yazmaya başladı. Yazdığı makaleler yayımlanmaya başladı. O makalelerden birisinde, daha sonra asker arkadaşı ve iyi bir dostu olacağı Ernest Hemingway
ile ilgili eleştiri bile kaleme alacaktı, “Silahlara Veda” romanı için az çalışılmış ve saçmalamış dediği. Bu yazarlık deneyimi, ondaki yazarlık tutkusunu ortaya çıkarmış ve uzun arayışların ardından yaşamında gideceği yönü bulmasına yardımcı olmuştu.
 
 
Salinger, Ocak 1939’da Columbia Üniversitesi’ne kaydoldu ve Story dergisinin editörü Whit Burnett ile şair Charles Hanson Towne’nin derslerine girdi. Burnett, yazarın ilk öyküsü “Gençler”i, “Story”nin 1940 Mart-Nisan sayısında yayımladı. Ardından başka öyküleri peş peşe dergilerde çıkmaya başladı.
 
 
Chaplin'e Giden Yol
Salinger, 1941’de artık kendini kabul ettirmiş genç bir yazardı, oyun yazarı Eugene O’Neill’in kızı Oona’ya âşık oldu. Ancak Oona onu terk edip Charlie Chaplin ile evlendi. Bu aşk hikayesi, basının yoğun ilgisini çekecekti. Salinger için bu büyük bir yıkım oldu ve Karayipler’e giden bir
yolcu gemisine atlayıp gemide eğlence aktiviteleri düzenledi, aktörlük yaptı ve bir süre her şeyden uzaklaştı.
 
 
1942’de orduya alındı ve ünlü Normandiya Çıkarması’na katılan askerlerin aasındaydı. O sıralarda savaş muhabiri olarak Avrupa’da olan Hemingway ile buluştu ve sonrasında mektuplaşmaya
başladılar. Hemingway, Salinger’ın öykülerini çok beğeniyordu. Savaş koşulları, toplama kamplarına girerek esirleri serbest bıraktığı günlerde anksiyete nedeniyle bir süre hastanede yatmak zorunda
kaldı. O günlerde tanık olduğu savaş sahneleri ve hissettikleri, yazarlığını da şekillendirecekti.
Savaştayken de öykü yazıp çeşitli dergilerde yayımlatsa da The New Yorker sürekli olarak öykülerini reddediyordu, ta ki 1948’de yayımlanan “Muz Balığı İçin Mükkemmel Bir Gün” adlı öyküsüne
kadar.,
 
 
Savaştan sonra Salinger, Amerika’ya dönmek yerine ABD Karşı İstihbarat Birliği’nde görev alarak, Nazilerin Almanya’daki izlerini silme işine katıldı ve Wiessenburg’da Sylvia Welter’la evlendi. 1946’da birlikte ABD’ye döndüler ve sekiz ay sonra boşandılar. Sylvia Almanya’ya döndü.
 
 
Sahtekârlara Kurallar
Salinger’ın bazı öyküleri sinemaya da uyarlandı, ama yazar “Muz Balığı İçin Bir Gün”ün haklarını satın almak isteyen Brigitte Bardot’yu geri çevirdi. Bu arada, yazdığı öykülerden birini romana dönüştürdü ve otobiyografik özellikler taşıyan “Çavdar Tarlasında Çocuklar” 1951’de yayımlandı, büyük ses getirdi. Ama Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” romanı gibi bu roman da bazı eyaletlerde yasaklandı ve tıpkı onun gibi ABD tarihinin en çok yasaklandığı halde en çok okunan romanları
arasında yer aldı. Bu yasaklar, öyle bir noktaya gelmişti ki çok sayıda edebiyat öğretmeni, bu romanı öğrencilere tavsiye ettikleri için görevden alınacaktı. Romanın başarısının ardından pek çok film
teklifi alsa da hiçbirini kabul etmedi.
 
 
Salinger, romana yönelik bütün bu ilgi ve tartışmalardan uzak durmak için evini New York’tan New Hampshire’a taşıdı ve birkaç istisna dışında hiçbir röportaj teklifini kabul etmedi, hiçbir davete katılmadı. Bütün bu olup bitenleri sahtelik ve ikiyüzlülük olarak nitelendiriyordu. Kendisi hakkında yazılan kitap ve biyografi çalışmalarına yönelik davalar açtı. 1955 yılında, 36 yaşındayken 20 yaşındaki Claire Douglas ile evlendi, o günlerde mistik Doğu öğretileriyle ilgilenmeye başladı.
Ocak 1955’te yayımlanan “Franny” öyküsünün aralarındaki ilişkiye dair olduğu öylenir. Salinger, bir inanç arayışına girmişti, Scientology’nin kurucusu Hubbard’la bile tanışacak kadar... Bu inanç
arayışı ve kendi içine kapanışını, savaş yıllarından kalma post travmatik sendroma bağlayanlar oldu. Kızı Margaret dünyaya geldiğinde, Claire ile arası iyice açılmaya başladı. Hasta olan kızını hastaneye götürmek yerine mistik inançlarına uygun tedavi yollarını denemeye kalkışmıştı. 1960’ta Matthew doğdu.
 
 
1953’te “Dokuz Öykü”nün ardından, 1961’de “Franny ve Zooey” ve 1963’te “Yükseltin Tavan Kirişini, Ustalar - Seymour” yayımlandı. Bu kitabından sonra iyice kendi köşesine çekilmiş, içine kapanmıştı.
Eşi dahil kimse ona yaklaşmıyordu. 1967’de Claire ile boşandı. 1972’de 53 yaşındayken 18 yaşındaki Joyce Maynard ile yaşamaya başladı ve bu ilişki büyük tepki çekti. Maynard da tıpkı Claire
gibi, Salinger’la birlikte olabilmek için okulunu terk etmişti. Joyce Maynard, sonradan romancı ve gazeteci olarak ünlenecekti. Maynard ile dokuz ay sonra yollarını ayırdılar. Salinger 73 yaşına geldiğinde, ölene kadar birlikte olacağı 33 yaşındaki Colleen O’Neill ile evlendi. Bu ilişkinin ne zaman başladığı bilinmiyordu ve kamuoyu tesadüfen, Salinger’ın evinde çıkan yangından sonra öğrenmişti bu ilişkinin varlığını.
 
 
Yazar, 27 Ocak 2010’da New Hampshire’daki evinde öldüğünde 91 yaşındaydı. John Updike, Philip Roth, Richard Yates gibi yazarlar, Salinger’ın bir öykünün bağlantısız gibi görünen olaylar aracılığıyla
nasıl kurgulanabileceğine dair yeni buluşlarla edebiyata önemli katkılarda bulunduğunun altını çiziyorlardı. Kendisinden sonraki yazarlar kuşağını derinden etkilemişti usta kalem.
 
 
Yürekli bir askerdi, evlilik konusunda şanssızdı, skandallarla anılan aşklar yaşamıştı, yazdığı az sayıdaki eseriyle dünya edebiyatına mâl olmuş, saklı bir hayat yaşama arzusuyla onu bir türlü rahat bırakmayan dünyadan çekilmeyi istemişti, bir keşiş gibi arayışına devam ederek. “Çavdar Tarlasındaki Çocuklar”da yazdığı gibi, bu hayatta en hoşlanmadığı şey, sahtelik ve sahtekârlık yapanlardı: “Kural koyacaktım, beni ziyarete gelenlerin sahtekârca şeyler yapması yasak olacaktı.
Sahtekârlık yaparlarsa, yanımda kalamazlardı.”