Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » OYA BAYDAR - Kendiyle açık yüreklilikle hesaplaşan bir yazar
Şubat 2021

OYA BAYDAR - Kendiyle açık yüreklilikle hesaplaşan bir yazar

80 Yaşına anlam veriyor
 
Efnan Atmaca
 
 
Kendiyle açık yüreklilikle hesaplaşan bir yazar
 
Oya Baydar, 80’inci yaşında yaşadıklarını “80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri” adlı kitabında hem okurla paylaşıyor hem de kendiyle hesaplaşıyor. Yazarın 80 yaşı korona karantinasında geçince ortaya yaşlanmanın izlerinin anlatıldığı bir kitabın yanı sıra korona günlükleride çıkıyor.Elbette bu ikisine Türkiye siyasi ve edebi tarihinin dökümü de ekleniyor.Milliyet Kitap eki olarak Oya Baydar ile hem 80’inci yaşı hemde yeni kitabı üzerine konuştuk.
 
Edebiyatımızın en üretken kalemlerinden biri Oya Baydar. Üretken olduğu kadar açık sözlü, cesur, çalışkan…İlk romanını henüz lise yıllarında yayımladı ve o dönemde “Türkiye’nin Françoise Sagan’ı” olarak anıldı.1964’teyayımladığıgençlik kitabı“SavaşÇağıUmutÇağı”,47yıl aradan sonra yeniden basıldığında aradan geçen yarım asra rağmen yaşanan sorunları nasılda zamansız anlattığını görmüştük yazarın.Siyasi mücadeleyle geçenyılların ardından uzun bir   aradan sonra edebiyata döndüğü günden sonra tüm o zamana inat hep yazdı Baydar. İnsana, yaşanan çağa dair ne varsa anlattı. Yazdıklarına kendi yaşadıklarını da ekledi çoğu zaman. Kitapları yazardan izler taşıdı.“Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk”adlı nehir söyleşide, kendisiyle ve ülkesiyle hesaplaştı.Taşın altına elini koymaktan hiç çekinmedi. Dünyanın tüm acılarından sorumluluk hissedip bu acıları dindirmeki çin bir şeyler yaptı hep.Çalışkanlığıyla,barış için verdiği mücadeleyle, kendisine yapılan saldırılara karşı hep şiddetle arasına mesafe koymasıyla örnek oldu,ilham verdi. Şimdide yaşlılığın deneyimlerini anlatıyor Baydar. 80 yaşı ile korona aynı döneme denk gelince ortaya hem 80 yaşın hemde koronanın günlüğü çıkıveriyor. Kitapta aldığı yaşların ona kattıklarını ve koronanın hayatımızdan götürdüklerini anlatıyor.Tüm o yaşların izlerinin altında yazar olmak,kadın olmak, Türkiye, siyaset, devrim mücadelesi, aşk, dostluk var.Her satırda samimiyet var.Yorulmuşluklar var,sonra yeniden ayağa kalkmalar…80’inci yaşa kalan bir muhasebe var.Ve isteyen için satır aralarında pek çok öğüt var…Oya Baydar’a yönelttiğimiz sorular ve onun yanıtlarıyla,80 yılın izlerini birlikte sürmeye çalıştık... 
 
 
 
“80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri”, korona günlerine denk gelince ortaya çifte günlük çıkmış. Hem 80.yaş günlüklerinizi hemde korona günlüklerini okuyoruz. Yazmayı planladıklarınızın üzerine korona gelince nasıl hissettiniz? Nasıl evrildi yazacaklarınız korona girince hayatınıza?
 
Korona salgını,günlüklere daha önce düşünmediğim yeni bir boyut kazandırdı. Hatta diyebilirim ki salgın dünyayı kasıp kavurmaya başlamasaydı 80 yaş günlüklerine hiç başlamayabilirdim.Dünyanın, doğanın, insanın bugünü ve  geleceği konusunda daha fazla düşünme zorunluluğu duydum.
 
 
 
Korona başlayınca 65 yaş üstü ile 20 yaş altı evlere kapanmak zorunda kaldı.Daha önce siyasi geçmişinizden dolayı pek çok kez ‘kapanmak, kaçmak, saklanmak’ zorunda kalan biri olarak pek çok insana göre çok daha özgür geçirmenize rağmen bu yaşadığınız deneyimi nasıl yorumlarsınız? 
 
 
Bu ev hapsi günlerini daha kolay ya da sizin belirttiğiniz gibi daha özgür geçirmemin nedeni bir adada kırların, zeytinliklerin ortasında, denize karşı yaşıyor olmamdı. Ama yine de ağır geliyor; çünkü toplumsal hayat kesintiye uğradı. Ben kendimi eşimle, dostumla, arkadaşlarımla tamamlayan, insanlarla zenginleşen biriyim. Telefon ya da bilgisayar ekranı üzerinden sürdürülmeye çalışılan ilişkiler beni doyurmuyor. Kendimi yaşamın dışına atılmış hissediyorum.
 
 
65 yaş üstünün eve kapatılmasınınsiyasibirboyutuolduğunadair de pek çok eleştiri yapıldı, ne düşünüyorsunuz bu konuda? 
 
Siyasi bir amaç da var mıdır, bilmiyorum. Sağlığımızı koruma amacını da saçma buluyorum. Çünkü 65 yaş altı olanlara göre kendini daha iyi koruyan bir grup bu.Öte yandan eğer sap gibi tek başına yaşamıyorsa eve gelip gidenlerden virüs kapması çok olası. Ama hani “Yaş 70 iş bitmiş” diye bir deyiş vardır. Konuyla ilgili karar sahiplerinin zihniyetleri, ufukları, yaşam anlayışları,günümüz de dedelerimizin yaş sınırlarının aşıldığını hesaba katmalarına olanak vermiyor. Bu, “Moruklar otursunlar evlerinde, sersinler seccadelerini, kılsınlar namazlarını,TV dizilerini seyretsinler, kapansınlar evlerine!” zihniyeti. “Hayat eve sığar(HES)” saçmalığıda bu zihniyetin ürünü. “Hayır beyler! Hayat evlere asla sığmaz,” diye bas bas bağırmak geliyor içimden! 
 
 
“Köpekli Çocuklar Gecesi” ile “Çöplüğün Generali” kitaplarınızda siz de yok edici bir virüsü anlatmıştınız; hatta günlüklerinizde, “Bilici kadın mıyım ben?” sorusunu soruyorsunuz kendinize. Yine roman kişilerinden biri “Çöplüğün Generali”nde, “Dünyanın geleceğini virüsler belirleyecek ve tabii o virüslere hükmedenler” diyor. Siz kahramanınızın sorduğu bu soruya ne yanıt verirsiniz? Nasıl bir gelecek verecek virüsler dünyaya?
 
Tabii bilici kadın değilim ama ekolojistlerin, iklim bilimcilerin, çevrecilerin yıllardan beri yaptıkları uyarılara kulak verilirse küresel ısınmanın ve çevre felaketinin virüs salgınlarına yol açacağını ve salgınların birbirini izleyeceğini söylemek için müneccim olmak gerekmiyor. Ben, virüs salgınlarının insanın evriminde olumlu rol oynayabileceğini düşünenlerden değilim.Şu son bir yılda bile, salgının ülkeler, bölgeler, toplumsal sınıflar, katmanlar arasındaki zaten var olan eşitliksizliği, adaletsizliği nasıl derinleştirdiğini, insanlığı ne kadar korkunç bir geleceğe sürüklediğini gördük. 
 
 
 Koronadan biraz uzaklaşırsak... Günlükleriniz sizin deyiminizle bilinçli 60 yılın bir envanteri, dökümü. Bu dökümde en önemli rollerden biri Türkiye’nin 60 yıllık siyasi tarihi. Neydi size böyle bir döküm yaptıran?
 
Günlükler kısa bir zaman dilimini içeriyor. Ama yazarken insan gerilere gidiyor. Geçmişin geçmiş olamadığı bir ülke burası. Sosyopolitik tarih hep tekerrür ediyor.O zamanda geçmişe geri dönme ihtiyacı hissediyorsunuz. 
 
 
 Günlükleriniz uzun bir yolculuk aslında, sizin de en başta dediğiniz gibi “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla...”Buyoldakienbüyükmotivasyonunuz, hep daha iyi bir dünya için çalışmak oluyor. Nasıl görüyorsunuz yolculuğunuzu bugün?
 
Ben “motivasyon” değil de “hayatıma bir anlam verme çabası” olarak görüyorum, daha iyi bir dünya amacını. Füruğ’un o muhteşem mısrasını “Menzile varamadın, sen yürüyüşü hatırla”ya çevirip okuyorum. Şu anlamsız hayata anlam kazandıran her yolculuk değerlidir, iyidir. 
 
 
Sizinle 2007’de “Kayıp Söz” ile ilgili konuştuğumuzda bana Rosa Luxemburg’un “Aslında insanlığın gelişmesi bir çataldır. Barbarlığada gidebilir, insanlığa da” sözünü hatırlatıp “Ben insanlığın bu çatalın ortasında ve biraz barbarlığa yakın olduğunu düşünüyorum” demiştiniz. Bugün o ortayı iyice geçip barbarlığa iyice yaklaştık mı?
 
Barbarlık derken; dünyanın en zengin 10 kişisinin servetinin bir milyardan fazla insanınkine eşit olduğu; savaşların, şiddetin, terörün kol gezdiği, milyarlarca insanın yarı aç yarı tok yaşadığı; bir yanda yapay zekâ öte yanda hayatında kitap, okul, eğitim görmemiş milyonlar olan, çocukların açlıktan ya da savaşlarda öldüğü yer yüzü cehennemini anlıyorsak; ne yazık ki barbarlığa bugün dünden daha yakınız gibi geliyor bana. 
 
 
Barbarlık demişken şiddetin son yıllarda çok arttığına sizin de günlüklerinizde sık sık değindiğinizin altını çizmek istiyorum. Özellikle kadınlara yönelik şiddetin. Bu konuda hep savaşmış biri olarak çözümü nerede görüyorsunuz?
 
Çözüm demeyeyim, ama umut kadınların mücadelesinde.Ve bu mücadeleyi veriyorlar da. Önümüzdeki yüzyıl kadınların yüzyılı bile olabilir. 
 
 
Her şeye rağmen ne zaman bir kitabınızı ya da yazınızı okusam, günlükleriniz de buna dahil; umutla koyuyorsunuz son noktayı. İki yıl önce yayımlanan nehir söyleşi kitabınızı Nâzım’ın “Sabahın sahibi vardı. Gün daima bulut kalmaz. Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri” sözüyle bitirmiştiniz. Bunu da 90 yaşınızın hikayesinin daha umutlu olacağına ithafen. Nedir sizin içinizdeki umudu besleyen?
 
90 yaş günlüklerimin daha umutlu olacağı sözü, bir yandan temenni bir yandan da ironiydi aslında! Ama umudun son kırıntısıda tükenince yaşam biter,diye düşünürüm.Henüz yaşadığıma ve intihara karar vermediğime göre,son noktayı umutla koymak iyi geliyor.
 
 
Kitaplarınızda sık sık biyografik öğeler kullansanız da günlük yazmak tamamen soyunmak gibi. Kendinizle, eşinizle, çocuğunuzla, torunlarınızla, dostlarınızla mahreminizi paylaşmak bir anlamda. Ne hissettirdi bu size?
 
İnsan yaşlandıkça daha kolay soyunuyor, içini daha rahat açıyor ötekilere galiba. Bu aynı zamanda da bir hesaplaşma. Kendimle açık yüreklilikle hesaplaşmak iyi geldi.    







       
Etiketler:   Oya Baydar