Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Gri ve ıssız bir bilinç bulanıklığına karşı bir yazar
Aralık 2018

Gri ve ıssız bir bilinç bulanıklığına karşı bir yazar

“Fareler ve İnsanlar”daki sürekli her şeyi unutan Lennie ile ona bıkıp usanmadan unuttuğu şeyleri anlatan George arasındaki ilişkiyi John Steinbeck artık hayatta olmasa da anlatmaya devam ediyor romanıyla. Biz de ölümünün 50’nci yılında, dünya edebiyatını derinden etkilemiş John Ernest Steinbeck’i analım istedik.

Bülent Usta

 

Steinbeck, ilk romanı “Altın Kupa”yı yayımladığı 1929’dan kalp yetmezliği yüzünden 20 Aralık 1968’de ölene kadar 16’sı roman 27 kitap kaleme aldı, ama daha çok 1929 Ekonomik Buhranı’nı anlatan, dünya edebiyatının en çok satan romanları arasında yer alan “Gazap Üzümleri”yle tanındı.
 
 
27 Şubat 1902’de Kaliforniya’da dünyaya geldi. Babası Alman, annesi İrlandalıydı. Steinbeck soyadı, Grossteinbeck’in kısaltmasıydı. Ünlü “Cennet’in Doğusu” romanında ailesini, özellikle annesinin akrabalarını anlatır. Steinbeck doğduğunda Salinas’ta beş bin kişinin yaşadığı düşünülürse, küçük bir kasabaydı o zamanlar, çiftçilerden oluşan. 1933’te, 31 yaşındayken bu bereketli toprakları, Salinas Vadisi’ni yazmak istediğini yazmıştı günlüğüne. 1952’de de, başyapıtım dediği “Cennet’in Doğusu”nu yazdı. Başka hiçbir kitabı için bu kadar okunsun diye uğraşmadığını yazacaktı eleştirmenler sonradan. Ama ilginçtir, Steinbeck’in en çok okunan romanı “Gazap Üzümleri” Salinaslılar tarafından pek fazla sevilmemişti, toprak sahiplerini açgözlü olarak gösterdiği için. Steinbeck’in bugün Salinas’ta heykeli dikili ve adına açılmış bir müze de var; bu küçük şehir onun sayesinde dünyada pek çok kişi tarafından iyi biliniyor artık.
 
 
Başka yazarlarda da gördüğümüz gibi, John Steinbeck’in edebiyata ilgisi annesinden kaynaklıydı. Babası bir fabrikada müdür, annesi de ilkokul öğretmeni ve sıkı bir okurdu. Steinbeck, ablaları Esther ve Beth ile küçük kızkardeşi Mary’nin de annelerinin tedrisatından geçtiğinden bahsetmişti. Onu ilk etkileyen kitap, dokuzuncu yaş gününde hediye edilen Thomas Malory’nin “Kral Arthur’un Ölümü”ydü. Bu etki öylesine güçlüydü ki 1935’te yayımlanan “Yukarı Mahalle” adlı romanını bu kitaba benzer bir şekilde kurgulamıştı ve üçüncü eşi Elaine ile Kral Arthur efsanesini araştırıp hikâyelerini güncel bir dille yeniden yazabilmek için İngiltere’ye seyahat etmişti. Bu çalışmasını bitirememiş olsa da, ölümünden sonra, 1976’da “The Acts of King Arthur and His Noble Knights” adıyla kitabı yayımlandı.
 
 
YOKSUL AMA MUTLU
14 yaşındayken artık ciddi ciddi yazar olmaya karar vermişti Steinbeck, Salinas’taki evlerinin çatı katındaki odasına kapanmış ve geç saatlere kadar edebiyat üzerine okumalara ve hikaye yazma denemelerine başlamıştı; ama henüz kendi adıyla hikayelerini dergilere yollayamıyordu, nasıl bir tepki alacağını merak ederek takma adla göndermeyi tercih ediyordu. 19 yaşına geldiğinde, yazma becerisini geliştirme ümidiyle Stanford Üniversitesi’ne kaydoldu, ama asıl ilginç olan üniversitede biyolojiye ilgi duymasıydı ve biyolog William Emerson Ritter’ın derslerinin sıkı takipçisi olarak altı yılını üniversitede geçirmesi ancak diploma almadan ayrılmasıydı. Bu ilgisi, daha sonra deniz biyoloğu arkadaşı Ed Ricketts’ın da etkisiyle “Sardalya Sokağı”nı yazmasına neden olacaktı.
 
Steinbeck, 1925’te üniversiteden ayrıldıktan sonra New York’a gitti, bir ara gazeteci olarak çalıştı, ama gazete muhabirinden bekleneni yapamamış, olayları olduğu gibi aktarmak yerine, hikayeleştirdiği için işinden olmuştu. O da inşaat işçiliğinden eczacı kalfalığına kadar çeşitli işlerde çalışmak zorunda kaldı. O günlerini parasızlıkla, açlıkla, tükenmişlikle ve korkuyla hatırladığını yazacaktı sonradan ve kaldığı yerlerdeki eşlikçisi olan hamamböcekleri o günlerinin bir simgesine dönüşecekti. New York’a daha fazla tahammül edemeyen Steinbeck, romanlarında uzun uzun tasvir ettiği Kaliforniya’ya döndü, Tahoe Gölü’nün kenarındaki bir eve yerleşti. Bu karar, sadece yazarlık kariyerini olumlu yönde etkilemekle kalmayıp ilk eşi Carol Henning ile tanışmasına da vesile olacaktı. Entelektüel, neşeli ve güzel bir kadın olan Carol, Steinbeck’in roman yazması için çok uygun bir eşlikçi olacaktı. Birlikte sık sık balığa da çıkacaklardı, zira o parasızlık günlerinde balığa çıkmaları zarurettendi... 14 Ocak 1930’da evlenip Los Angeles’a taşınan çift, yoksul ama mutluydu.
 
 
EN SEVDİĞİ ROMAN
Steinbeck, Pacific Grove’da bir yandan coşkulu bir şekilde yazarken geçim derdi yüzünden çeşitli işlerde çalışıyordu. 1932’de öykülerinden oluşan “Cennet Çayırı”, 1933’te Salinas Vadisi’ni anlattığı dört öyküden oluşan “Al Midilli” yayımlandı, ardından “Bilinmeyen Bir Tanrıya” adlı romanını çıkarsa da asıl ilgiyi 1935 tarihli “Yukarı Mahalle” adlı romanıyla çekti. “Yukarı Mahalle”, Steinbeck’e kendisini tamamen edebiyata vermesine yardımcı olacak bir baskı sayısına da ulaşacaktı. “Yukarı Mahalle”, böylesine bir ilgi görünce Spencer Tracy gibi dönemin ünlü oyuncularının yer aldığı bir filme de uyarlandı. Bu başarının ardından, meyve toplayan işçilerin grevi anlattığını ve o günlerde büyük ses getiren “Bitmeyen Kavga”yı yayımladı 1936’da. Ondan bir yıl sonra da ünlü “Fareler ve İnsanlar”ı…
 
“Fareler ve İnsanlar”, Steinbeck’in 1942’de çıkan “Ay Batarken” ve 1950’de basılan “Alev”de yapmaya çalıştığı oyun-roman çalışmalarının ilkiydi ve birkaç ay sonra Broadway’de sahnelendi. George Milton ve Lennie Small adlı iki göçmen işçinin dostluğunu anlatan bu roman, derinden etkiledi okuyanları. Steinbeck’in de en sevdiği ve “Alçakgönüllüğü düşünerek yazdım” dediği bir romandı.
 
 
BUHRANIN YIKICI ETKİSİ
Önceleri bir gazete için göçmen işçilerin kaldıkları barınaklarla ilgili bir yazı dizisi olarak başlayan ve gazetede “Hasat Çingeneleri” adıyla yayımlanan bu yazılar, iki yıl sonra 1939’da çıkacak olan “Gazap Üzümleri” adlı romanın temelini oluşturacaktı. Romanı yazarken editörü Elizabeth Otis’e şöyle yazacaktı: “Badilere gitmeliyim. Orada açlıktan ölmek üzere olan yaklaşık beş bin aile var…” Dünya Ekonomik Buhranı’nın yıkıcı etkisi, işçilerin arasından gelen John Steinbeck’in en çok kafa yorduğu mesele olacaktı. Ama o, diğer eserlerindeki tavrını burada da sürdürecek, yaşanan bütün zorluklara rağmen en ufak bir umuda dahi iyimserce sarılan insanların dramını, siyasi arka planına ve eşitsizliklere dikkat çekerek destanlaştıracaktı.
 
 
“Gazap Üzümleri”, 1939’da New York Times’ın en çok satan kitaplar listesinde bir numaraydı, o yıl 439 bin adet basılmıştı. Roman aynı yıl, National Book Award ve Pulitzer Ödülü’nü aldı. “Gazap Üzümleri” işçilerin kullandığı dil, devletin kötü gösterilmesi ve siyasi nedenler yüzünden Amerika’nın bazı bölgelerinde yasaklandı. Roman üzerine tartışmalar devam ederken Steinbeck hastalandı ve tam da o günlerde 1943’te boşanacağı Carol ile evliliğinde sorunlar başladı. Deniz biyoloğu arkadaşı Ed Ricketts, onu bütün bu keşmekeşin ortasından kurtarıp Kaliforniya Körfezi’nde deniz canlıları toplamaya götürdü. 1941’de yayımlanacak olan “Sardalya Sokağı” bu yolculuktan doğdu. Aynı yıl, “The Forgotten Village” filminin senaryosunu kaleme aldı. 1943’te iki erkek çocuğunun annesi olacak olan Gwyn Conger ile evlendi.
 
 
NOBEL ÖDÜLÜ
Steinbeck, eşi Elaine ile çocukluk kahramanı Kral Arthur’un hikayelerini toplamak için seyahatlere çıktı. 1959’da Amerika’ya döndükten sonra “Mutsuzluğumuzun Kışı” adlı romanını yazdı, 1961’de yayımlanan romanından sonra, 1962’de kendisine Nobel Edebiyat Ödülü verildi. 1960’ta, Don Kişot’un atı olan Rosinenta adını taktığı bir kamyonet alıp Charley adlı köpeğiyle yolculuğa çıktı ve bu yolculuğu “Travels with Charley” adıyla kitaplaştırdı. 1964’te ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Steinbeck’e Başkanlık Özgürlük Madalyası takdim etti.
 
John Steinbeck, artık iyice yaşlanmış olsa da oğlunun gönderildiği Vietnam’a, Newsday gazetesi için savaşın ortasına gitti, ama sağlığı gittikçe kötüleşiyordu. 20 Aralık 1969’da, ömür boyu içtiği sigaranın etkisiyle kalp yetersizliğinden hayata gözlerini yumdu. Steinbeck için çekingen, alkışı sevmeyen biri olduğu yazılmıştır hep. Pulitzer Ödülü’nü aldığı zaman kendisiyle konuşmak isteyen gazetecilere, “Söyleyecek bir şeyim yok, ben henüz olgun bir yazar değilim” dediği bilinir.
 
Eserlerinde, manzara tasvirinden diyaloglara kadar sıcak, insanı sarıp sarmalayan neşeli bir samimiyet vardır, başlayınca kitabı bıraktırmayan. Bütün o yaşanmışlıklar, zengin detaylarla doldurmuştur romanlarını.
 
1962’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında, şu sözlerle seslenmişti kalabalığa: “İnsanlık gri ve ıssız bir bilinç bulanıklığının pençesinde. (…) Yazılmaya değer tek şey, insanın kendi kalbiyle kavgası gibi görünüyor.”
 
 
FİLMLER VE SENARYOLAR 
II. Dünya Savaşı yıllarında Pearl Harbor baskınından sonra askere yazılmak istedi, ama siyasi görüşleri yüzünden soruşturma geçirdiği için kabul edilmedi. New York Herald Tribune gazetesi için savaş muhabiri olarak cepheye gitti ve ABD için istihbarat çalışmaları yaptı, çeşitli cephelerde sıcak çatışmaların yaşandığı yerlerde muhabir olarak bulundu. O günlerde tanık olduklarını 1942’de kaleme aldığı “Bombs Away: The Story of a Bomber Team” adlı kitabında anlattı. 1958 tarihli “Bir Savaş Vardı” da o günleri anlatıyordu. 1944’te Alfred Hitchcock’a çok sayıda Oscar kazandıran “Yaşamak İstiyoruz” (Lifeboat) filminin senaryosunu yazdı, ama kaleme aldığı metinde çok fazla değişiklik yapıldığı için adının filmin jeneriğinden çıkarılmasını istedi. Bir başka yazdığı senaryo da Emiliano Zapata’nın hayat hikayesinden ilham aldığı ve EliaKazan tarafından çekilen, Marlon Brando ve Anthony Quinn’in rol aldığı 1952 yapımı “Viva Zapata”ydı. Türkçeye “Aşk Otobüsü” adıyla çevrilen 1957 yapımı “The Wayward Bus” gibi başka filmlerde de adını görecektik. 1948’de yakın dostu Ed Ricketts ölünce Steinbeck derinden sarsıldı, ağır bir depresyona girdi ve ayrılmak isteyen ikinci eşi Gwyn ile boşandılar. Steinbeck kendini insanlardan izole ederek ilk romanlarını kaleme aldığı Pacific Grove’daki evine kapandı. 1950’de hayatının sonuna kadar birlikte olacağı Elaine Scott ile evlendi ve birlikte ölene kadar yaşayacağı New York’a taşındılar.Steinbeck, ölene kadar bu şehirde yaşayacaktı artık. Bu evde, başyapıtım dediği ve 1952’de yayımlanan “Cennetin Doğusu”nu yazdı. Roman yayımlandıktan kısa bir süre sonra da James Dean’in başrolünü oynadığı filme uyarlandı.