Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Edebiyattan vizyona: Açlık Oyunları
Aralık 2013

Edebiyattan vizyona: Açlık Oyunları

Fantastik edebiyatın en iyi örneklerinden olan "Açlık Oyunları" sadece çok satan bir gençlik romanı değil. Kitabın net bir mesajı var: Aç insan her şeyi yapar. Ayrıca bu düzeni yıkarsa açlar yıkar. Sinemaya da uyarlanan "Açlık Oyunlaırı" serisinin ikinci filmi "Ateşi Yakalamak" vizyona girdi. Biz de bu vesile ile Pegasus Yayınları'nın bastığı, Susanne Collins'in ünlü "Açlık Oyunları" serisini mercek altına aldık.
Tok açın halinden anlamaz
 
 
 
ELİF TÜRKÖLMEZ
 
“Elimden düşüremedim,” bir kitapla ilgili söylenebilecek en kuvvetli iltifat cümlelerinden biri olmalı. ABD'li yazar Suzanne Collins’in yazdığı ve Türkiye'de Pegasus Yayınları'ndan çıkan üç kitaplık "Açlık Oyunları" serisi için milyonlarca insan bu cümleyi kurdu. Üstelik kuranlar yalnızca; kitapları harçlıklarını biriktirip tamamlayan lise öğrencileri, aralarında değiş tokuş yapan üniversiteliler ya da öğleden sonra buluşup çay ve üzümlü kek eşliğinde coşkuyla okuyan ev kadınları değil, "Alacakaranlık / Twilight" gibi fenomen bir serinin yazarı olan hemşehrisi Stephenie Meyer ve korku edebiyatının ustası Stephen King gibi önemli yazarlardı. Üstelik Meyer’in kurduğu cümle de tam olarak şöyleydi: "Bu kitabın o kadar bağımlısı oldum ki yemek yerken bile elimden bırakamadım, masanın altından okumaya devam ettim." Gece başınızı yastığa koyduğunuzda gülümseyerek tekrar tekrar hatırlamak isteyeceğiniz türden, gurur okşayıcı bir laf. Az şey değil. 
 
"Açlık Oyunları", "Alacakaranlık"tan başı dönmüş ve ona benzer yeni bir şeyler bekleyen okura iyi geldi. Çıktığı yıl, 2008’de, Publishers Weekly tarafından Yılın En İyi Romanı Ödülü’ne değer görüldü, kayda değer bir satış rakamı da yakaladı.
 
İlk roman "Açlık Oyunları"nı serinin ikinci kitabı "Ateşi Yakalamak", onu da üçüncü ve son roman olan "Alaycı Kuş" izledi. Bu arada kitapların beklendiği üzere film hakları satın alındı. İlk film büyük ilgi gördü. İlkine göre çok daha vahşi, çok daha kanlı bir film olan "Ateşi Yakalamak" ise geçen yıl tamamlandı ve şu sıralar Türkiye’de vizyonda. Son kitap "Alaycı Kuş"u beyaz perdede izlemek içinse biraz beklemek gerekecek. İki film olarak vizyona girecek filmin çekimleri ekim ayında başlamıştı ve halen devam ediyor. 
 
EN ZOR İMTİHAN: AÇLIK
 
"Açlık Oyunları", 16 yaşındaki Katniss Everdeen’in, kıyamet sonrası ABD’nin kuzeyinde kurulan Panem’de (Bu ad, Romalıların ‘Panem et Circenses’ yani ‘Ekmek ve Sirk’ sözünden geliyor. Yöneticilerin gündemi gözden kaçırmaları için halka ekmek dağıtıp vahşi arena oyunları izletmelerine gönderme yapıyor) yaşananları anlattığı fantastik bir distopya. Yazar Collins, çok iyi bir kurguyla örülmüş, gerçeklik duygusu yüksek bir roman olan "Açlık Oyunları" serisiyle, fantastik bir roman yazmaktansa tam da içinde bulunduğumuz dünyanın gerçeklerini insanların yüzüne çarpmak istediğini söylüyor. Yani bu roman bir alegori evet, ama alegoriyi gerçekleri söylemeye cesareti olmayanların yazdığı ve okuduğu bir tür değil de, gerçekleri göstermenin daha estetik bir ifadesi olarak görüyor. Collins’in "Açlık Oyunları" serisi ile anlattığı şey şu: Reality şovlar gelecekte insanlığı tamamiyle esir alabilir, hatta hayatın kendisi bile bir reality şova dönüşebilir. Zalim - mazlum çatışmasının bir şova dönüşmesi ise kaçınılmaz. Ancak insanlığın zulme direnebilmesi için zulüm gördüğünün farkına varması ve direnmesi lazım. Tıpkı, romanda olduğu gibi... 
Susanne Collins "Açlık Oyunları" fikrini, televizyon izlerken akıl etmiş. Bir gün evde oturmuş televizyona bakarken bir kanalda Irak Savaşı ile ilgili görüntülere rastlamış, televizyonun kumandasına basıp başka bir kanala geçince ise bir reality şovla karşılaşmış. O anda aklında Katniss’in hikayesi yavaş yavaş belirmeye başlamış.
"Açlık Oyunları"nın belki de en önemli özelliği, bir kadın hikayesi olması. Bir kadının tek başına hayatta kalma hikayesini anlatması... Katniss, madende çalışan babasını kaybetmiş bir genç. Babasından ona kalan iki şey var: Biri eski bir ceket, diğeri ise yazılması yıllar alan botanik kitabı. Katniss bu kitap sayesinde doğanın bilgisine erişip otların dilinden anlıyor. Ormanda kaybolsa da karnını doyuruyor. Kardeşi ve annesine de bu sayede bakıyor hatta. İyi bir okçu, bazen sırf antrenman yapmak için avlanıyor. Ama kötü yürekli biri değil. Sadece, nasıl demeli, vahşetin ortasında zayıf bir canlı olarak hayatta kalmanın yollarını arıyor. Bu arada kitabın otobiyografik öğelerinden biri de bu. Collins, babasını Vietnam Savaşı’nda kaybetmiş ve Katniss gibi ondan kalan az sayıda eşyayla avunmuş. Yazarın ana karakter Katniss’le kurduğu bağ aşikar. Benim itirazım da burada, bütün o babadan kalma deri ceket ve maskülen öfke biraz sinir bozucu. Fazlasıyla, “Babam Vietnam gazisi/şehidi” tripleri...
 
VAHŞET OYUNLARI
 
Hikayenin pek çok yerinde Yunan mitolojisinden, özellikle Kral Aigeus’la Kraliçe Aithra’nın oğlu Theseus’dan izler görmek mümkün. Zaten Susanne Collins, Katniss'i Antik Yunan’da değil de, gelecekte yaşayan Theseus olarak kurgulamış ve hikayeyi de Roma gladyatör oyunlarından esinlenerek yazmış. Bu arada kitabın en çok eleştirildiği noktalardan biri de bu ama bu defa eleştirenler haksız. Çünkü, peki ya neden etkilenseydi?
 
Despotik Panem’de Başkan Snow’un insanın kanını donduran bir ‘eğlence’ anlayışı var (Ama mesela bu adamın derdi ne, bu adamın eğlence anlayışı neden böyle pek bilmiyoruz. Altından yine bir çocukluk travması çıkması muhtemel). Zamanında başkent Capitol’e karşı büyük çapta bir ayaklanma yaşanmış. Ayaklanmanın sonunda, 13. mıntıka haritadan silinmiş. Bu olayın bir daha yaşanmaması için Başkan Snow şöyle bir ‘çözüm’ bulmuş. Her yıl, mıntıkalardan bir kız, bir de erkek çocuğa, Açlık Oyunları adı verilen bir yarışmaya katılma zorunluluğu getirilmiş. Capitol sakinlerini eğlendirmek için canlı yayında da gösterilen ve geriye tek bir kişi kalana kadar süren bu vahşet oyunlarına katılması için seçilen gencin yarışmaya katılmaktan başka çaresi yok, aksi halde zaten öldürülüyor. Yaşı tutan herkes yapılan çekilişe adını yazdırmak zorunda. Bu arada canlı olarak yayınlanan bu şovun herkes tarafından izlenmesi yasal bir zorunluluk. Halk bu vahşeti izlemeye zaten bayılıyor ama bir programın izlenmesinin yasal zorunluluk olması fikri biraz korkutucu.
Öykünün geçtiği yılda ise yarışmaya katılması için Katniss’in çok sevdiği, gözünden sakındığı kardeşi seçiliyor. Zaten hikaye de burada başlıyor. Katniss, gömleğinin arkası sürekli bir kuyruk gibi sarktığı için ‘ördek’ diye seslendiği kardeşi Primrose’un yerine yarışmaya katılmaya karar veriyor. Ve bu zorlu yarışı kazanıyor. Katniss, önüne koyduğu hedefleri aşmayı bilen azimli bir genç. Açlık Oyunları’ndan sağ çıkmayı da bu sayede başarıyor. Zaten Katniss ve tüm diğer ‘düşük mıntıkalar’ günlerini yarı aç yarı tok geçiren, kursağından doğru dürüst bir lokma geçmeyen insanlar. Açlıkla başetmek, açlığı iyi bilen biri için zor olmuyor. Yarışmaya özel bir perhiz programıyla hazırlanan görece zengin mıntıkaların çocuklarını Katniss, deyim yerindeyse, bir lokmada yiyor. Yalnız onun bu yarışmayı kazanması, yaşaması çok daha zor bir dünyanın kapılarını açmış oluyor.
 
 
TEK BAŞINA BİR KADIN
 
İlk kitap olan "Açlık Oyunları"nın ‘hayatta kalmak’ ana fikrinin yanında bir de ‘aşk’ teması var. Çünkü Katniss’in katıldığı yıl, yarışmada bir değişiklik yapılıyor ve bir kişinin değil, biri kız diğeri erkek iki kişinin hayatta kalmasına izin veriliyor. Katniss’le birlikte Peeta isimli bir erkek de böylece hayatta kalmış oluyor. Tıpkı onun gibi yoksul ve zorlu bir hayattan gelen Peeta ile Katniss arasında bir aşk başlıyor. Daha doğrusu zaten bu süreçte başlamış olan aşk büyüyor. Bu arada aktör Josh Hutcherson’ın, sinemaya uyarlanan seride Peeta karakterini oynaması için teklif aldıktan sonra kitabı okuduğunu ve üç kitabı beş günde bitirdiğini söyleyelim. Kitaptaki anlatıma göre Katniss’e âşık olan Peeta aynı zamanda, “Çayına hiç şeker atmaz. Pencereleri açık uyur. Bir ressamdır. Ayakkabılarına her zaman çift düğüm atar". Bu tanımdan yola çıkarak tatlı bir çocuktur denilebilir.
Serinin ikinci kitabı "Ateşi Yakalamak"ta çok daha zor, çok daha büyük bir hayatta kalma oyunu olan Çeyrek Asır Oyunları’na katılan çiftin yolu ayrılır. Üçüncü kitap "Alaycı Kuş"ta ise 12. mıntıkanın tamamen yok olduğunu öğreniriz. Ama Katniss kardeşi ve annesini bulmayı başarır. Üzücü olan Peeta’nın, Capitol tarafından esir alınmış olması ve zihni üzerinde değişiklikler yapılması. 
Bu seri aslında genç bir kadının tek başına neler başarabildiğini göstermesi bakımından çok önemli. Bir tek insanın, isterse dağları devirebileceğinin, karşısında ise askeri otorite dahil hiçbir gücün duramayacağının güzel bir örneği. Kitaplar bittikten sonra insan, ömrü boyunca yanında taşıyacağı yeni bir karaktere, Katniss’e sahip olmanın mutluluğunu duyuyor. 
Ursula K. Le Guin'in "Yerdeniz"indeki Ged’i gibi...
 
HALK İÇİN İSYAN
 
Katniss, yarışı kazandıktan sonra halk tarafından çok sevilen bir karaktere dönüşür. Yarışmaların galipleri bir süre popüler olur sonra da unutulur ama Katniss'te öyle olmaz. Zafer turlarına çıkartıldığında halkın aşırı ilgisine maruz kalır. Ancak eklenecek bir şey var: ‘Yarışma sırasında âşık olduğu erkeği’ yenmeyen, onun da kazanmasını sağlayan ve bu anlamda yönetime kuralları değiştirten bu kadın, bir anda ‘isyanın yüzü’ olur. Katniss sevdiklerine zarar gelmesini istemediği için böyle bir sorumluluktan uzak durmak istese de, fakir mıntıkalarda yaşayan halk isyan başlatmada en ufak bir bahane aradığından, kısa sürede ‘devrim’in ateşleyicisi konumuna geçer. Ancak, Başkan Snow’un buna itirazı vardır. Neden bu kadar kötü olduğunu bilmediğimiz kağıt bebek Snow’un... Şiddetinin sebebi bilinmeyen Snow’un... İyinin değil ama kötünün altı iyi dolmayınca fena sırıtır çünkü. 
 
Aslında bütün eleştiriler "Açlık Oyunları"nın sürükleyici kurgusuna halel getirmiyor. Kitap da zaten başarısını buradan, alıp götüren öyküsünden, alıyor. Seri bitse de şu anda tüm dünyada milyonlarca insan “Şimdi ne olacak?” diye akşam yemeğinde masanın altından seride yer alan kitapları okuyor. Kitaplarla ilgili olarak “Tabaklarda çorbaları soğutuyor” desek... Eh, bir yazarın duymak isteyeceği türden bir eleştiridir sanırım. Herkese iyi okumalar...
 
ÇOCUKLAR, KEDİLER VE KURABİYELER
 
"Açlık Oyunları"ndan önce televizyona yaptığı işlerle tanınıyor Susanne Collins. Kariyerine 1991 yılında çocuklar için televizyon şovu yazarak başlıyor. Amerikan dizi kanalı Nickelodeon'da aralarında "Clarissa Explains It All", "The Mystery Files of Shelby Woo", "Little Bear" ve "Oswald" adlı çizgi filmlerin de bulunduğu televizyon şovlarında çalışıyor. Daha sonra çocuklar için kitap yazmaya başlıyor. İlk kitabı "The Underland Chronicles / Yeraltı Günlükleri", New York Times En Çok Satanlar listesine giriyor. 2003-2007 yılları arasında "Yeraltı Günlükleri" serisi altında beş kitap daha yazıyor. Yine aynı yıllarda "When Charlie McButton Lost Power" adlı çocuk kitabını yayımlıyor. Collins çocukları çok sevdiğini ve onlar için üretmekten büyük mutluluk duyduğunu her röportajında dile getiren bir kadın. Söylediğine göre iki çocuğu ve iki kedisine kurabiye pişirmek en büyük mutluluğu. Fantastik edebiyatın en büyük isimlerinden Ursula K. Le Guin de çocuklarına kurabiye pişirmekten çok hoşlandığını anlatıyordu bir röportajında. Acaba fantastik edebiyat yazarı olmak için çocukları, kedileri ve kurabiyeleri sevmek mi gerek? 
 
“BU TOMBİŞ YANAKLI KIZ MI AÇ?”
 
Seriyi okumaya başlayan herkes içinden “Bu kitapların filmi çekilmeli,” dedi. Yönetmen Gary Ross da aynı şeyi düşünmüş olmalı ki, 2011 yılının başında yazar Susanne Collins’le görüşmelere başladı. Görüşmeler o kadar iyi geçti ki, Collins filmin yapımcılarından biri bile oldu. Yapımcılar, Mart 2011'de filmin ana karakteri Katniss’i canlandıracak oyuncuyu seçmek için içlerinde Hailee Steinfeld, Abigail Breslin, Emma Roberts, Lyndsy Fonseca, Emily Browning ve Shailene Woodley'nin olduğu 30'a yakın aktrisle görüştü. Ancak sonunda rolü kapan, Oscarlı oyuncu (o zaman değildi) Jennifer Lawrence oldu. Lawrence çok iyi bir oyuncu olabilir, Oscar almış bir şey diyemeyiz, Katniss’i de başarıyla canlandırıyor ancak filmi izleyen herkesin dilinde aynı soru: Bu kızın biraz daha süzgün olması gerekmez mi? Lawrence’ın gençlik ve enerji fışkıran kırmızı yanakları çok güzel ama seyirci haklı, insan o yanaklara bakınca kızın aç olduğuna inanası gelmiyor. Filmlerin kitaplardan geri kalan pek çok yönünden sadece biri bu. Şu an vizyonda olan "Ateşi Yakalamak" adlı ikinci film eleştirmenlere göre, ilkinden daha başarılı bulundu. Karakterler gelişmiş, kurgu oturmuş. İlk filmin yönetmeni Gary Ross’un yerini ikinci filmde Francis Lawrence almış. Bu arada filmlerin en çok konuşulan özelliklerinden biri de müzikleri. İlk filmde Taylor Swift ve The Civil Wars tarafından seslendirilen "Safe&Sound" adlı single 23 Aralık 2011'de yayınlandığında 12 saat içerisinde iTunes’da bir numara olmuştu. The Decemberists ile Arcade Fire üyelerinden Win Butler ve Regine Chassagne'ın düeti ve filmin başrol oyuncularından Jennifer Lawrence'ın seslendirdiği "Rue's Lullaby" şarkısı da en çok satın alınan şarkılardan biri olarak açıklanmıştı. İkinci filmin öne çıkan soundtrack’i ise, İngiliz ekip Coldplay’in yaptığı "Atlas" adlı şarkı oldu. Bu arada 6 Aralık’ta açıklanan Grammy Ödülleri'nin aday listesine göre "Atlas", 2014’te Grammy’ye aday. Şarkı, 'Görsel Medya için Yazılmış En İyi Şarkı' dalında aday gösteriliyor ve kazanmasına da yüksek ihtimal veriliyor.
 
SAYILARLA AÇLIK OYUNLARI
 
26: "Açlık Oyunları"nın çevrildiği dil.
700 milyon dolar: Yapımcıların ilk filmden elde ettiği hasılat.
200 bin: İlk kitabın ilk baskı adedi.
38: Yayımlandığı ülke sayısı.
7.2: İlk filmin IMDB puanı.
146 dakika: İkinci film "Ateşi Yakalamak"ın süresi.
390: Üçüncü kitap "Alaycı Kuş"un Türkçe baskısının sayfa sayısı.
135: İlk kitabın, USA Today’in Çok Satanlar Listesi’nde bir numarada kaldığı hafta sayısı.