Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » "Yönetmenlik olarak en zor filmimdi: Kelebekler"

"Yönetmenlik olarak en zor filmimdi: Kelebekler"

"Yönetmenlik olarak en zor filmimdi: Kelebekler"28 Mart 2018 - 12:03
Sundance Film Festivali'nden ödülle dönen Kelebekler filmiyle başarısını taçlandıran genç yönetmen Tolga Karaçelik'le sineması üzerine konuştuk.

 

UĞUR UGAN

 

Onu hepimiz Gişe Memuru ve Sarmaşık filmiyle tanıdık. Son yıllarda yerli sinemada en çok heyecan veren yönetmenlerden olan Tolga Karaçelik sinemadaki yolculuğunu Kelebekler ile sürdürüyor. Genç yaşta elde ettiği başarısını Sundance Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü'nü alarak taçlandıran Karaçelik bu ödülü Türkiye'den alan ilk yönetmen oldu.

 

Tolga Karaçelik'in senaryo ve yönetmenliğini üstlendiği Kelebekler filminde birbirini çok az tanıyan üç kardeşin, yıllardır haber almadıkları babalarının aramasıyla bir araya gelmelerini konu ediliyor.  Bartu Küçükçağlayan, Tuğçe Altuğ, Tolga Tekin, Serkan Keskin, Hakan Karsak, Ezgi Mola ve Ercan Kesal Kelebekler'in oyuncu kadrosunu oluşturuyor.   

 

Tolga Karaçelik'le son filmi Kelebekler üzerinde sinema yolculuğunu konuştuk.

 

Uğur Ugan: Önceki yapımlarınız Gişe Memuru ve Sarmaşık’a nazaran daha soft hatta absürd komedi diyebileceğimiz bir filmle geldiniz bu kez. Yeni filmle birlikte sinema dilinizde  bir değişim mi var?

 

Tolga Karaçelik: Kendimle ilgili söyleyebileceğim şey;  bir dilim olursa ben o dili kırarım. Filmlerimin hiç biri bir öncekine benzemiyor. Bu bana keyif veren bir şey. Bu sefer insanlara biraz daha iyi gelen bir film yapmak istedim. Sinema salonundan daha keyifli ayrılsınlar istedim. Sarmaşık ve Gişe Memuru’nda insanlara bir şeyler hissettirebildiğimi fark ettim ve dedim ki; ‘bu sefer insanlara niçin iyi hissettirecek bir şeylerden bahsetmeyeyim.’ Çünkü kötülüğü konuşmak kötülüğü büyütüyor bir yandan.

 

Tolga Karaçelik sineması deyince aklımıza bir tür veya bir dil gelmesin mi?

 

Üç filmi de aynı adamın çektiği belli. Sarmaşık’da da bu filmde rastladığınız komedi türlerinden bazıları vardı. Ben aynı insanım ve izlemek istediğim filmleri çekiyorum sadece.

 

 

Şöyle bir analiz yapsam yanlış mı olur; Gişe Memuru durmanın ve beklemenin filmiydi, Sarmaşık sabrın ve dozu giderek artan şiddetin, Kelebekler ise artık yola çıkmanın filmi mi?  Sinema yolculuğunuzda yeni bir milat diyebilir miyiz?

 

Bundan sonra yazdığım bir film var ve 19.yy’da Sibirya’da geçiyor. Yakutça, Türkçe ve Rusça. Sarıkamış Savaşı’ndan başlıyor ve ilk 15 dakikasında diyalog yok. Dolayısıyla benim yolculuğumun ne olacağını bilmiyorum. Bir başka senaryo yazıyorum o da kara komedi mesela. Ben hep aynı şeyi yaparsam sıkılırım. Çoğu yazar ve yönetmen kendine benzer filmler çekiyor esasında.  Anlattığım hikayenin karşı tarafa geçmesini çok umursuyorum. Sanatın değil ama zanaatimin her filmde biraz daha iyiye doğru gittiğini görebiliyorum.

 

Yönetmenlik olarak Kelebekler benim en zor filmimdi. Çünkü bir an ağlıyorsun bir saniye sonra gülmeye başlıyorsun. Bu ikisi arasında çok hızlı gidip geliyorsun. Bahsettiğimiz çok derin konular var esasında. İnanmak ve aile olmaya inanmakla ilgili. Çok ağır konulardan bahsederken bir anda tavuk patlıyor. Aynı anda masaya konulamayacak iki ayrı yemek gibi bunlar.

 

 

Almanya'da yaşayan bir astronot, bohem bir hayatı olduğunu anladığımız bir dublajcı ve depresif bir ruh haline sahip anaokulu öğretmeni bir kız kardeş. Bu üçünü bir araya getiren ise yılllardır görmedikleri babaları. Gişe Memuru'nda baba-oğul çatışması vardı, Sarmaşık'da beybaba otorite sağlayan bir figürdü, bu filmin merkezinde ise hiç görmediğimiz bir baba var. Baba-çocuk ilişkisi sizin sinemanızda nasıl bir yer kaplıyor?

 

Gişe Memuru adam ve erkek olmanın travmaları üzerine bir filmdi. Sarmaşık'da otorite figürü olarak duruyor beybaba. Sarmaşık da üzerine gitmek istediğim şey; işlevsiz kalmış bir otoriteyi ve düzeni devam ettirmek için neleri yaptığıydı. Yaşadığım ülkeye gördüğüm yelpazeden bakıyordum. Bu ülkeyi birebir değil iktidar odaklı anlatıyordum. Burada ise baba, karakterleri bir araya  getiren gibi gözükmesine rağmen film baba üzerine değil inanç üzerine bir film. Aşk bile inanmazsan yoktur veya şüphe etmeye başlamışsan düzelemez. Aile olmak da bir inancı gerektirir. Bir çok yabancının yaptığı şeyi reddedersin ama kardeşinin yaptığı şeyi kabul etmek zorunda hissedersin. 

 

Tarihin en büyük anlatıları arasında Sophokles'in Oidipus'u, Shakespeare'in Hamlet'i, Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşleri hep baba öldürücülüğü üzerine. Orada babayı oturtturduğunuz yer bunlara benzer bir temada mı? Baba üzerinden tanrı-iktidar-otorite sorgulaması diyebilir miyiz?

 

 Kendime dönüp bakarsam her zaman benim iktidarla sorunum oldu. İktidar her neyse; gençken babamla da tartıştığım çok oldu, okuldaki öğretmenlerimle de sorun oldu, askerde üstlerimle de sorun oldu, benim iktidarla sorunum hep vardı.

 

Size ilham veren babalara gelelim. Daha önceki filminizi Samuel Taylor Coleridge, Herman Melville ve Joseph Conrad'a ithaf etmiştiniz. Bu kez Mazhar Candan'a adadınız filminizi. Kimdir Mazhar Candan ve sizin hayatınızdaki yeri ne?

 

Mazhar Candan bir şair. Aynı zamanda amcam olur, yengemin dayısı esasında ama ailedeki amcalar vardır ya onlardan birisi. Benim hayatımda entellektüel dünyayla ve okumayla beni çok bağlayan bir insan. Onun sayesinde ben 6 yaşımda Homeros'un İlyada'sını, 8 yaşımda Mayakovski şiirleri okudum. Onu kaybettiğim zaman bu filmi yazmaya karar verdim. Onun ölümü üzerine bu filmi yazdım. Ölümün ana konu olmadığı ama ortada durduğu biraz da onunla dalga geçebileceğim ya da hafife alabileceğim bir film yazmak istedim.

 

Filmlerinizde dikkat çeken bir başka unsur var o da hayvanlar. Bir öncekinde binlerce salyangoz vardı burada patlayan tavuklar ve bir cenaze merasimine katılan  kelebekler. Hayvanlar ne ölçüde yer kaplıyor sinemanızda?

 

 Çok oldukları zaman güzel gözüküyorlar. Anlatım biçimi içerisinde masalsı ya da büyülü gerçekçi diyebileceğimiz öğeler hep oluyor. Bu formülasyon bende yok zaten. Öyle geliyor öyle yapıyoruz.

Mesela bütün filmlerimde karakterler 'Meteor' sigarası içerler. Gişe Memuru'nda dünyaya bir meteor çarpmak üzeredir. Sarmaşık'da arkada 'Dikkat Düşme Tehlikesi' yazan posterlerin içerisinde meteor vardır. Meteor benim için kendime bir koddur. “Çok da önemseme yarın ölürsün” demek bir yerde.

Marquez'in oğlu Sarmaşık'ı Sundance'de izlemişti. "Babam izleseydi bu filmi çok severdi" demişti. Büyülü gerçekçiliğin bu kadar yoğun olduğu bir film diye.

 

 

Yazmayı sevdiğinizi biliyoruz. Son dönem sinema ile edebiyatı yakınlaştıran yapımların azlığı göze çarpıyor. Sizin sinemanızın insanlarda bu kadar heyecan veriyor olması bu konudaki eksiklikten dolayı olabilir mi?

 

 Edebi tadı alabileceğimiz filmler ve yönetmenlerin olduğunu düşünüyorum. Belki kendilerine yakın bir dilde konuştuğumdan dolayı olabilir. Bir oyuncu; “Sanki bizim mahalleden biri film çekmiş gibi hissediyorum senin filmlerini izlerken” demişti. Belki bununla alakadar bir tevazu vardır benim üzerimde. Eğer öyle bir şey varsa tabii çok mutlu eder beni. Filmlerim benden çıksın ve insanların olsun isterim. Yeni şeyleri yazabilmem için de bu gerekli.

 

 Bir romanı filme çekmeyi hiç düşündünüz mü?

 

Çok isterim ama daha bulamadım o kitabı.  Bir şeyi çekeyim diye başlamadığım için o dönem kafaya taktığım bir şeyle o kitabın denk gelmesi lazım ki o benim yolum olsun. Genelde ben bir şeye takıldığım için yazmaya başlıyorum. Demek ki derdimle okuduğum kitap aynı anda denk gelmemiş.

 

 Çok merak ettiğim bir şey var; Gişe Memuru, Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’ne bir saygı duruşu muydu?

 

 Yusuf Atılgan’ı çok severim. Bunu düşünen bir çok insan var. Filmin karakteri Kenan’ın bir yerde imza sahnesi var. Orada attığı imzayı durdurup büyütürseniz imzanın ‘Kenan Atılgan’ olduğunu görürsünüz.

 

 Sinemamızda vizyona giren filmlerin nerdeyse 3’te 2’si komedi filmlerine ayrılıyor. Türkiye sosyolojisi ve sinema endüstrisi bakımından bu durumu neye bağlarsınız?

 

 Dünyada da bu durum böyle sadece Türkiye’de değil. Onların arasında da kalitelileri ve kalitesizleri var. Bence en önemli kriter ahlaklı olup olmadığı bir filmin.  Dünyada da daha genel geçer beğeniye uygun ve kolay izlenebilecek filmler yaratılıyor. Bence bize söz söyleyen filmlerin eksik olan tarafı söz söyledikleri kişilerin varlığını unutuyor olmaları. Demek istediğim şu; ben bir insana hikaye anlatırken o insan uyuyorsa ben o hikayeyi anlatamamışım demektir. Ne kadar derin bir şeyden bahsedersen bahset.

 

Kelebekler’i izleyecek olanlara neler söylemek istersiniz?

 

Gülmek için giderseniz ağlarsınız, ağlamak için giderseniz gülersiniz. Umarım insanlarda uzunca bir süre etkisi kalır.