Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » ‘Filmlerimde dünyanın durumuna tepki veriyorum’

‘Filmlerimde dünyanın durumuna tepki veriyorum’

‘Filmlerimde dünyanın durumuna tepki veriyorum’16 Nisan 2019 - 12:04
38. İstanbul Film Festivali’nin uluslararası jürisinin başkanlığını üstlenen Lynne Ramsay, aralarında ‘Ratcatcher’, ‘Kevin Hakkında Konuşmalıyız’ ve şimdilik yeni filmi ‘Hiçbir Zaman Burada Değildin’e uzanan hiçbiri birbirine benzemeyen ancak çıtanın en tepede olduğu bir filmografinin mimarı. Festival bu gece düzenlenecek ödül töreniyle sonlanırken bir yuvarlak masa söyleşisinde bir araya geldiğimiz İskoç yönetmen Ramsay ile sinemasından bahsettik.

Nil Kural

 

Festival kapsamında da gösterilen filminiz ‘Ratcatcher’ çocukluk üzerine. Sizin çocukluğunuz bu filmdeki karakterinkine benziyor muydu?

Çok gürültülü, herkesin birbirinin damarına basmayı sevdiği bir işçi ailesinde büyüdüm. O kadar gürültücü bir ailede olmanın da etkisiyle sanırım, köşeme çekiliyordum. Annem “Hep çok sakindin, hiç ağlamazdın, kağıt verirdik önüne, bütün gün kendi kendine çizerdin” der. Bir şeyler izlemeyi o zamandan çok severdim. O kadar dikkatli izlerdim ki, annemin seslenişlerini duymazdım bile. Bir ara kulaklarımda sorun olduğunu düşünmüşler! Glasgow’da ailecek sinemaya gider, harika filmler izlerdik. Ama nelerdi diye sormayın hatırlamıyorum. Bir filmle ilgili hatırladığım ilk şey Nicolas Roeg’in ‘Don’t Look Now’una ait. Bunu izlememem gerekiyordu televizyonda, çünkü yaşım küçüktü. Ama kanepenin arkasına saklanıp izlemiştim. 10 dakikasını anca görmüştüm belki ama aklımda kaldı; açılışı inanılmazdır bu filmin. Sinema okurken bu filmi yeniden gördüğümde anladım, ilk anılarımdaki filmin bu olduğunu. Beynime kazınmış resmen. Bizimkisi entelektüel bir aile değildi ama sinemaya çok meraklılardı. Küçük yaşlarımdan beri hep görsellikle ilgileniyordum, herhalde ressam olurum diye düşünüyordum.

 

‘Don’t Look Now’ın görsel dünyası da çok güçlüdür. Sizin filmleriniz de benzer yol izler bir bakıma.

Evet, görsel dünya benim için de önemli. Ayrıca kurgu üzerine çok düşünüyorum, o yüzden her şeyi kurgulanmış olarak hayal ederim. O filmin beni etkilemesi normal çünkü çok ekonomik ve çok duygusal bir filmdir.

 

İstanbul Film Festivali’nde jüri başkanlığı süreciniz nasıl oldu? Türkiye sinemasını takip ediyor musunuz?

Kerem’le (Ayan) Atina’da tanıştık. Çok karizmatik birisi ve çok iyi bir zevki var. Burada da iyi bir seçki olduğunu biliyordum. Bütün bu nedenlerden dolayı jüri başkanlığını kabul ettim. Türkiye sinemasından da Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini biliyorum.  Bence bir dâhi. Birlikte Venedik’te jürilik yaptık. Jüri başkanı o değildi ama bana oymuş gibi gelirdi. Çok güçlü birisi. Buradayken Türkiye sinemasından da filmler görmeyi umuyorum.

 

Filmleriniz birbirinden çok farklı. Bir sonraki filme nasıl karar veriyorsunuz?

Evet, kendimi tekrarlamaktan hoşlanmıyorum. Ama hepsine bir etiket yapıştırılıyor. Mesela ‘Ratcatcher’a sosyal gerçekçi dendi ama böyle düşünmemiştim. Kendimin büyüdüğü ortama dair, kişisel bir filmdi. Sonra ‘Morvern Callar’ geldi. O film sanırım zamanının ötesindeydi. Herkes “Bu ne ya!” demişti. Ama iki genç kadının peşine kovboy filmlerindeki gibi düşmek ve bir şeyler denemek istiyordum. 17 yıl önce çektiğim bu filmi arada pek izlemedim ama geçen günlerde genç bir izleyici kitlesiyle tekrar izledim ve çok komik bir film olduğunu fark ettim. Bana sürekli “Karanlık filmler çekiyorsun!” denir, üstelik. Punk bir filmdi sanki ve zamanında pek beğenilmedi ancak şimdi farklı görülebilir. Ardından ‘Kevin Hakkında Konuşmalıyız’ geldi. Bu film, bir romandan uyarlama. Ancak bu roman mektuplardan oluşuyor ve görsel yönü hiç kuvvetli bir metin değil. Konusu ise işlenmiş bir konu değildi: “Ya çocuğunuzu sevmezseniz, hatta hoşlanmazsanız bile” gibi özetlenebilir. Bu filmin kurgusunu kağıt üzerinde bitirmek icap ediyordu, çok karmaşıktı. Yapmaya çalıştığım izleyicinin zihninde ve zaman ekseninde sürüklenmesiydi. Üstelik bunu annenin güvenilir bir anlatıcı olmayabileceğini de kabullenerek yapmalarıydı. Filmde şiddet dolu bir olay yaşansa da anne bunun tanıdığı değil. Kafasında tekrar tekrar yaşıyor. Tilda Swinton, harika bir oyuncu. Çalıştığım bütün oyuncularda çok şanslıydım. ‘Kevin Hakkında Konuşmalıyız’daki rolü Tilda çok istedi. Ama Tilda çok uzun ve filmdeki karakterin sıradan bir kadın olması gerekiyordu. Boyu çok uzun olmasına rağmen kendisini çekimlerde hep küçülttü.

 

Şimdilik son filminiz ‘Hiçbir Zaman Burada Değildin’de neydi aklınızdaki?

Bu filmde neo-noir denemesi yaptım. Ne de olsa kara filmlerle büyümüştüm. Kara filmlerin ve bahsettiklerinin de hep zamanının ötesinde olduğunu düşünmüşümdür. Eleştirilen toplum ve film dili açısından. Hiç aksiyon filmi çekmemiştim ve “O tür bir şey çekebilir miyim?” diye düşündüm, “Özgün bir şey çıkarabilir miyim?” diye sordum kendime. Joaquin Phoenix başrol için ilk seçimimdi. Özel bir aktör çünkü izleyici olarak ondan ne beklediğinizi bilemiyorsunuz. Hem tatlı ve sevimli hem dehşet verici olabiliyor, bu da filmde mükemmel işledi. Her çekimde farklı bir şey yaptı. O kadar çok seçeceğim vardı ki. Filmi 27 günde çektik, yani çok az zamanım vardı. O yüzden büyük aksiyon sahnesi çekmek istemedim. Psikolojik yöne odaklandım. Şiddet çok uzaktan görülmesine rağmen insanlara şiddet dolu bir film gibi geldi sonunda.

 

Ratcatcher’dan ‘Hiçbir Zaman Burada Değildin’e çocuklar filmlerinizde hep yetişkinlerin dünyasından kaçmaya çalışıyor. Sizin filmlerinizin merkezinde benzer bir çekirdek olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet, her yönetmenin dönüp dolaşıp işlediği temalar olur. Filmler çok farklı olsa da insanlık hali değişmiyor sonuçta. Travmadan kaçmaya çalışıyor olabilir filmlerimdeki çocuklar. Dünyanın durumu ortada. Artık siyah beyaz bir dünya yok. Her şey iyi olacak hissi yok, her şey belirsiz. Filmlerimde de buna bir tepki veriyorumdur belki. Çok fazla belgesel izlerim. Çevre, adaletsizlik, şiddet gibi konularda çok duyarlıyım ve endişeliyim. Bunlar filmlerimde ister istemez ortaya çıkıyor. Stanley Kubrick’in filmlerine mesela bakarsanız hepsi birbirinden farklıdır ama her zaman dünyayla ilgili söyleyecek bir lafı vardır. İnsanlığın nereye gittiğinden bahseder.

 

‘Lynch’in düş görecek vakti olmalı’

Festivalde de tüm filmleri gösterilen Kubrick’ten bahsedersek titizliğiyle ünlü bir yönetmen. Sizin için kontrol ne kadar önemli?

Ne istediğimi çok iyi biliyorum. Çok hazırlık yapıyorum, ses kurgusunu bile senaryo aşamasında kurmaya çalışıyorum. Kubrick, Kubrick olduğu ve çok başarılı bir isim olduğu için uzun uzun film çekebiliyor. Şu anda sinemacılar 20 günde, iki haftada film çekmek durumunda. ‘Cold War’ veya ‘Roma’nın uzun zamanda çekildiğini biliyorum ama bunlar çok nadir rastlanan örnekler. Çoğu yönetmen kurguyu, sesi daha hazırlık aşamasında düşünmek zorunda. Filminizi nasıl çekeceğinizi çok iyi bilmeniz gerekiyor. ‘Hiçbir Zaman Burada Değildin’de 27 günümüz vardı. Çok sıcak bir New York yazında sabahın 5’inde kalkıp görüntü yönetmenimle hazırlık yapıyorduk. Nasıl dört çekimde bitiririz, nasıl üç çekimde, nasıl tek çekimde kadar detaylı gibi bir hazırlıktan bahsediyorum. Mesela bir sahneyi farklı açılardan çekmem, hep kullanacağım çekimi yaparım. Keşke Kubrick gibi bir vaktim olsaydı. Kubrick bir dâhi evet, ama zamanlar da değişti. Artık detaylara öyle bir önem verilemiyor. Şu da var: Mesela ‘2001: Uzay Yolu Macerası’ bir sanat filmi. Ancak döneminin önemli büyük bir filmiydi aynı zamanda. Yani ticari başarı gösteren filmler de çekebiliyordu, yaratıcılığı ve sanatı da kullanarak. David Lynch’in ‘Twin Peaks’ dizisinin kamera arkasını izledim. Çekim takvimi kesiliyor, kesiliyor, kuşa dönüyor. David Lynch çok düzgün, sakin bir yönetmendir, hep kontrollü gözükür. Bu kamera arkasında çekim sürelerinin kesilmesinden çileden çıkıyor ve “Düş görecek şansım bile olmayacak mı!” diye isyan ediyor. Evet, David Lynch’in düş görecek vaktinin olması lazım, değil mi?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Etiketler: Nil Kural  Ramsay  röportaj