Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » Aile Bağları

Aile Bağları

Aile Bağları18 Ocak 2019 - 02:01
Japon sinemasının en önemli yönetmenlerinden Hirokazu Koreeda, bugün gösterime giren Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiyeli filmi “Manbiki kazoku / Arakçılar”da aileyle toplumun buluştuğu yere bakıyor.

Nil Kural

 

Sinemanın en sık eğildiği konulardan biri olan aile, Japonya’nın usta sinemacılarından Hirokazu Koreeda’nın da uzmanlık alanı. Sinemacı “Soshite chichi ni naru / Benim Babam, Benim Oğlum” (2013) veya “Dare mo shiranai / Kimse Fark Etmiyor” (2004) uzanan filmografisinde aile ilişkilerindeki karmaşayı karakterlerine duyduğu şefkati hiç kaybetmeden aktardı durdu.

Geçen yılki Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’ye uzanan “Manbiki kazoku / Arakçılar”da sinemacının kendi sınırlarının dışına çıktığı bir aile hikayesi söz konusu. Çocuklarını ‘arakçılık’ yaptıran, küçük suçlarla asgari şekilde geçinen bir aile, ailesinin kötü davrandığı bir kız çocuğunu himayelerine alır. Aile bir noktada kanun ve değer yargılarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Koreeda’yla Cannes Film Festivali’nde bugün gösterime giren “Arakçılar”ı konuştuk.

 

“Arakçılar” bir önceki filminiz “Sandome no satsujin / Son Cinayet” gibi toplumsal konularla da ilgileniyor. Bir tartışma yaratmayı hedefliyor musunuz?

Sadece bu iki film için değil, her filmim için geçerli olan şöyle bir şey var: Film, izleyicilerle buluştuğunda duygular ve düşünceler oluşmaya başlar. Sinema filminin anlam kazanma süreci bence film bittiğinde başlar ve her zaman bunun bilincinde hareket ediyorum. “Son Cinayet” ve “Arakçılar” önceki filmlerimden biraz farklı. Öncekiler daha küçük ve mahrem aile dramlarıydı. Karakterleri kendimden 50 cm veya bir metre uzakta tutuyordum; onlara yakındım. Bu yakınlıktan oluşan bir mahremiyet içerisinde çalışıyordum. Etrafımda, bu kadar yakınımda olanlar hikâyeyi oluşturuyordu. Ama bu son iki filmde durum farklı. “Arakçılar” da bir aile hikâyesi aslında ama benim bakış açım bu filmde daha geniş. Daha uzak bir yerde duruyorum; toplum ve bireyin buluşma noktasına bakıyorum. Eğer filmden sonra sosyal konular üzerine düşünülüyorsa ne iyi. Bu benim için ideal ve çok isteyeceğim bir durum.

 

Dediğiniz gibi ‘Arakçılar’ da bir aile dramı. Kariyerinizin başından beri neden sizi aile dramları çekiyor?

Aile dramlarını büyüleyici buluyorum. Neden büyüleyici bulduğum ise ilginç bir soru. “Dare mo shiranai / Kimse Fark Etmiyor”un (2004) çekimleri sırasında değil ama fikri ilk oluştuğunda babam hayattaydı. Kendim ebeveyn değildim. “Arakçılar” da aile dramı ama aradaki zamanda hem annemi hem de babamı kaybettim ve ben de baba oldum. Bu olaylarla bakış açınız ve değer yargılarınız değişiyor. Aynı temalar ve konularla çalışsanız bile bu böyle. Yaşlandıkça 30’larınızda veya 40’larınızda çektiğiniz filmleri çekmiyorsunuz. Konu aynı olsa da onu yakalama tarzınız değişiyor. Bu da benim için ilginç. Belki bir noktada dede olacağım ve aileyle ilgili bambaşka bir film çekeceğim. Bu değişimi önemsiyorum ve kendimi tekrarlıyormuş gibi hissetmiyorum.

 

Sizdeki bireysel değişim gibi toplumun bakış açısı da değişiyor mu yıllar içinde?

Elbette. Ailelerin nasıl görüldüğü sosyal olarak toplumun nasıl bir dönüşüm geçirdiğiyle birebir ilgili. Mesela “Kimse Fark Etmiyor”u çektiğim dönemde Japonya’da kimse ihmalden bahsetmiyordu. 2004’tü yılı. Ama şimdi 2018’de ihmal kelimesini her gün haberlerde görüyorsunuz; herkesin farkında olduğu, anlamını bildiği bir kavram. Bu filmde ilgilendiğim konu kan bağı olmayan bireylerin bir ebeveyn çocuk ilişkisi kurup kuramayacağı. Japonya’nın sizin ülkelerinizden veya Avrupa’dan bir farkı var. Evlat edinme kurumu gelişmiş değil. Kan bağları hâlâ aile kurumundaki en önemli şey. Çok az aile evlat ediniyor. Bu hikâyeyi anlatmak isteme nedenlerimden biri buydu. Aile kan bağı olmamasına rağmen bence kurulabilir ve bunu incelemek bana anlamlı geldi.

 

Kurulan ailenin yapısını tehdit eden bir yargı sistemi var. Sizce yargı sistemi ve toplumun değerleri bireylerin mutluluklarını sürdürmeleri için yeterli mi, buna karşılık geliyor mu?

Kanunlar, toplumun alışıldık değerleri ve değer yargıları bazı bireylerin mutluluğuna giden yol değil, orası kesin. Filmin arkasındaki temalardan biriydi bu. Filmin ana ekseni bu değil. Ama yerleşik düzenin bazen bireylerin ihtiyaçlarına karşılık vermediğine dair detaylara yer vermenin gerekli olduğunu hissettim.

 

Film, bazı gerçek olaylardan yola çıkıyor. Size ilham veren tek bir olay mı var, birden fazla mı?

Film, tek bir olaydan yola çıkmıyor. Bir süredir gördüğüm çeşitli haberlerin bir araya gelmesi hikâyeye kaynaklık etti. “Kimse Fark Etmiyor”da da aynı durum söz konusuydu. Mesela “Arakçılar”daki emeklilik maaşı mevzusu. Bir haber gördüm. Şöyleydi: Anneannenin öldüğünü saklayıp emekli maaşını çekmeye devam ediyor bir aile, çünkü ailenin bütün geçim kaynağı bu para. Sonuçta ölümü yetkililere bildirmiyor ve onu yaşadıkları odanın yanındaki odaya gömüyorlar. Bu ortaya çıktığında ifadelerinde öldüğünü kabullenmek istemediklerini söylediler. Bunu haberlerde görüp “Ne saçmalıyorlar!” diyebilirsiniz. Ama ben işin diğer tarafına, bu ailenin neden böyle yaptığına bakmak istedim. Diğer bir örnek yine haberlerde çıkan bir ailelerin çocuklarını dükkanlara hırsızlığa göndermesi olayı. Aile araba kapılarını açık tutuyor ve çocuklar dükkândan bir şeyler çalıp dönüyorlar. Bu ailenin yakalanmasının nedeni bir noktada balığa çıkmak istemeleri…  Oltayı satmak yerine balığa çıkıp yakalanıyorlar. Yaptıkları suç olabilir ama bana dokunaklı geldi. Bu küçük olaylar “Arakçılar”ın hikâyesinin oluşmasına vesile oldu.

 

Cinsellik önceki filmlerinizde pek olmazdı. Bu filmde hem bir çift arasında hem de seks kulüpte geçen cinsel anlar yer alıyor.

Evet, aile dramlarımda ebeveyn ve çocuklar arasındaki ilişkiyi, bir çiftin arasındaki ilişkiden daha fazla gösterdim. Ama bu film ve hikâyede aile bireylerinin bir araya gelişinin yanı sıra adam ve kadının, baba ve annenin nasıl bir araya geldiğini de göstermek istedim. Bu hikâyeyi işlemek için de cinselliği de göstermek doğal bir seçimdi. Genç kadının gözetlendiği ‘peepshow’ ise Japonya’da çok yaygın bir durum. Japonya’da birçok erkek romansı böyle sahte bir şekilde yaşamayı tercih ediyor. Dolaylı bir haliyle… Birçok insan bunu tercih ettiği için bir iş koluna dönüştü. Aynalar olduğu için genç kız, adamın yüzünü göremiyor. Sahte bir ilişki var ama bu duyguların sahte olduğu anlamına gelmiyor, yine de ikisi arasında bir bağ kuruluyor. Bu durum filmdeki aile için de geçerli. Bu, sahte bir aile olabilir ama duyguların gerçek olmadığı anlamına gelmiyor. Sevgi gerçek.

 

Nasıl değiştiniz bir yönetmen olarak? “Kimse Fark Etmiyor”dan çok bahsettik. Mesela şimdi bu filmi farklı mı çekerdiniz?

Kesinlikle bambaşka bir film çekerdim. Her şeyden önce oradaki çocuk artık çocuk değil. O film, bu film fark etmez. Bir film, benim o an kim olduğum, oyuncular, ekip, havanın nasıl olduğu gibi binlerce etkenlerin bir araya gelmesiyle oluşuyor. Bence sinema o gün olanlarla ilgilidir. Hiçbir şeyin tekrarı olamaz.