Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sahne Sanatları » Örik'in sahnelenmeyen 'İhanet'i festivalde

Örik'in sahnelenmeyen 'İhanet'i festivalde

Örik'in sahnelenmeyen 'İhanet'i festivalde25 Kasım 2017 - 08:11
21. İstanbul Tiyatro Festivali, bu hafta sonu Nahid Sırrı Örik'in daha önce hiç sahnelenmeyen oyunu 'İhanet' ile sona eriyor. Oyunun yönetmeni Özen Yula ile 'İhanet'i konuştuk
SELAY SARI
 
Nahid Sırrı Örik'in 1930'larda yazdığı ancak hiç sahnelenmeyen oyunu 'İhanet', Özen Yula rejisiyle Ankara Devlet Tiyatroları tarafından ilk kez tiyatro izleyicisiyle buluştu. Prömiyerini bu sezon Ankara'da yapan oyun, 21. İstanbul Tiyatro Festivali çerçevesinde bugün 20.30, yarın ise 15.00'te Caddebostan Kültür Merkezi'nde sahnelenecek. Oyun, aynı erkeğe âşık Sacide ve Macide adlı iki kardeşin seçimleri ve bu seçimlerin sonuçlarını konu alırken, Örik'in insanın karanlık yanlarını yorumlamadan, yargılamadan sunan kalemini yansıtıyor. Oyunun yönetmeni Özen Yula ile 'İhanet'i ve yaratıcısı Örik'i konuştuk.
 
Özen Yula.
 
'İhanet'in 'sahnelenmeme' tarihçesini öğrenebilir miyiz?
 
Oyun ilk olarak farklı bir isimle 30'larda yazılmış. O yıllarda sahnelenmeyince Örik oyunu alıp hikâyeye dönüştürerek yayımlamış. Yıllar sonra Ankara Devlet Tiyatrosu 1951-52 sezonunda kendisinin 'Alınyazısı' adlı oyununu repertuvara almış, o sırada büyük ihtimal bu oyun da konuşuldu ama ne olduğunu bilmiyoruz. Örik sanırım oyunu tekrar ele alıp daha farklı bir şekilde değerlendirmiş ve dört perdelik bir tiyatro oyununa dönüştürmüş. Tam sahnelenecekken yönetmen bir şeylere itiraz etmiş ve bunun neticesinde oyun gözden düşmüş sanırım, tiyatro tarihimizin böyle bazı sayfaları karanlık. Yeniden yıllar geçmiş, Oğlak Yayınları Örik'in toplu eserlerini basarken 'Toplu Oyunlar'ında bu oyunu da basıyor. O kitabı okuduğumda Nahid Sırrı anlatısının bütün temel özelliklerini taşıdığı için bu oyun dikkatimi çekti.
 
Nedir o temel özellikler?
 
Parayı aşka tercih eden ve daha sonra bundan dolayı pişmanlık yaşayan, yine de o hayatı sürdüren bir kız. Devri için çok farklı özellikler taşıyan, bugünün dünyasına daha ait bir ilişki biçimini anlatıyor oyun aslında. O zamanın insanları arasında belli bir nezaket, görgü kuralları, konuşmalar, 'kaç-göç' dediğimiz bir ilişki biçimi var; her şeyin yüzleşilmesi söz konusu değil. Fakat bu oyunda bütün kişiler birbirlerine çok net konuşuyorlar. Söylenmeyecek şeyi birbirlerinin yüzüne söylüyorlar. Dobralık değil bu, bir 'nâdan'lık, kötücüllük var.
 
Sacide (Başak Vural), Yula'ya göre günümüzde sıkça rastlanan, 'fark edilmek isteyen' genç kadının prototipi.
 
Bu kötücüllük mü sizi çeken?
 
Bana çekici gelen yönleri, insan tabiatını bu kadar iyi anlatması. Nahid Sırrı'nın sıkça işlediği, insanın karanlık yönüne dair çok iyi ipuçları içeriyor aynı zamanda. Herkes hırslı, herkes avantasının peşinde ve herkes en iyi şartlar neredeyse oraya gitmeye çalışıyor. Sadece Macide aşkı seçiyor ama o da kendince planları olan biri. Örneğin Sacide bugün kafelerde, barlarda karşılaştığınız, yan masada yüksek kahkahalarla gülen, fark edilmeyi isteyen kızın prototipi. Ben bunu ilk defa görüyorum Türk tiyatrosunda. Bu da oyunun yazıldığı dönemin de bugünün de bir değişim, bir kabuk değiştirme dönemi olmasıyla ilgili olabilir. Nahid Sırrı da hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemini iyi bilen, iki dönemde birden yetişmiş ve ikisine de mesafeli durabilmiş bir yazar.
 
Oyunun konusunu öğrenebilir miyiz sizden?
 
İki kız kardeş, aynı adama âşıklar, fakat o zamanın Ankarasına çok zengin bir iş adamı geliyor ve banka açmak için devletle müzakerelere girişiyor. Bu adam da büyük kız kardeşten, Sacide'den hoşlanıyor. Sacide de parayı, elmasları, pırlantaları tercih edip adamla evleniyor ve 4. eşi oluyor. Ancak adamın daha önceki eşlerinin ölümüne yol açtığına dair iddialar var.
 
Aynı adama âşık, duygusal açıdan birbirine uzak kız kardeşler: Sacide (Başak Vural) ve Macide (Nur Serengül).
 
Reşat Nuri Güntekin'in 'Yaprak Dökümü'ndeki Leylâ-Neclâ rekabetini andırıyor biraz anlattığınız.
 
Burada olaylar Samanpazarı'ndaki bir eski zaman konağında geçiyor, ailenin babası da umum müdürü. 'Yaprak Dökümü'nden şöyle farklı: Orada baba son derece pasif ve kendine acıyan bir adam. Burada kendine acıyan bir kişi yok; sadece yaptığı hatalara yanan, üzülen insanlar var. Ama yine 'Yaprak Dökümü'nde dışarıdan gelen Ferhunde'nin aile üzerindeki etkisi çok yüksektir. Ferhunde o zamanki Türkiye'nin değişen yüzüdür. 'İhanet'te konuşmalar diğer romana göre daha kötücül. Bir de 'Yaprak Dökümü'nde acımasızlık geçmiş kuşağa yapılırken burada kendi kuşakdaşlarına yapılan kötülükler var.
 
'Hazine gibi yazarları ortaya çıkarmak lazım'
 
Nahid Sırrı Örik'e dair çok sık kullanılan bir sıfat 'değeri bilinmemiş'...
 
Her devirde birtakım değerlerin kıymetini bilemeyiz çünkü bize kıymetli diye sunulan başka kişiler vardır. Aslında geri planda, başkalarının gölgesinde kalmış o kadar iyi yazarlar var ki... Sait Faik'i biliriz severiz de Kenan Hulusi Koray'ı o kadar bilmeyiz. Tanpınar'ı biliriz de 'Huzur' gibi bir yapıtın başlangıcını yazan Safiye Erol'u bilmeyiz. Böyle eski değerlerimizi, hazine gibi yazarları bulup ortaya lazım. Bugünkü kuşakların Safiye Erol'u, Kenan Hulusi Koray'ı muhakkak okuması gerekiyor. Sâmiha Ayverdi'yi, Nezihe Muhiddin'i, Şükûfe Nihal'i... Bu yazarlar kendi dönemlerinin gerçeklerini anlatmışlar, okuyunca görüyorsunuz ki bugün yaşananlar aslında ilk defa gerçekleşen şeyler değil. Bu memleketin hamuru böyle.