Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Plastik Sanatlar » Görkemli bir oyun dünyası

Görkemli bir oyun dünyası

Görkemli bir oyun dünyası26 Ekim 2017 - 11:10 | Daphne Wright'ın 'Kuğu'su.
Nakkaştepe’deki Abdülmecid Efendi Köşkü, 15. İstanbul Bienali süresince Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç Koleksiyonu’ndan bir seçkiye ev sahipliği yapıyor. Estetik değeriyle öne çıkan, en az bulunduğu av köşkü kadar zarif ve görkemli bir sergi olan ‘Kapı Çalana Açılır’ izleyiciyi bekliyor
FİSUN YALÇINKAYA
 
Bir zamanlar ormanlık bir arazinin orta yerinde olan Nakkaştepe’deki Abdülmecid Efendi Köşkü, uzun ve sakin yılların ardından aniden Türkiye gündemine yerleşti. Sebebi  15. İstanbul Bienali süresince Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç Koleksiyonu’ndan bir seçkiye yer veren sergideki Ron Mueck’in ‘Hırka Altında Adam’ eserinin vandalca bir saldırıya uğramasıydı. Olay, köşkte yer alan ve kısa sürede 15 bin kadar izleyiciye ulaşan sergiye ilgiyi bir kat daha arttırdı. Abdülmecid Efendi’nin nü tabloları, ressamlığı ve Batı kültürüyle ilişkisi konunun boyutunu daha da ilginçleştirmeye yetti. Ancak bu olaydan ve gelen tepkilerden azade estetik değeriyle öne çıkan, güzellik, yaşam, ölüm, doğa kavramları arasında gezinen bir sergi bekliyor izleyiciyi köşkte: ‘Kapı Çalana Açılır’.
 
 
Köşkün kapısından giren izleyici ilk olarak Daphne Wright’ın uzanmış sırt üstü yatan ‘Kuğu’suyla karşılaşıyor. Üstünde yattığı mermerin dokusundaki bu kuş donmuş, zaman içine hapsolmuş kutsal güzelliğin uğradığı zulmü hissettiriyor. Eser, ölmekte olan yahut ölmüş ve taşlaşmış olanla güzeli karşı karşıya getiren tezatı yansıtıyor. İzleyici hemen kafasını kaldırdığında ise merdivenlerin başında yer alan The Connor Brothers’ın ‘Acılarımı Boğmaya Çalıştım’ adlı eseriyle karşılaşıyor. Bu kez kuğunun yatışına benzer ucuz bir roman kapağını andıran çizimle bir kadın figürü uzanıyor. Frida Kahlo’nun dizelerinden ilham alan çalışmayla 'Kuğu' arasında bir bağ doğuyor.
 
 
Bu katta kuğunun karşısında bienalin başlığı iyi bir komşu’yu düşündüren bienal küratörleri Elmgreen & Dragset ikilisinin eserleri bulunuyor. Kendi komşuluk ilişkilerini sanatçı ikilisi olarak sürdüren sanatçıların eserini görmek bienalin düşündürdüklerine göz kırpıyor. Sağ tarafta ise Paul Carey’nin ‘Bayan Doubtfire’ adlı yaşlı bir kadını tasvir eden eseri Patricia Piccinini’nin yaramaz bir çocuğu gösteren hiperrealist heykelinin önünde duruyor. Burası kuşkusuz bu renkli koleksiyon seçkisinin en eğlenceli kısımlarından… Afacan ufaklık mı yaşlı kadını gözlüyor, yoksa o mu ufaklığa bekçilik ediyor? İkisi arasında alışılmadık bir komşuluk olduğu kesin. Gelelim son derece üzücü olayların yaşandığı zemin kattaki odaya. Burada usulca yerde duran vicdanı hızla harekete geçirecek güzellikte ve ufak boyuttaki, yaklaşması hem zor hem kolay bir eser var. Ron Mueck’in ‘Hırka Altında Adam’ı… Bu eser pek çok duyguyu harekete geçirebilecek güce ve nezakete sahip, ama ne tiksinme ne de öfke bunlar arasında değil. Çünkü eğilerek baktığınızda sanki tüm toplumun yükü üstüne binmiş bu adamın yüzünde ancak mahcubiyeti görebiliyorsunuz. Karşısında Burhan Kum’un Courbet’nin ‘L’Origine du Monde’ başlıklı, bir kadının bacakları ve vajinasını gösteren eserine göndermede bulunan ‘Gösteri’ adlı eseri yer alıyor. Kum, daha önce sanat tarihindeki kapalı kalan alanlara eserlerinde yer verdiği bir seri de hazırlamıştı. Courbet’nin ‘Gösteri’ye ilham veren eserinin de bir Osmanlı paşası olan Halil Paşa’nın yaptırdığının bilindiğini ve Ülkü Tamer’in Milliyet gazetesinde 2002 yılında çıkan bir yazısında “Giyinme odasındaki yeşil perdenin arkasında gizli tutardı ve sadece yakınlarının görmesine izin verirdi,” diye yazdığını belirtmek de gerekir. 
 
Taner Ceylan 'Otoportre' ile sergide.
 
Otoportreler dansı
 
‘Kuğu’nun bulunduğu kattan çıkmadan önce ise sağ taraftaki odada daha önce Berlin ve Sharjah bienallerinde sergilenen Jon Rafman’ın ‘Yutan Yutuldu’ eseri görülmeyi bekliyor. Sergide yer alan gergedan tasvirlerinden en büyüğü olan bir gergedanın ağzından çıkan ayıyı gösteren eser tüketme, yenilenme, doğma ve en çok da benlik kavramları üzerine düşündürücü.
 
Üst katta ise bir otoportreler dansı ziyaretçileri karşılıyor. 14. İstanbul Bienali için Taner Ceylan Guiseppe Pellizza da Volpedo’nun 1901 yılında tamamladığı başyapıtı ‘II Quarto Stato’yu birebir resmetmişti. Karşısına da Volpedo’nun bir portresini yerleştirmişti . Sanatçı bu portre oyununu Jean-Auguste-Dominique Ingres'ın ‘Princess de Broglie’ eserinden ilhamla esere Ingres'in yüzünü yeniden yerleştirerek sürdürmüştü. Bu kez kendi altınla kaplı görkemli fakat kımıldaması zor bir hali hapseden ‘Otoportre’siyle bu sergide karşımıza çıkıyor. Yanında ise Alexandro Metallo Gibert’in ‘Otoportre’si konumlanıyor. Odadaki diğer otoportreler de benlik meselesini daha da derinleştiriyor.
 
‘Kapı Çalana Açılır’, dillere destan, efsane bir koleksiyon arasından seçilmiş; muzip, oyuncu ancak yaşam ve güzelliğin coşkusu kadar acı ve ölümün derinliğine de kapı açan eserlerle izleyiciyi görkemli bir geziye bekliyor. Fereli ve Károly Aliotti küratörlüğünde gerçekleşen sergi bahsettiğimiz sanatçılarla birlikte Yaşam Şaşmazer, Franz Xaver Seegen, Leyla Gediz, Anıl Saldıran, Semiha Berksoy, Ekin Saçlıoğlu, Alejandro Metallo Gibert, Carsten Höller yapıtlarıyla 12 Kasım’a dek görülebilir.