Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Plastik Sanatlar » 'Bir masumiyet yolculuğu'

'Bir masumiyet yolculuğu'

'Bir masumiyet yolculuğu'10 Temmuz 2017 - 03:07
Sanatçı Hüsamettin Koçan Baskı Müzesi'nde 'Ayağımdaki Diken' adlı sergisiyle kişisel geçmişinin izlerini sürüyor
FİSUN YALÇINKAYA
 
İnsan ömrü geçtikçe anılar, sevinçler biriktikçe geriye ne kalır?  Sanatçı Hüsamettin Koçan bu soruya 'masumiyet' yanıtını veriyor. Bayburt'un tepesinde yeni adıyla Bayraktar eski adıyla Baksı Köyü'ne kurduğu Baksı Müzesi'nde açtığı heykel, resim ve yerleştirmelerden oluşan 44. kişisel sergisiyle sanatçı kendi yaşamının izini sürüyor. Onun hayatında kalan izler, kökler, bağlar ve hatıralar çok fazla malzemenin iç içe geçtiği 'Ayağımdaki Diken' adlı sergiyle görünür oluyor. Sergi bellek, göç ve varoluş kavramları ekseninde izleyiciyi sanatçının kişisel tarihine davet ederken aynı zamanda bu kavramları etraflıca düşünmek için fırsat tanıyor. Kasım ayına dek sürecek 'Ayağımdaki Diken'i sanatçıyla konuştuk.
 
Hüsamettin Koçan.
‘Ayağımdaki Diken’ sizin çocukluğunuzda yaşadıklarınızdan yola çıkan bir sergi. Çocukluk kuşkusuz hepimizin hayatında önemli bir dönemeç, fakat sanata aktarırken nasıl bir süreç yaşadığınızı merak ediyorum?
 
Aslında herkes de biraz çocuk… Bu soruyu ben de çok düşündüm. Yaşadıklarımı yaşım ilerledikçe çok daha değerli buldum. 200 yıl öncesine ait bir ailede doğdum ve onlarla büyüdüm, kültürel kodları tamamen oradan aldım. Benim insanlıkla ilgili bizatihi yaşadığım deneyim, 200 yıl öncesinden geliyor. Ben de 70 yaşımda olduğuma göre, 270 yıllık bir geçmişim var. İnsanlığın o gününden bugününe kadar o perspektifi yakından inceledim ve içinden geçtim. Bizatihi deneyimlediğim bir kültür bu. Ve bu kültürü, süreci son derece çarpıcı buldum. En başta prensipleri koymak gerekiyor. Bu yüzden ben de zihnimi, belleğimi bir özerk alan açıp oraya bıraktım. Beni hangi ayrıntılara götürecek diye. Ve gördüm ki insanoğlu müthiş üretken ve müthiş bir dönüşüm enerjisine sahip. Bu geçmişe baktığım süreçte gördüm ki kötü olan şeyleri zaten unutmuşum. Mesesla ben çocukken halamı ziyaret etmek için iki günlük yola çıktık. Gidiş yolunu an be an hatırlıyorum mesela, ama nasıl döndüğümüzü hatırlamıyorum. Yani bütün varlığınızla algıladığınız şeyler sizde kalıyor. Bu yüzden dedim ki "Ben hatırladıklarımla ilgili bir sergi yapacağım". Aslında burada yaptığım şey o büyük zaman tecrübesinin, tanıklığın yansıması. Güncelin söylem ve sloganlarını ayıklayarak insanlığa bir sorgulama alanı açmaya çalıştım. Ve orada kendimle de bir hesaplaşma sürecine girdim.
 
 
Ne kalıyor peki, bu vardığınız yerde ne görüyorsunuz?
 
Tüm hayhuy içinde, "Başardım, başaramadım" derken, yaşanan tartışmaların ortasında en çok oyunla ilgili olan ve masumiyet kalmış. Aslında bu sergi bir masumiyet yolculuğu olarak değerlendirilebilir. Masum olmayan şeyler gitmiş, önemli yer etmemişler. Kimseye yük etmeden kendini, dünyayı anlamaya çalışan ve deneyimleyen bir çocuk kalmış. Paylaşan, bekleyen bir çocuk... Öğrencilere, “Oğlum aklını kullan, kızım aklını kullan,” diyoruz ya. Ben onlara “Lütfen kalbinizi onunla ilişkilendirin” diyorum. Bu sergi de tamamen o durumu anlatan bir sergi.
 
‘Kökler’ isimli işiniz geçmişi, kökleri ve doğayla bağınızı anlatan çok etkileyici bir eser. Ondan bahsedebilir misiniz?
 
Bu iş kavak ağacının köklerinin tersyüz edilmesinden oluşuyor. Biz aslında hep yaprağa ve meyveye bakarız. Oysa besleyen o kök, fakat onun olağanüstü derin bir sessizliği var. Belki masumiyet dediğim şey de o. Olağanüstü bir sessizlik içinde yukarıyı beslemeye çalışıyor. Kültürel kök de böyle. Buradan giderek de pek çok cümle kurulabilir.
 
 
'Malzemeyi kendi hayatımdan seçtim'
 
‘Sona Gitti’ işinin hikâyesi nedir?
 
2009-2010 yılında bir mektup geldi bana. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde o zaman doçent olan bir delikanlı diyor ki, “Hocam ben sizin köyden evlatlık verilen Sona’nın oğluyum. Annemin köyünü ziyarete geldim. Müzenizi gördüm. Çok etkilendim, acaba size nasıl yardımcı olurum?” Ben bunu okudum çok etkilendim, eski günlere gittim. Biz çocukken annemizin yüzünden çok şey okurduk. Bir sabah kalktık annem hüzünlüydü. Ne oldu dedik, “Bugün Sona gitti,” dedi. Nereye gitti dedik, Sona’yı evlatlık vermişler. Bizim orada kız çocuğu evlatlık verme hikâyesi çok zordur. O mektubu okuyunca annemin yüz ifadesi geldi aklıma. O ifadeden ben bir seri yapmıştım, daha önce de sergiledik. Geçen sene çok hoş bir şey oldu. Bir lokantada garson geldi bir hanım sizinle tanışmak istiyor dedi. Kadın geldi, “Siz beni tanımazsınız ama ben sizi tanıyorum,” dedi. Sonra da demez mi ki ben Sona’yım… İşte o iş Sona’nın gidişini, hatta o gidişi de değil annemin ifadesini anlatan bir iş. O da bana kalanlardan biri. Neden kaldığını bilmiyorum. Bu sergi bana o kalanları bizim belirlemediğimizi de öğretti.
 
Bu 44. kişisel sergi olarak nerede nasıl bir nokta duruyor sizin için?
 
Bu serginin bir hafıza olmasını istedim. Bir geçiş alanı bir buluşma olsun istedim. Malzeme lazım olduğunda kendi hayatıma inip oradan bir şey bulmak istedim.