Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Müzik » "Yaşadıklarım bana ilham oluyor"

"Yaşadıklarım bana ilham oluyor"

"Yaşadıklarım bana ilham oluyor"05 Kasım 2019 - 05:11
Fabrizio Paterlini son dönemin en önemli neo-klasik ve minimalist piyanistlerinden biri. İtalyan besteci, bugüne kadar çıkardığı albümlerle son yıllarda bu müzik türünün de çok dinlenen isimlerinden biri oldu.Yarın ve 7 Kasım'da Salon'da İstanbullu müzikseverlerin karşısına çıkacak olan Fabrizio Paterlini konserleri öncesi, müzikal yolculuğuna dair sorularımızı yanıtladı, İstanbul hakkındaki düşüncelerini paylaştı.

İhsan Dindar - milliyetsanat.com

 

İstanbul’da iki gece üst üste sahne alacaksınız. Daha önce de gelecektiniz ancak sağlık sorunları nedeniyle gelememiştiniz. Neler hissediyorsunuz?

Evet, doğru hatırlıyorsunuz. Rahatsızlığım nedeniyle konsere çıkamamıştım. Son ana kadar durumu düzeltmeye çalıştım ama olmadı. Sonrasında yeniden İstanbul’da çalmam için sözleştik. Şimdi İstanbul’da ilk kez çalacağım ve bunun için de çok mutluyum. İnsanların beni beklediğini biliyorum. “Bunu nereden biliyorsunuz?” diye soracak olursanız cevabım bana gelen mesajlardan biliyorum.

 

Bunlardan biri de benim aslında…

Öyle mi? Harika. Sonuç itibarıyla şimdi İstanbul’da üstelik iki konserlik bir seri için çalacak olmak çok güzel bir duygu. Bugüne kadar İstanbul’a dair hep güzel şeyler duydum. Bu yüzden kenti de gezmek adına İstanbul’a konserlerden bir süre önce geleceğim.

 

Minimal, neo-klasik ve belki de bir nebze elektronik. Sizin bestelerinizde bir arada. Tüm bunları bir arada barındıran müziğinizi nasıl tanımlamayı tercih ediyorsunuz? Bu müziğin son dönemdeki popülaritesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence bu sayede benim zihnimde seyahat eden bir müzik. Neo-klasik müziğe dair pek çok ismi dinleyen biriyim ve evet, bu türde besteler yapıyorum.  Bu müziği her nerede dinlerseniz dinleyin sizi bir yolculuğa çıkarıyordur. Diğer sorunuza gelecek olursak. Son dönemde dinleyici sayısı arttı. Bu müzik bir yandan melankolik. Yani üzgün bir müzik aslında. Ancak bu hali bile insanlara dinlerken mutluluk veriyor. Her zaman dediğim bir şey vardır; hüzünlü şarkılar bestelemek beni her zaman daha mutlu yapıyor. Bu belki saçma gibi gözükebilir ama insanlar böyle şeyleri dinlemek istiyor. Bu noktada müziğin icracısı ve dinleyen arasındaki harmoni ortaya güzel şeyler çıkarıyor.

 

Az önce neo-klasik ve minimal müziğin bir dinleyicisi olduğunuzu ifade ettiniz. Kimleri dinliyorsunuz?

2007’de bu tarz besteler yapmaya başladığım dönemde ilk keşfettiğim isim Yann Tiersen oldu. Amelie filminin soundtracki bu noktada çok önemliydi. Elbette Ludovico Einaudi bu noktada bir dönüm noktası. Kendisi bu tarzın öncülerinden biri. Kendisi pek çoğumuza ilham kaynağı da oldu. Hatta benim ilk albümüm doğrudan Ludovico Einaudi’den ilhamla ortaya çıkmıştır. Bir diğer isim de Roberto Caccipaglia’dır. Onunla tanışmak da çok güzel bir duygu. Kendisi bu tarzdaki ilklerden bir diğeridir. Daha evrensel isimlere bakacak olursak karşımıza Olafur Arnalds çıkıyor. Bir diğer önemli isim ise Max Richter. Kendisi benim de en sevdiğim çağdaş bestecilerden biridir. Johann Johannsson’u da unutmamamız gerekiyor. Kendisinin bu alanda çok önemli besteleri var.

 

Peki bu müzisyenler dışında sizi beste yapma sürecinizde en çok besleyen şeyler ne oluyor? Örneğin doğa mı?

Bence bu neler yaşadığınızla ilgili. Gördüklerimden ziyade yaşadıklarım ilham oluyor. Hayatın bizatihi kendisi benim için bir ilham. Çocuklarım var. Harika bir ailem var. Onlarla evimizde çok keyifli vakit geçirip eğleniyorum. Ama elbette yeni ambiyans, yeni bir atmosfer de beni beste yaparken besliyordur. Belki doğrudan değil ama mutlaka etkisi vardır.

 

Az önce sizin de saydığınız isimlerden yola çıkarak şunu sormak istiyorum. Bu tarz müziği yapan pek çok önemli İtalyan besteci var. Bu, bir geleneğin yansıması mı yoksa bir tesadüf mü?

Belki bu soruya tam manasıyla bir cevap veremeyeceğim ama… Bu noktada ekol olmak sanırım önemli. Örneğin bu tarz müzikte bir kuzey hatta daha doğrusu bir İzlanda Ekolü söz konusu. İtalya’nın da bu noktada bir ekol olduğunu düşünüyorum. Sonuçta çok önemli bir gelenek de var. Bu geleneğin kökleri klasik müziğe uzanıyor. En nihayetinde bence benzer tutkulara sahibiz. Bu, yaptığım müziğin Türkiye’de de karşılık bulmasında bir etken. Bence belki de sizin İtalyan bestecileri tercih etmenizde de bu romantik ruhun etkisi vardır.

 

Bazı yerlerin de size ilham olabileceğini söylediniz. İstanbul da böyle bir ilhama kapı aralar mı?

Bunun olacağına çok eminim. İstanbul’un böyle bir ilhamı doğuracağına eminim.

 

ihsan.dindar@milliyet.com.tr