Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Müzik » Marlene’den telefon var

Marlene’den telefon var

 Marlene’den telefon var 08 Şubat 2019 - 03:02
Kabare şarkılarının vazgeçilmez sesi Ute Lemper, "Marlene Dietrich ile Randevu" adlı gösterisini 9 Şubat akşamı Zorlu PSM’nin Turkcell Platinum Sahnesi’nde sergileyecek. Lemper’in kariyerinin henüz başındayken Dietrich’le yaptığı üç saatlik bir telefon görüşmesinden hareketle hazırladığı gösteri öncesi Alman sanatçıya sorularımız oldu.

EGEMEN LİMONCUOĞLU

 

Kariyerinizin ilk günlerinden bu yana kıyaslandığınız Marlene Dietrich’i farklı projelerde canlandırmanız teklif edilse de, siz kendi kişisel deneyiminizden hareketle hazırladığınız projenizde karar kılıp "Marlene Dietrich" ile Randevu’yu ortaya çıkarmışsınız. 

Evet. Bana teklif edilen ilk proje, Edith Piaf ve Marlene arasındaki ilişki hakkındaydı. Piaf tarafını zengin bir drama örgüsüyle kurgulanmıştı. Fakat Marlene’i sadece buz gibi bir kraliçe şeklinde göstermişlerdi. Marlene’in hikayesi hakkında hiçbir bilgi vermiyordu, kalp kırıklıklarından, yaşadığı çatışmalardan zerre bahsetmiyordu. Benzer bir durum, yine ikisi hakkındaki bir başka müzikal projesinde de mevcuttu. İkisini de reddettim. Keza Paris’te sahnelenecek ve Jean Gabin ile Marlene arasındaki aşk hikayesini anlatacak bir başka projeyi de geri çevirdim. New York’ta ailemle birlikte yaşıyorum, Paris’e taşınıp tüm sezonu orada geçirmek benim için imkansızdı. 

 

 

Siz de kendi projenizi hazırlamaya karar verdiniz...

Marlene’e dair bildiklerimi, bugüne kadar hakkında yaptığım araştırmaları göz önüne alınca, kendi Marlene hikayemi ortaya çıkarmanın, bu muazzam kadına kendi saygı duruşumu hazırlamamın doğru olacağına kanaat getirdim: Bunca sene kıyaslandığım kadına ithafen, özgün ve onunla yaptığımız telefon konuşmasından hareketle de gayet kişisel bir gösteri. 

 

 

1988’de "Cabaret"de oynadığınız vakitlerde, aldığınız ödül ve Marlene Dietrich’le kıyaslanmaya başlamanız üstüne bir kart yolluyorsunuz ona. Her şey öyle başlıyor...

Aslında bir mektup demek daha doğru olur. Saygımı ve hayranlığımı ifade ettiğim bir mektup yazdım. Farklı kuşaklardan kadınlara verdiği ilham için müteşekkir olduğumu anlattım. Adres hanesine Marlene Dietrich... Avenue de Montaigne 12 yazdım. Ve mektubum Marlene’e ulaştı. Anlaşılan herkes nerede yaşadığını biliyormuş. Telefon sevdiği bir iletişim aracıydı o vakitler. Zira evden çıkmadığı için dış dünyayla tek bağlantısı telefonuydu.  

 

 

Ve sizi aradı. Büyük bir sürpriz olsa gerek. Genç, yükselişte bir yıldız ve hattın diğer ucunda Marlene Dietrich! Üstelik üç saat süren bir konuşma.

Nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Şok geçirmek doğru ifade olabilir. Gençtim. Hazırlıklı değildim böyle bir şeye. Hayatı hakkında bugün bildiğim kadar çok detay da bilmiyordum o vakitler. Ama sorgu sual etmeme gerek kalmadı, onun anlatacakları vardı. Bana kalbinden geçenleri, hikayesini anlattı. Fransızca ve İngilizce kelimelerle karışık bir Almancayla konuştu. Karanlık ve hüzünlü bir yanı vardı, ama konuşmaktan, hissettiklerini anlatmaktan keyif aldığı da belliydi. 

 

 

Bir röportajınızda “Onunla kıyaslanmak beni hem mahcup eder hem de büyük bir gurur kaynağıdır” diyorsunuz. İkinizin de Alman olmanız bu kıyaslamanın ilk bariz nedeniydi. Benzer bir kültürel ve müzikal mirasa sahip olmanız da. Fakat siz bir Marlene Dietrich hayranı olarak görüyor muydunuz kendinizi?

Hayır, bir Dietrich hayranı değildim. O görkemli siyah-beyaz fotoğraflarını albümlerimin kapakları için birer ilham kaynağı olarak kullanmak dışında, özellikle de sanatsal anlamda, hiçbir bağ kurmadığım bir isimdi. İlgimi çekiyordu. Fakat farklı bir jenerasyonun çocuğuydum ben. Bir Hollywood yıldızı oluşu onu ulaşılmaz ve ikonik kılıyordu. 

 

 

Bir noktada hisleriniz değişti, nasıl oldu bu?

Aradan geçen yıllar aramızdaki benzerlikleri görmemi, bağları kurmamı sağladı. İkimizin de Almanya’dan göçmemiz, verdiğimiz konserlerle dünyanın dört bir yanına seyahat etmemiz, özgür ruhlara sahip kadınlar olmamız... Hayatım boyunca Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda işlediği tahammülfersa ve korkunç suçları konuşabilmeye özen gösterişim ile onun İkinci Dünya Savaşı günlerindeki Nazi karşıtlığı. İkimizin de anavatanından dışlanmaya maruz bırakılışımız. İkimizin de farklı kültürleri bağrına basan birer dünya vatandaşı oluşumuz. İkimizin de ABD’de uzun süre yaşamamız ama kalbimizin Paris’te, aklımızın Londra’da kalışı... 

 

 

Peki, siz bugün genç bir sanatçıdan, tıpkı sizin Marlene’e gönderdiğiniz gibi bir mektup, ya da günün şartları itibarıyla bir e-posta alsanız, ne yapardınız? Onu telefonla arar mıydınız?

Genç sanatçılardan epey bir mektup alıyorum aslına bakarsanız. Okumaktan büyük keyif aldığım şeyler. Zaman zaman cevap da veriyorum. Bir e-posta ile tabii. Bugünlerde kimse telefonla konuşmuyor malumunuz. Maalesef çocuklarım hayatımın büyük bir kısmını kaplıyor. Bu yüzden genç sanatçıları kollamak için yeterli vakti bulmam pek mümkün olmuyor. Ama onun da zamanı gelecek. Bir öğretmen olabilmek için henüz fazlasıyla kendi güzergahımla haşır neşirim. 

 

 

Dört çocuğunuz var. İkisi yetişkin diyebileceğimiz yaşlarda olsa da, diğer ikisi henüz büyüme çağında. New York’ta maaile yaşıyorsunuz. Yoğun turne programıyla aile hayatını bir arada götürmek zorlu olmalı. Nasıl idare ediyorsunuz? Kendinize göre bir yöntem geliştirdiniz mi?

En zor kısmı çocuklarımdan ayrılmak. Onlar benim evim. Öncelliğim onlar. Derdim, tasam, ilgim onlar üzerinde. Hal böyleyken, onları arkada bırakıp turneye çıkmak beni harap ediyor. Biliyorum ki bensiz de iyiler ama yine biliyorum ki ben yanlarında olursam daha iyi olacaklar. Öte yandan sahneyi, turneleri, müzisyenlerden oluşan diğer ailemi de seviyorum. Henüz çözebildiğim bir ihtilaf değil yani sorduğunuz. 

 

 

Uzun zamandır New York’ta yaşıyorsunuz, şehrin kültürel ortamının sizin gibi bir sanatçıya sunduklarını tahmin edebiliyoruz. Fakat yine de sormak isterim, neden New York?

Aslına bakarsanız, Avrupa için sıla özlemi çekiyorum desem yeridir. Çocuklarım okul çağını geçer geçmez tekrar Avrupa’da yaşamanın hayallerini kuruyorum. Amerikalı gibi hissedemiyorum, dostlarım dışında bu şehrin ve ülkenin kültürüyle pek öyle sıkı bağlar kurduğum da söylenemez. Geri dönmek için gün sayıyorum. 

 

 

Evinizin terasında bir bahçeniz olduğunu okudum, bahçeyle, bitkilerle ilgilenmek hoşlandığınız şeylerden midir? Sahnede olmadığı zamanlarda neler yapar Ute Lemper?

Hayır, kesinlikle öyle tutkuyla bahçede vakit geçirenlerden değilim. Fakat parklarda uzun yürüyüşler yapmayı severim. Çocuklarımla oynamayı, filmler izlemeyi, resim yapmayı da. Tenis oynuyorum. Müzik yapıyorum. Kaydediyorum. 

 

 

Peki, Ute Lemper neler dinliyor? Çocuklarınız vasıtasıyla günün popüler isimlerini de öyle ya da böyle dinlediğinizi varsayıyorum. Yanılıyor muyum?

Tabii ki çocuklarım bana günün popüler şarkıları nelerse hepsini dinletiyor. Dinletiyorlar ama birinin bile aklımda yer ettiğini söylemem... Bana hepsi aynı geliyor. Bir Miles Davis CD’si takıp dinlediğim için kendimi epey modası geçmiş hissetsem de, hâlâ CD’den müzik dinliyorum. Stevie Wonder, Sting ya da Debussy sıkça dinlediğim isimler. Yetişkin iki çocuğuma iyi bir müzik eğitimi vermeyi başarabildim. Fakat diğer ikisi, küçük çocuklarım, onlarda çok zorlanıyorum. 

 

 

Bu yıl iki albüm geliyor

Yılın büyük kısmını "Marlene Dietrich ile Randevu" turnesinde geçireceksiniz. Peki, başka planlarınız var mı bu yıl için?

İki albümüm çıkacak. Biri "Marlene Dietrich ile Randevu"nun (Rendezvous with Marlene) kaydı. Sahnedeki gösterimin ve konser atmosferinin hissini yansıtan bir kayıt olacak. Ardından “Songs for Eternity” projemin Milano’daki Piccolo Tiyatrosu’nda kaydedilmiş bir konser albümü gelecek. 2015’te, Auschwitz Toplama Kampı’ndaki tutsakların özgür kalışının 70. yılı için hazırladığım, Auschwitz ve benzeri kamplardakilerce o soykırım günlerinde yazılmış, söylenmiş şarkıları içeren, benim de gerçekten çok önemsediğim bir proje “Songs for Eternity”. Bir sanatçı olarak misyonumu da özetlediğini düşündüğüm bir proje bu: Dünyadaki acılara asla sırtını dönmemek, ve bir daha asla yaşanmamasını dilemek.