Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Müzik » Cazı sen mi kurtaracaksın?

Cazı sen mi kurtaracaksın?

Cazı sen mi kurtaracaksın?26 Eylül 2017 - 01:09
Türkiye'de bir müzik türünden ziyade statü sembolüne dönüşmüş caz, hem prestijli hem de onu icra edenlerin zor ayakta durdukları bir paradoks. Milliyet Sanat dergisinde bu ay hazırlanan dosyada, sosyologlardan icracılara konunun uzmanlarına bu nereye konacağı bilinemeyen türün ülkede yerini bulup bulamayacağını, bunun için neler yapılabileceğini soruldu
ERAY AYTİMUR 
 
Temmuz ayının son haftasında önce Pavli Çamlık Ormanı'nda yapılması planlanan ancak daha sonra Ayazma Manastırı'nda gerçekleştirilen Bozcaada Caz Festivali, mekan üzerinden başlatılan 'onlar ve biz' ayrıştırmasının tuzağına düşmeyerek bir ilk olmasına karşın bütün paydaşlarının yüzünü güldürdü. Fakat ortada bir mutlu son olmasına karşın “Türkiye’de cazın acil ihtiyaçları neler?” sorusunun peşinde, cazın hâlâ bu kadar dirençle karşılaşmasının kök nedenlerine değinen bir dosya hazırlamak istedik.
 
"Bu gerilim bitmez" - Orhan Tekelioğlu - Kültür Sosyoloğu
 
Türkiye müzik tarihindeki en 'tartışmalı' türlerden biri cazdır. Çünkü, memlekete ayak bastığı tarih 'mütareke' yıllarıdır. Hatırlattığı dünya, hiç hoş değildir. Erken Cumhuriyet döneminde yazılan bir çok romanda, köşe yazısında cazdan 'kirli' bir şey olarak bahsedilir. Çağrışım dünyasında, uyuşturucu, 'hafif' kadınlar, kozmopolit bir hayat ve 'ecnebilik' gelir. Bu imaj, 1950’lerin ortasında Hilton Oteli açılana kadar böyle devam eder. Hilton’da çalınması, cazın imajını bu sefer iki parçaya ayırır. Şehirli, kendini garb kültürü içinde görenler için makbul olurken, hoşlanmayanlar için bir nefret odağına dönüşür. “Ne bu gürültü, cazbant mı çalıyor?”dan başlayan bu hissiyat, sosyal anlamda iyice muhafazakarlaşan dönemimizde artmış olabilir. Peki, buna bir çare var mıdır? Düzgün bir 'Türk cazı' geçmişimiz olabilseydi, belki. Ama bu cenahta da karnemiz parlak değil. Esasında makamsal olan geleneksel müziğimizi teknik anlamda bilmek bir yana, cazcılarımızın çoğunun esin kaynağı olarak gördüklerini, hatta hoşlandıklarını bile düşünmüyorum. Ezcümle: Bu 'gerilim' bitmez, zamanla artarsa hiç şaşırmam.
 
"Blue Note İstanbul neden olmasın?" - Ferit Odman - Caz davulcusu
Türkiye’de cazın acil ihtiyacı üniversite seviyesinde dört senelik eğitim veren; günümüz Amerikan caz eğitim sistemine adapte olmuş vizyonlu birkaç caz bölümü olmalı. Çok sevindirici bir şekilde İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nda caz bölümü açılıyor bu sene. Keşke her konservatuvarda bu bölüm açılabilse. Ayrıca akustik piyanosu, kulisi ve ambiyansı ile İstanbul'da en az üç tane daha caz kylubü olmalı. Hatta Blue Note İstanbul veya Jazz At Lincoln Center Istanbul şubesi neden olmasın? Bunların yanında caz ile ilgili her şeye daha çok sponsorluk gerekiyor.
 
"Caz kulübü ciddi eksiklik" - Zuhal Focan - Nardis Jazz Club
 
Caz kulübü, bence ciddi anlamda tek eksik. Nardis Jazz Club dışında ciddi caz kulübü yok. Badau, Kadıköy yakasında önemli ölçüde açık kapatıyor. İzmir ve Ankara bu konuda çok zayıf. Bu konuyu Türkiye şartlarına da çekebiliriz. İşletmeci olarak alkol lisansından, sponsorluk bulma zorluklarına kadar götürülebilir. Ama genel anlamda ben Türkiye’de cazın acil ihtiyaçlarından çok 'başka' ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. Diğer sanat dallarına göre biz gayet iyiyiz.
 
"Caz olan yerde silah patlamaz" - Nilüfer Verdi - Caz piyanisti
 
Kültür sanat, eğlence ve turizm camiaları unutmamalı ki caz çalınan yerlerde itiş kakış, kavga gürültü olmaz, silahlar patlamaz. Esasında bu müziğin icracıları romantik ve içe kapanık insanlar iken maalesef değişen dünya düzeninde artık piyasanın dayattığı sisteme uyum sağlayıp sağlayamamakla, kısacası kendini ne kadar pazarlayabiliyor olmakla ilintili değer gören bir meta haline geldi. Müzisyen, zamanını sürekli 'like alma' çabası ile geçirirse geriye ne kalır bilemem. Zaten dinleyici de konsere gidip selfie çekmekten öteye gidemediği için bu şimdilik böyle bir kısdöngü hâli ama sanırım bir yerde değişim olur. Holdinglerle toplantı, onları ikna etmeye çalışmalar, proje istemeler, CV’ler, videolar, link’ler, like’lar ile çalmak istediğimiz müziğin hiç alâkası yok. Seslerin, tınının tabiatına aykırı; biz halbuki, sadece ve sadece yaptığımız müziğin dinlenmesini istemiştik; bir de hayatımızı döndürebilecek kadar bir gelir.
 
Caz dünyasından farklı isimlerin yorumlarını paylaştığı yazının tamamını Milliyet Sanat Eylül sayısında okuyabilirsiniz.
 
Etiketler: eray aytimur  milliyet