Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » » Turkuaz dile geldi

Turkuaz dile geldi

Turkuaz dile geldi05 Aralık 2017 - 10:12
Prof. Dr. Gül İrepoğlu, “Turkuaz - Gökyüzünün ve Yeryüzünün Mirası” adlı eserle hem taşın hem de rengin tüm başlıklarını bir araya getirmiş
Prof. Dr. Gül İrepoğlu, benim tanımaktan büyük bir onur duyduğum çok özel isimlerden… İrepoğlu, yıllardır kültür-sanat tarihimize dair nitelikli araştırma kitapları hazırlamasının yanı sıra yazdığı tarihi romanlarla da adeta anlattığı o sanat tarihinin içine bizleri büyülü bir şekilde davet edip, yaşatmış oluyor. İrepoğlu, son olarak yine özel ama bir o kadar da farklı bir araştırma kitabına imza attı; “Turkuaz: Gökyüzünün ve Yeryüzünün Mirası”…
 
Türk mavisi, yani turkuaz; neredeyse binlerce yıldır bizle birlikte yaşayan, kültürümüzle sıkı sıkıya harmanlanmış çok özel bir renk… Peki, bu özel rengi aslında ne kadar tanıyoruz, kültür-sanat tarihimize yaptığı yansımalar hakkında ne kadar bilinçliyiz? Ve en önemlisi de kültürel bir miras olduğunun farkında mıyız? Filli Boya’nın bu mirasa sahip çıkmak adına geliştirdiği proje kapsamında, akademisyen yazar Prof. Dr. Gül İrepoğlu, dünyada ilk kez Turkuaz üzerine oluşturulmuş en kapsamlı kitap olan “Turkuaz Gökyüzünün ve Yeryüzünün Mirası” adlı eserle hem turkuaz taşının, hem de turkuaz renginin kapsadığı tüm başlıkları bir araya getirmiş.
 
Kitapta; Doğada Turkuaz; Tarihte Turkuaz; Turkuazlı Mücevherler; Sanatı Renklendiren Turkuaz; Edebiyatta Turkuaz gibi başlıklar ele alınırken, dört yüz sayfalık bu geniş hacimli eserde özellikle onlara eşlik eden zengin ve çarpıcı görseller dikkat çekiyor. Kitap sayesinde yüzlerce yıllık kültür-sanat tarihimiz yeşil-mavi bir deniz olup, gözlerimizin önünde bütün güzelliğiyle akıyor adeta.  İrepoğlu, aynı zamanda proje kapsamında Filli Boya için özel bir Turkuaz Renk Koleksiyonu da hazırlamış. “Filli Boya Turkuaz Renk Koleksiyonu”na, Anadolu Selçuklularının yalın bir zarafet sergileyen çinilerindeki turkuazlar ile Osmanlıların sanatın her alanında ortaya koydukları yaratıcı turkuazlar ve özellikle ülkemizi çevreleyen denizlerdeki bin bir turkuaz renk esin kaynağı olmuş. Anadolu toprakları ile bütünleşen turkuaz rengini, tüm tarihsel seçenekleri ile birlikte tek bir kaynakta toplayıp dünyanın beğenisine sunan ve gelecek kuşaklar için de bir başvuru kaynağı ve miras niteliği taşıyan kitapta turkuazın farklı kullanım alanlarını da görüyoruz. İrepoğlu, “Turkuaz taş olarak mücevherlerde ve renk olarak çinilerde olmazsa olmazlardandır, evet. Ancak kullanım alanı elbette bunlarla sınırlı değildir, turkuaz renk olarak Türk zevkinin yansıdığı her alanda görülür,” diyor ve anlatıyor; “Halılarda, kumaşlarda, camlarda, kitap sanatlarındaki türlü bezemede ve betimlemede kompozisyonların bağlayıcı, canlandırıcı rengi olarak karşımıza çıkar. Kitapta bu alanların her birinden birkaç örnek vermekle yetindim, ancak bu örneklerin sonsuz sayılara çoğaltılabileceği ortadadır.”
 
 
Turkuazın başlı başına bir tarih olduğunun altını çizen İrepoğlu, “Turkuaz Anadolu coğrafyası için özel bir taş ve özel bir renktir,” diyerek bu taşın bizler için özel tarihini ve neden ‘turqoise’ olarak anıldığını da anlatıyor; “Örneğin Eski Türklerde Doğu, güneşin doğmasından dolayı kutlu yön olarak görülmüş ve gök rengi olan mavide ifade bulmuştur. Türkistan coğrafyasında M.Ö. 8. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar gelen çok sayıdaki mücevher eşyayı ve takıyı süsler. 11. yüzyılın sonlarında Anadolu’ya geçerek bu topraklara zengin sanatsal izler bırakan Selçuklu Türkleri’nden kalan yapılardaki çinilerde turkuaz, lacivertle birlikte ön plana çıkar.  Yeşilimsi mavinin sayısız çeşidini sergileyen bu değerli mat taş, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Nişabur’daki madenlerden çıkarılır ve İranlılar tarafından fîrûze olarak adlandırılır, Osmanlıca’da da fîrûze olarak anılır. Osmanlı mücevherinde bolca kullanıldığından ve gerek ticarette, gerekse hediye geleneğinde önemli yer tutan takılarla silahlar genellikle İstanbul kaynaklı olduğundan, Avrupa ona 16.-17. yüzyıllardan itibaren Türk taşı anlamındaki turquoise adını vermiş, böylece bu taş ve dolayısıyla rengi, dünyada yüzyıllardır bu isimle tanına gelmiştir. Osmanlı’da yaygın kullanım alanı bulduğu gibi İmparatorluğun anıtsal yapılarını; cami ve saraylarının duvarlarını İznik çinilerindeki yaratıcı kompozisyonlarla renklendirmiştir.”
 
Tayfun Küçükoğlu ve Gül İrepoğlu.
 
Kitapta genel olarak hem turkuaz taşının hem de turkuaz renginin kapsadığı tüm başlıklar kucaklanmış. ‘Doğada Turkuaz’ başlığında turkuazın kimyasına ve turkuazın yeraltından yeryüzüne nerelerde çıktığına ve turkuaza nasıl yaklaşılması gerektiğine değinilmiş. ‘Tarihte Turkuaz’ başlığı altında, turkuazı gerek isimleriyle ve anlamlarıyla gerekse inanışlarda şifa niyetine kullanılışıyla ortaya konulmuş. Başlı başına bir kitap oluşturabilecek genişlikteki ‘Turkuazlı Mücevherler’ en belirgin ve farklı örneklerle işlenmiş. ‘Sanatı Renklendiren Turkuaz’ bölümünün içerdiği ‘Turkuaz Renkle Bezemek’ başlığı çini ve seramikte, porselende ve camda turkuaz renklere; ‘Turkuaz Rengi Dokumak’ başlığı kumaşta, halıda ve işlemede turkuaz renklere; ‘Turkuaz Rengi Boyamak’ başlığıysa tezhipte, minyatürde, tuvalde ve duvar bezemesinde turkuaz renklere açılmış. ‘Yazılan Turkuaz’ bölümünde sözcük olarak geleneksel deyiş ‘firuze’ye odaklanılmış ve ‘Edebiyatta Turkuaz’ başlığında romanlardan, Divan Edebiyatı’ndan ve çağdaş şiirden renkli örnekler sunulmuş. Bu bölümde ayrıca şarkılardaki turkuaz da işlenmiş. ‘Manzaralarla Turkuaz’ ise coşku veren görselleriyle kitabı zenginleştirmiş. Zaten bu kitapta özellikle altı çizilmesi gereken konu ise görsellerin çarpıcı güzelliği ve çok çeşitli zenginliği… Kitabın oluşum süresi boyunca iki fotoğraf sanatçısı Ali Konyalı ve Tarkan Kutlu, onlarca Anadolu ili gezerek uygun açı ve ışıkta mimaride Turkuaz örneklerinin fotoğraflarını çekmişler. Fotoğrafları şu sırada çekilmesi mümkün olamayan eserlerin fotoğraflarının büyük çoğunluğu da fotoğraf sanatçısı Hadiye Cangökçe’ye ait.
 
 
Gerçek bir arşivlik çalışma olan ve turkuazın kültür-sanat tarihimizdeki izdüşümlerini yalnızca bizlere değil yurtdışına da tanıtması açısından da önemli bir işleve de sahip olan bu güzel kitaba dair tek eleştirim ise maalesef şu an için satılmıyor olması… Buradan Filli Boya yetkililerine yeniden seslenip; bu özel kültürel mirasın geniş kitlelerle de tanışabilmesi ve sahiplenilmesi açısından son derece önemli bir işlevi yerine getiren bu güzel kitabın, satışa da sunulmasını önemle rica edelim.
 
Not: Prof. Dr. Gül İrepoğlu, “Füreya Atölye Buluşmaları” başlığı altında 9 Aralık, Cumartesi Saat: 15.00 – 17.00 arasında, “Füreya ve Renkler” başlıklı bir konuşma sunacak.