"Karakter sosyal bir kavramdır"
19 Mart 2019 - 10:03İkinci romanınız Yıldızfer yakınlarda yayınlandı. Güçlü bir dili ve sıra dışı bir hikayesi var. Yıldızfer’i kurgularken nereden yola çıktınız?
Her zaman gözümüzün önünde olandan yola çıktım. Artık akıllı telefonlarda vaktimizin ne kadarını sosyal medyada geçirdiğimizi gösteren veriler var. Kuşların uçtuğu, bulutların salındığı gökyüzüne mi, yoksa siber göğe mi en fazla bakıyoruz? Korkutucu ama başlarımız artık aşağı eğik. Bu alternatif dünyaya sanal adını versek de basbayağı bir mekan gibi işlev görüyor. Dijital dünyada bir tatmin var ki, telefonlara tabletlere bağımlıyız. Kişilik olarak baştan reddetme sonra düşünme ve değerlendirme eğilimim olduğundan, önceleri sosyal medyanın zararının bayraktarıydım. Bu konu ile ilgili üç senelik bir sosyoloji okuması yaptım. Sonra, bir engelli için eşiksiz bir kapı, yokuşsuz bir yol, merdivensiz bir dünya olması sebebiyle imkansızı imkanlıya çevirebilme özelliği kafamda şimşek gibi çaktı. Engel sadece bedensel bir araz da olmayabilir. Engel, sosyal ve kültürel çevre baskısı ile de belirebiliyor. Yani sadece bedenin değil, başka faktörlerin de ket vurduğu durumlara alternatif olarak sosyal medya kolay aidiyet kazandırması açısından da kucaklayıcı bir ortam sunuyor.
Normal hayatta asla kesişmeyeceğiniz figürlerle bu elektronik agorada karşılaşabilirsiniz. İletişim bir ihtiyaç değil mi? İnsan, içine doğduğu coğrafi ve ailevi ortamı içinde rahat edebileceği bir kimliği ve kişiliği seçiyor. Farklı deneyimler kazanmaya imkan sağlamasıyla sanal dünyadaki tecrübeler, gerçek dünyada bir karşılık yakalar mı, iki dünya birbiri ile uzlaşabilir mi, yoksa çatışır mı, romanda bunu aramak istedim.
Bedensel engelli bir erkeği yazmak sizi zorladı mı?
Zorlamaz olur mu? Önce tahmin yürüterek yazdım, sonra maddi hata yapmamak için kendisi de iyi bir yazar ve engelli hakları aktivisti Süleyman Akbulut ile çalıştım. Omurilik felçlisi ile ilgili tüm bölümleri okuyup hatalarımı düzeltti. Ayrıca birkaç kere buluştuk, sandalyeye nasıl geçileceğinden, arabaya nasıl binileceğine, fiziksel aktivitesini izlememe ve tüm sorularıma cevap almama imkan tanıdı. Ancak üç taslaktan sonra kotarabildiğim sevişme bölümündeki hissizliği yazmakta zorlandım. Romanda mesleği ile ilgili bölümlerde beden ve hareket ilişkisini harmanlamak önemliydi. @tekerlekler’in hareket kısıtını, öfkesini ve çaresizliğini de doğru anlatabilmek için denemeler yaptım. Bacaklarımı bağlayarak defalarca kendimi yere attım, süründüm, sandalyeye tırmanmaya çalıştım.
Sosyal medyanın özgürleştirici yanı, sahteliğini affettirir mi sizce? @tekerlekler sanal alemde mi özgürleşebilir eninde sonunda?
Romanda sosyal medyayı özgürlük açısından ele almadım, kişiliğin tamamlanma imkanı yakalaması açısından inceledim. Karakter sosyal bir kavramdır. Yaşadığınız ortam sizi rahat edebileceğiniz bir elbise giymeye zorlar. Önem kazanmak, kendinizi kabul ettirmek için bir davranış kalıbını tercih edersiniz. Ortam değiştiğinde yaşamda kalabilmek için başka bir kalıba bürünmeniz gerekebilir. Sosyal medya, ortamı seçme imkanı veriyor, böylece deneyiminizin sınırlarını genişletebiliyorsunuz. Zaten özgürlük bir sınırsızlık da değil. Sahtelik konusuna gelince, bedenin hareket edebildiği ortamın sahte olmadığı önkoşuluyla karşı karşıya geliriz ki, toplumsal kodların tümü aslında paradoksal olarak sahtedir, iş ki; bu sahteliğin mutlak gerçek olduğu konusunda topyekun bir anlaşma yoluna gidilmiş olsun. Özgürleşmeyi baskısız ve zorlamayan bir ortam olarak düşünürsek, biliyorsunuz sosyal medyada da kendi kurallarını yaratan topluluklar izin verilen program kodlarına göre varlık sürdürüyor. @tekerlekler için özgürleşme söz konusu değil, romanda çekinceleri ve korkularına tanık oluyoruz zaten.
Bu romanı yazarken siz sosyal medyada bolca vakit geçirdiniz mi?
Elbette. Üç ana grubu izledim. Öncelikle dünyadan ve Türkiye’den yüz kadar bisikletçi gezgin takip ettim. 2010’dan beri dünyayı gezen bisikletçi Gürkan Genç’in web sitesindeki bilgiler çok işime yaradı, ayrıca sorularımı e-posta ile yanıtladı. Sonuçta benim kahramanım da bir yol kat edecekti ve olayların geliştiği süre içinde rota belirlemeliydim. Pek alışılmamış bir rota tercih ettim. Ada devletlerini pedallama böyle ortaya çıktı. Bildiğim bir bölge olması açısından Karayıp adalarını tercih ettim. İkinci grup, siyasi aktivistlerdi ve gerçek dünyada olup bitenleri bu yolla görünür hale getirdim. Üçüncü grup yemek yapanlar ve gurmelerdi. İnternet herkesin kolaylıkla girebileceği açık ve sınırsız bir alan olmasına rağmen inanın bu üç gruptaki insanların özel bir sebep olmazsa birbirleriyle çarpışma ihtimalleri sıfır. Yani özgürleşme sandığımız şey biraz da kendi çizdiğimiz sınırlara gönüllülükle hapsolma sayılır.
Roman çok temel bir soruyu tartışıyor, cinselliğimiz kimliğimizin en kilit parçası mıdır sizce?
Beden potansiyelimizin kaynağı, deneyimlerimizin sınırı. Bedensiz bir dünyanın ilk işaretlerini veren dijital ağda bile zihin beden ilişkisini kesemiyoruz. Tüm duyular gibi cinsellik de bedenin reseptörlerinden biri. Kilit parçası mı? Evet. En kilit parçası mı? Hayır. Bütünlük olmadan bir tarifin içine sokmamız imkansız. En az görmek duymak yürümek kadar önemli. Duyusal değişim olmadan yorumlama ve algılama zor. Önceden programlanmamış bir duyunun işaretleri zihinde doğru karşılık yakalayamıyor. Tamamlanmamış doğan varlık, insan, duyuları ve dil aracılığıyla dış dünyaya bağlanıyor. Bilmek ve anlamaktan ziyade insan hissederek algılıyor. Cinselliği bir kimlik olarak değil, bir ara bağlantı olarak okudum. Beynin, dışarıdaki dünyaya erişimi olmadığından, dışarıdaki bilginin içeriye girişinin tek yolunun duyu organlarımız olduğu üzerine bir çatı kurdum.
Yazarlık kariyerinize öyküler yazarak başlamışsınız. Öykü dilinizi romana taşıdığınız düşünüyor musunuz?
Bu soruya ilk tepki, hayır, cevabı veririm ama birikimin katkısını inkar etmek mümkün değil. Öykü yazma dürtümle, roman yazmam arasında çok temel farklar var. Öykü yazarken duygularım daha ön planda. Roman yazarken bir fikrin şemsiyesi altında, matematik bir çalışma yapıyorum. Romanda bütünlük ve akış da önemli olduğundan kırmızı halatı düzgün örmek gerekiyor. Dili oluştururken uygunluğu arıyorum. Mesela Yıldızfer’de iki pencereden bakan kahraman için tünel bakışı teorisine göre hareket ettim. Romanın dili sadece kahramanın gördüğü, gözlemledikleri ve diyalogları üzerinden kuruldu. Oysa öyküde dilin hareket serbestisi vardır. Anlatıcının gözü hareketlidir, her yere ilişebilir, çevreyi kahramandan bağımsız betimleyebilir, biçimci kurgular, denemeler yapabilir, kartezyen bakışla şaşırtabilir, epik oyunlara başvurabilir. Tek tip dille yazmamayı tercih ederim. Hikayeyi yükseltecek en uygun biçimde yazmanın önemli olduğunu düşündüğümden her metin için dili, derdime ve kurguya yakışacak şekilde çatarım.