Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Edebiyat » 'Bu coğrafya kederli kadın hikayeleriyle dolu'

'Bu coğrafya kederli kadın hikayeleriyle dolu'

'Bu coğrafya kederli kadın hikayeleriyle dolu'02 Haziran 2017 - 05:06
Duygu Asena'nın anısını yaşatmak için 10 yıldan bu yana verilen Duygu Asena Roman Ödülü'nün bu yılki kazananı Şebnem İşigüzel, 1800'lerde geçen 'Gözyaşı Konağı'nda aile ve çevre baskısına rağmen dimdik duran Vuslat'ın hikayesini anlatıyor
GÜLDEN ÖKTEM
 
Bu yıl 10. kez verilen Duygu Asena Roman Ödülü, Şebnem İşigüzel'in 'Gözyaşı Konağı'na verildi. Gayrimeşru hamileliği sebebiyle önce ailesinin, sonra da toplumun dışladığı genç bir kadının hikâyesinin anlatıldığı kitap İstanbul'un adalarından Büyükada’da geçiyor. 1876'da geçen romanın başkarakteri Vuslat, maruz kaldığı her türlü aşağılamalara rağmen, erkek ideolojisiyle bezenmiş dünyaya kafa tutacak kadar güçlü duruyor. İşigüzel ile ödüllü kitabını ve Türkiye'de kadın olma durumunu konuştuk...
 
11. Kitabınız ‘Gözyaşı Konağı’, Duygu Asena Roman Ödülü’ne değer görüldü. Ödülün veriliş gerekçesinde şu sözler var: “Yazarlık kariyeri boyunca kadın meselesine yönelik duruşu ve özgürlükçü tavrıyla dikkat çeken Şebnem İşigüzel, bu romanında da erkeklerin gölgesine direnen bir kadının özgürleşme ve hayatını yeniden inşa etme çabasını anlatıyor. Roman, İşigüzel’in zengin dili ve güçlü anlatımıyla dikkat çekiyor." Bu ödül sizin için ne ifade ediyor?
 
Çok mutlu oldum. 'Kadının Adı Yok’u okuduğumda 14 yaşındaydım. Yazar olacağımı bilmiyordum. Ama bu toplumda kadın olmak üzerine düşünmeye başladığımı hatırlıyordum. Duygu Asena çok hoş, çok zarif birisiydi. Kadın haklarını geniş kitlelere dillendirmek adına  yöneticisi olduğu yayınlarla, kitaplarıyla, gezeteciliğiyle ilham verici, cesaret örneği şeyler yaptı. Bu ödül benim için çok kıymetli. Değer bulanlara teşekkür ederim.
 
İlk kitabınız ‘Hanene Ay Doğacak’ da 1993 yılında Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görülmüştü. Aradan geçen 24 yılda başka ödüller de kazandınız. Ama bunca yılda sizce Türkçe edebiyat nasıl bir yol kat etti?
 
Vallahi bunca kötülüğe, huzursuzluğa rağmen Türkçe edebiyat okuruna hep iyi eserler verdi. İnsana yapılabilecek her türlü zalimliği gördüğümüz topraklar Latife Tekin’i, Lale Müldür’ü, Leyla Erbil’i, Adalet Ağaoğlu’nu, Gülten Akın’ı, Sema Kaygusuz’u, Aslı Erdoğan’ı, Seray Şahiner’i çıkardı. Her şey kötü, edebiyat hep iyi oldu.
 
‘Gözyaşı Konağı’, 1800’lerde geçen ve bir kadın hikâyesi etrafında dönen bir roman. 1800’lü yılları yazmaya nasıl karar verdiniz?
 
Tarih okuması yapmayı seviyorum. Dolayısıyla yazmayı da seviyorum. Toplumsal ve gündelik hayat açısından ilginç zamanlar... Kadının hak mücadelesi, fikir hayatı, Osmanlı dönemi ve şehir de buna dahil. Bir şeylerin değişmeye çalıştığı, direndiği zamanlar.
 
Size başkarakteriniz Vuslat’ın hikâyesini yazdıran şey ne oldu?
 
Vuslat’ın beni ikna etmesi zor olmadı. İlk cümlesiyle geldi. Çok derin bir duygusu vardı. Çok incinmişti, üzgündü. Kahraman kendi duygusunu size hissettirdiğinde yaşamaya başlar zaten. Onu yanında Bedriye’yle vapur terasında, ağlamış, hırpalanmış, ürkek gördüm yani. Az karakterli, görünürde küçük ama geniş ufku olan bir metin yazmak istiyordum. En sevdiğim roman karakterlerimden birisi oldu. 
 
'Rüzgara karşı durmak gibi'
 
Erkeklerin merkezde olduğu dünya düzeninde, kadın bir yazar olarak bir kadının verdiği savaşı romanlaştırmak nasıl bir süreçti?
 
Sanki onu bir tek ben duyabilirdim. Ya da kader birliği yapabileceği bir başka kadın. Rüzgara karşı durmak gibi. Nefes alamazsınız, gözünüzü açamazsınız, ayakta zor durursunuz. Ama içsel bir gücünüz vardır, direnirsiniz. O insafsız rüzgar değil, güçlü olduğu için zalim olan değil, ona direnen kadın olmak isterim. Kahramanın kendisi olmadan yazamazsınız. Bir filmde onu oynamak canladırmak gibi. Çaresiz kaldığı sahnelerinde çok sarsıldım.
 
Başkarakteriniz Vuslat, tüm yaşadığı olumsuzluklara rağmen direnmeye devam ediyor. Kadın gücünün zayıf olduğu yıllarda yaşayan Vuslat’ı bugün anlatacak olsanız yine aynı konumda mı olurdu?
 
Bu  coğrafya kederli kadın hikayeleriyle dolu. Cinsiyeti nedeniyle her şeyin en beterine en kötüsüne maruz kalıyor kadınlar. Sırf kadın olduğu için. Baskı değişmedikçe hikâye aynı kalır, değişmez. Kızını diri diri gömen aileler var. Dün değil bugün. Vuslat kadın dayanışması sayesinde hayatta kalsa bile sonunda toplum, ailenin erkekleri tarafından felaketine uğurlanıyor. Hikâye de kadınların direnişi de hep aynı.
 
Şu sıralar üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı?
 
Var. İki roman birden var hatta. Birisi günümüzde geçiyor. Bir kadın anlatıyor ama ne anlattığını okuyunca görün isterseniz. Diğeri 1912 İstanbul’unda geçen bir roman. Çok ilginç bir hikaye. Sürprizini söylemeyeyim. Birinin sonunda diğerinin başındayım. Yazarlık hayatımın en yaratıcı zamanı. Bir patlama yaşıyorum. Geçen editörüme “Taşa dokunsam hikayesini yazarım,” dedim gülüştük, öyle.