Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Edebiyat » "Biz yapmadık, siz uçmak istemiyorsunuz"

"Biz yapmadık, siz uçmak istemiyorsunuz"

"Biz yapmadık, siz uçmak istemiyorsunuz"13 Şubat 2015 - 07:02 | Fotoğraf: Hüseyin Özdemir
Ece Temelkuran yeni romanı 'Devir'de, Kuğulu Park'taki kuğuları kurtararak dünyayı kurtarabileceklerini düşünen iki çocuğun hikayesini anlatıyor. Romanla ilgili en sevdiği yorum: "Hababam Sınıfı müziği gibi"
ASU MARO
 
Dönüp buradan sekiz yaşınıza bakınca ne hatırlıyorsunuz? Hangi ayrıntıları... O zamanın ruhunu inşa eden detaylar aklınızda mı? Ve etrafınızda olan bitenden algıladıklarınız...
 
Sekiz yaşı 12 Eylül dönemine rastlayan yazar Ece Temelkuran, son romanı 'Devir'de o yaşta iki çocuğun; Ali ile Ayşe'nin gözünden anlatıyor o 'devri'. Ve dünyayı kurtarmanın, yüzü gülmeyen anne babalarını mutlu etmenin yolunu Kuğulu Park'ın kuğularını kurtarmakta bulan iki çocuğun hayallerini 'devrediyor' okura. Unutmayacaklarımızı değil, 'hatırlamayacaklarımızı' anlatıyor... Ece Temelkuran'ın romanla duyduğu en güzel yorum "Hababam Sınıfı müziği gibi" olmuş: "Yavaş çalınca hüzünlü, hızlı çalınca neşeli."
 
Kitaptaki soruyu sana sorayım: Unutmamakla hatırlamak aynı şey değil mi?
 
Değil. Esas hikayenin unutmadıklarımız hatırlamadıklarımız arasında bir yerde olduğunu düşünüyorum. "Unutmayacağız" diye hınçla, öfkeyle direttiğimiz bir sürü şey var ve hakikaten de unutulmuyor bunlar. Bizden sonraki nesil Hrant'ı unutmayacak mesela, hakkında pek bir şey hatırlamamasına rağmen. Biz de Deniz Gezmiş'i unutmuyoruz, hakkında çok az şey hatırlamamıza rağmen. Hatırlamak için uğraşmaya değer bulmadığımız şeyler var ve hayatın, ülkenin ruhunun esas terkibi, bence o küçük ayrıntılarda yatıyor. Bugünün siyasi ortamını, Seda Sayan'ı anlatmadan anlatabilir misin mesela? Ben anlatamam. O yüzden de kitapta Bülent Ersoy var mesela. Zamanın ruhunu kuran şeyleri anlatınca ancak siyasal düzen de anlamlı hale gelebilir. Berkin Elvan'ı unutmayacağız ama onun ailesinin yuhalanmasını sağlayan duyarsızlaşmış toplumu hatırlamayacağız. O zaman nasıl anlayacağız bunu? O zaman unutmamamızın ne anlamı kalacak? Ben 80 ve öncesi hatırlanmadığı için buralara gelindiğini düşünüyorum.
 
Sen 12 Eylül 1980'i nasıl hatırlıyorsun, nasıl bir evdi sizinki?
 
Çok kasvetli bir evdi. Ben o kasvetin bizim aileye dair bir şey olduğunu düşünerek büyüdüm. Ama şimdi bakınca benim yaşımdaki başka insanların da o kasvetten payını aldığını görüyorum. Bunu anlamam için bugünlerin yaşanması gerekiyordu tabii. Ondan sonra anladım ki bizim ailedeki kasvet toplumsal bir meseleymiş. Bizim mesela müzik çalan bir aletimiz yoktu, küçük bir radyo vardı sadece. Televizyonda sadece neredeyse haberler seyredilirdi. Ve sürekli evde "Ne oldu, ne olacak, kim öldü, kimi aldılar" havası.
 
Bir çocuk bu dönemi nasıl algılıyor?
 
Ben kendimle ilgili olduğunu zannediyordum. Ve annemle babamı kurtarmam lazım gibi geliyordu. Şimdi dışarıdan öyle görünmüyor olabilirim ama matrak birisi olmamın, insanları güldürmeye çalışmamın nedeni biraz böyle bir şeydir. "Hiç kimse gülmüyor, o zaman benim onları neşelendirmem lazım" gibi bir sorumluluk duyarım her zaman.
 
Annenle babanın nezarethanede başlayan bir hikayesi vardı, değil mi?
 
Annem içerideyken babam genç avukat olarak kurtarıyor onu ve nezarethanede evlenme teklif ediyor. Ondan sonra da bir şiir gönderiyor içeriye sigara paketinin kağıdında. Öyle devrimci romantik bir hikayeleri var ama onu başka bir kitapta kullanmak üzere saklamak niyetindeyim.
 
Bu romanın epey uzun bir ön çalışması oldu herhalde... 
 
Yazabilmemin bir nedeni, o günleri bir çocuk olarak yaşamış olmak ama esas tabii bilgiye dayalı kitap. Mecliste iki ay geçirdim... Meclis tutanakları, magazin gazeteleri, siyasi gazeteler, dergiler, özellikle Devrimci Yol dergisi.. Çok insanla konuştum. Bir de ben büyürken sanki bana devrediyorlarmış gibi bütün o rakı masalarında, o oturma odalarında, o salonlarda konuşulanlar hep bana anlatıldı. Biraz da onları sırtımdan indirmek istedim. Bu memlekete ilişkin bir tür son sözdür bu benim için. "Herkesi kurtarmam lazım" duygusuyla ilişkimi daha sağlıklı hale getirmek istiyorum artık.
 
Ece Temelkuran ve Asu Maro. Fotoğraf: Hüseyin Özdemir
 
Romanın gizli kahramanları kuğuların da hatırlanmayan bir hikayesi var...
 
Gerçek hikaye, 1984'te oluyor, Seymenler Parkı illegal yöntemlerle, Kenan Evren'in emriyle inşa edildikten sonra Kuğulu Park'tan bir takım kuğular alınıp buraya getiriliyor. Fakat kuğular orada durmayıp geri dönmek isteyince yüksek binalara çarpıp ölüyorlar. Aynı yıl, Ordu'ya ilk kez Sibirya'dan kuğular geliyor. Onları ve Kuğulu Park'ta kalan kuğuları bir daha uçamasınlar, süs hayvanı olarak kalsınlar diye ameliyat ediyorlar. Bunu ben tesadüfen buldum arşiv çalışırken. O tıbbi belgede çok acayip bir cümle vardı: "Bu ameliyattan sonra kuğulardaki uçma isteğinin yok olduğu gözlemlenmiştir" diyor. Tam olarak 12 Eylül'ün bize kabul ettirmek istediği şey... "Öyle şeyler oldu ki, siz artık uçmak istemiyorsunuz. Biz size bir şey yapmadık". Kuğuların hikayesinin bir başka önemli tarafı da şu: 1984'ten 2013'e kadar her yıl kuğular aynı mevsimde Sibirya'dan buraya geldiler. Gelmedikleri yıl, 2013, Gezi yılı. Sanki bana "Artık oraya gitmemize gerek yok, mesaj alındı" demişler gibi geliyor. Bir de Gezi sırasında hakikaten kuğuları kurtarmaya çalışan çocuklar vardı, Ali ile Ayşe o çocukların selefleri.
 
Sen kendi kanatlarını nasıl muhafaza edebiliyorsun?
 
Yok benimkiler 1993 yılında Cumhuriyet'e girer girmez kırıldı bir güzel. Ama bu kitap biraz o kanatların yerine yeni kanat yapmak gibi oldu. Kitabı yazarken konuşma yapmak için Cenevre'ye gittim, Leman gölü kıyısında ilk kez uçan kuğu gördüm. Gözlerim doldu ve "Ben de uçabilecek miyim acaba?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Şimdi ben yeniden uçmayı öğreniyor gibiyim.
 
Nasıl etkileri olsun istersin kitabın okuyanların üzerinde?
 
Can Togay'ın yönettiği bir Macar filmi izlemiştim "Gözden Irak Bir Kış" diye. Bir köye sürekli motorsikletle film geliyor. Bir gün motorsikletçi ölüyor ve çocuklar yolda filmlerini buluyor. O kalan filmlerden parça parça bir film yapıp köydekilere izletiyorlar ve herkes birden ayağa kalkıp köyün bütün sırlarını anlatmaya başlıyor. Biraz içine öyle bir büyü koymuş olmayı umut ediyorum, herkese kendi hikayesini anlattıracak, yeniden anlatmaya güç verecek.