Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Edebiyat » 'Bernie Gunther de İstanbul'a gelirse şaşırmam'

'Bernie Gunther de İstanbul'a gelirse şaşırmam'

'Bernie Gunther de İstanbul'a gelirse şaşırmam'30 Kasım 2016 - 10:11
Polisiye edebiyat tutkunları için ilki geçen sene yapılan Kara Hafta İstanbul Festivali'nin bu yılki konuklarından olan İngiliz polisiye yazarı Philip Kerr, kitaplarını ve romanlarının başkarakteri Bernie Gunther'i anlattı
GÜLDEN ÖKTEM
 
Geçen yıl ilk kez, Agatha Christie'nin 125. doğum yılının bir dizi söyleşi ve etkinlikle kutlandığı Kara Hafta İstanbul Festivali, bu yıl da yolu İstanbul'dan geçmiş Belçikalı yazar Georges Simenon anısına düzenleniyor. Etkinlikleri yarın başlayacak festivalin önemli konuklarından biri de İngiliz polisiyesinin usta isimlerinden Philip Kerr. İsmi, yazdığı Nazi Almanyası romanlarının baş dedektifi Bernie Gunter ile bütünleşen mütevazı yazar, Kara Hafta öncesi sorularımızı yanıtladı...
 
1989’da Bernie Gunter serisinin ilk kitabı 'Mart Menekşeleri’ni yazmaya başladığınızda bu karakterin böylesine ünlü ve popüler olacağını tahmin etmiş miydiniz?
 
Kesinlikle hayır. Benim tek amacım yazdığım şeyi yayımlanmaktı ve bir seri yazmayı düşünmemiştim bile. Ama zamanla bir seri yaratma ihtimali ortaya çıktı. Başka konuda kitaplar kaleme almaya başlayınca Bernie Gunter serisine dönmem 15 seneyi buldu. Yine de bu süre, düşünmek için verdiğim molaların en verimlisiydi. Çünkü dönüşüm daha yüksek bir enerjiyle oldu.
 
 
Bernie Gunter serisi 1930'ların Amerikan cinayet romanlarını anımsatan bir türe sahip. Kimilerine göre bu tür Nazileri anlatabilmek için en uygun seri. Neden polisiyeyi seçtiniz?
 
Benim romanlarım, gerçek Amerikan polisiye yazarları olan Raymond Chandler ve Dashiell Hammett romanları gibi değil. Yazdıklarım polisiye içerikli romanlar sadece. Daha ince ve esprili yazılmış, diyebiliriz. Bu tarzı seçmemin sebebini ise şöyle özetleyebilirim: Mizah ve espri romanın içine girdiğinde okura bir ışık sunuyor bence. Diğer türlü roman çok karanlık oluyor.
 
Naziler gibi tarihte kötü izler bırakmış figürleri yazmak ve onlara bir kitapta hayat vermek ne kadar zor oldu sizin için?
 
Açıkçası bana çok zor gelmiyor, çünkü o konuyu araştırmak için zaman ayırıyorum ve gerekenleri yapıyorum. Bu benim işim. O karakterleri kusursuz yapmaya çalışıyorum. Onları insan yapmaya çalışıyorum. Onlara başta canavarmış gibi yaklaşmıyorum çünkü onları daha sonra canavarlaşan insanlar olarak görüyorum. Zaten bence çoğu çok zeki ve bazen de baştan çıkarıcı.
 
Bernie Gunther serisini okuyan Alman okurlarınız ne düşünüyor?
 
Berlinliler seviyor bence. Ayrıca Alman genç jenerasyonu da muhtemelen seviyordur. Bence, Almanların çoğu geçmiştense geleceğe odaklanmayı tercih ediyor. Sadece geri kalanımız geçmişe ilgi duyuyor... Bu onlar için bir ikilem. Ayrıca bugün bile Berlin’in turizmi çoğunlukla Nazilerle ilgili konulara dayanıyor. Böyle baktığımızda, isteseler bile geçmişten kaçmaları mümkün değil.
 
Bernie Gunter serisinin bir televizyon uyarlaması olması gündemde. Neden film yerine televizyon uyarlamasını tercih ettiniz?
 
Hakkında haberler çıksa da Bernie Gunther’in televizyona uyarlanmasına daha çok var. Şimdilik bu konuyla ilgili fazla konuşmak istemiyorum. Zaman gösterecek. 
 
'Yazacağım şehri mutlaka ziyaret ederim'
 
Tüm romanlarınıza mekan olarak seçtiğiniz yerleri özenle anlatıyorsunuz ve kentin tüm ayrıntısına yer veriyorsunuz. Son olarak 'Ölümcül Prag'da da kenti karış karış anlatıyordunuz. Kitabınıza mekan ettiğiniz yerleri ziyaret edip mi yazıyorsunuz?
 
Evet, üzerinde yazacağım şehri, beklenmedik bir şeyler bulmak için mutlaka ziyaret etmeye çalışıyorum.
 
Kara Hafta İstanbul Festivali için İstanbul'a geleceksiniz. Burası da ziyaret ettiğiniz kentlerden biri olacak. Belki de bir Bernie Gunther serisi de buradan çıkar, ne dersiniz?
 
İstanbul’a daha önce hiç gelmedim ve geleceğim için de çok heyecanlıyım. Ama oraya Bernie Gunther gelirse de hiç şaşırmam.
 
Festival takipçilerine önereceğiniz kitaplar var mı?
 
Kendi kitaplarımdan biri değil ama Friedrich Dürrenmatt’ın işlerini önerirdim. Ayrıca John le Carré’yi de öneririm. Özellikle Carré'nin 'Soğuktan Gelen Casus' romanını.