Yola gönüllü çıkmayanlar kulübü
12 Haziran 2022 - 05:06Müjde Işıl
Boynuz kulağı geçecek mi, ilk filmle söylemek zor ama ortada geleceği parlak bir sinemacı olduğunu görmek mümkün. Cafer Panahi’nin oğlu Panah Panahi’nin yönettiği ilk uzun metraj olan “Hit the Road/Yola Devam”da bunun ipuçları var.
Başından sonuna, bir yol hikâyesi var karşımızda. Anne-baba ile büyük ve küçük erkek kardeşten oluşan dört kişilik bir aile, sonradan kiraladıklarını öğrendiğimiz bir arabayla yoldalar. Küçük kardeş aşırı yaramaz ve çokbilmiş. Abinin yüzünde ise hüzün ve endişe var. Babanın bacağı kırık görünüyor, annenin ise dik durmaya çalışsa da kalbi kırık. Yol aldıkça ailenin hayatının en zor zamanlarından birini yaşadığını anlıyoruz.
Senaryoyu da yazan Panah Panahi, sayfaları çevrilerek okunan kitap misali bir filme imza atmış. Filmin başında bu hikâyenin bir rüya, ölümden sonraki bir yolculuk ya da arafta kalma hâli olduğunu zannedebilirsiniz. Sık sık ölümden bahsedilmesi de önemli. Aslında ailenin yaşadıklarından anlıyoruz ki bu, aslında hepsinin toplamı. Çünkü ayrı düşecek bir aile, söz konusu olan. Ailenin büyük oğlunu yolcu etmek için bir aradalar. Tahranlı bu ailenin, neden büyük oğullarını yurt dışına kaçak geçirmeye çalıştıklarını net olarak açıklamıyor film. Bunun politik bir neden olduğunu tahmin etmek mümkün. Panahi’nin asıl odaklandığı aile bireylerinin bu ayrılıktan nasıl etkilendiğini anlatmak. Hikâyeyi dramatize etmemek için özen gösteriyor. Hikâyenin en hüzünlü iki anında genel plana geçiyor. Mizah özellikle küçük kardeşin zıvanadan çıkmış hâlleri ve babanın ona tepkilerinde besleniyor. Yolda karşılaştıkları bisikletçinin kurnazlığı da… Anne ile büyük oğulun ilişkisi ise hikâyenin duygusal boyutunu üstleniyor. Panahi kamerasını tek bir karaktere odaklamamaya çalışıyor ama Pantea Panahiha’nın başarıyla canlandırdığı anne, hikâyede daha geniş bir yer hak ediyor; keza büyük oğul da... Çünkü merak unsuru daha çok onların üzerine kurulu.
İran’da film çekmesi ve yurt dışına çıkması yasaklanmış bir sinemacının oğlu ve bu olayın tehdit unsuru olarak kullanılmaması için ülkesini terk etmiş bir ablanın kardeşi olarak Panah Panahi, kıvamlı dili ile İran sinemasına tazelik getiriyor ilk filmiyle. Bir de ipucu: Bazı sahnelerde Nuri Bilge Ceylan filmi izliyormuş gibi hissedebilirsiniz.
Asgari, Farhadi’ye karşı
İran sinemasının son dönemdeki en yaratıcı sinemacıları, aslında birbirine tezat anlayışla film çekiyor
Abbas Kiarostami, Muhsin Mahkmalbaf, Mecid Mecidi, Cafer Panahi… İran sinemasını bugüne gelmesinde ve dünya sinemasını da etkilemede usta sınıfındalar. Bazen çocuklar üzerine kurulu, senaryosunda hikâyenin kendisinden ziyade yaşamın ritmini ve algısını önceliklendiren, tabii ki baskılarla, yasaklarla boğuşurken sembollere yükledikleri anlamlarla bunları aşmaya çalışan bir sinema dili oturttular.
Asghar Farhadi ise 10 seneyi aşkındır neredeyse tek başına İran sinemasıyla özdeşleşmiş durumda. Oscar’dan Altın Ayı’ya kadar her statüde kabul ve takdir görüyor. Son filmi “Kahraman” için intihalle suçlansa da (o, bunu reddediyor) yarattığı dilin efsanesi bitecek gibi görünmüyor. Farhadi kendine özgü bir senaryo matematiği kurdu ve bu onun markası oldu. Farhadi’nin güçlü kalemi, karakterleri ve olayları adım adım çözülen bir bulmaca olarak sunuyor. Her açılan kilit yahut açığa çıkan sır, bir diğerinin anahtarı oluyor. Yarattığı karakterlerin sadece İran’da değil, her toplumda bir karşılığının olabilmesi, Farhadi’nin dilini evrenselleştiriyor.
Peki, her şey göründüğü kadar mükemmel mi? Kendisi kabul etmiyor, hayranları da bu yaklaşıma sıcak bakmıyor ama Farhadi filmlerinin kadın karakterleri çoğunlukla sorunlu. Bunu kör parmağım gözüne yapmıyor ama hissettiriyor. Kadın karakterler bariz şekilde kötü olarak yansıtılmasa da olumsuzluklara neden oluyor. “Elly Hakkında”da kadının sakladığı sır, “Bir Ayrılık”ta yine kadının boşanmak istemesi, kötü olayların başlangıç nedeni mesela. Farhadi erkekleri kurban olarak kodluyor ve seyircinin onlar için üzülmesini önemsiyor. Kadınların İran toplumunda yaşadığı kısıtlamalardan ziyade bundan erkeklerin gördüğü zararı anlatmayı tercih ediyor.
Farhadi’nin antitezi bir sinemacı da var: Ali Asgari. Farhadi’den 10 yaş küçük, 1982 doğumlu. Henüz Farhadi kadar zengin filmografisi yok ama “Kaybolma” ve “Yarına Kadar” adlı iki filmiyle bile derdini açıkça ifade ediyor. “Kaybolma” yaşadıkları ilişki sonrası kanaması durmayan genç kız ile onun erkek arkadaşının hastane hastane dolaşmasını takip ediyor. Karşılarına sürekli ahlaki ve bürokratik engeller çıkıyor. “Yarına Kadar”da ise evlilik dışı ilişkiden çocuk sahibi olan ve bunu ailesinden gizleyen genç bir kadının tek bir gününe odaklanıyor. O bir gün boyunca bebeğini emanet edeceği birisini bulmaya çalışıyor genç anne; çocuğuna sahip çıkmayan baba da dâhil. Ali Asgari, iki filminde de İran’da kadının özgür iradesiyle var olmasının zorluklarını ajite etmeden ve gerilimi yükselterek anlatıyor. Kadınlar, masum erkeklerin başını yakan sebepler değil onun sinemasında, tam tersine toplumun ikiyüzlü ahlakçılığının kurbanı. Seyirciye çözülecek bulmaca değil, çözülmesi gereken toplumsal sorunları gösteren Ali Asgari, sanatta kaçak güreşmemenin güçlü bir örneği.