Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Sözcüklerimiz kalsın yeter

Sözcüklerimiz kalsın yeter

Sözcüklerimiz kalsın yeter04 Aralık 2022 - 11:12
George Orwell’in distopik romanı “1984”, Nilüfer Kent Tiyatrosu tarafından sahneleniyor. Sözcüklerin dünyayı nasıl değiştirdiğine şahit olduğumuz oyun farklı tonuyla dikkat çekiyor, ortaya sorgulayacak pek çok replik bırakıyor...
Efnan Atmaca - "Büyük birader sensin”... Tam gözlerimin içine bakıp söylüyor sahnedeki oyuncu bu repliği. George Orwell’in çok sattığı gibi çok okunduğunu farz ettiğimiz, sık sık sosyal medyada repliklerinin paylaşıldığına şahit olduğumuz “1984” romanının uyarlaması Nilüfer Kent Tiyatrosu tarafından Murat Daltaban’ın yönetmenliğinde sahneleniyor. Sahnede tiyatronun genç oyuncuları var. Lafı uzatmayıp onlara bırakmadan önce uyarlamaya dikkat çekmek istiyorum.
 
Multimedya ile tiyatro birlikteliğinin doğru örneğini gösteren bir sahnelemeye giden Daltaban ne oyuncuların ne de seyircinin soluk almasına izin veriyor. İzlendiğimiz duygusunu tedirgin edici bir tonla vermek için multimedya kullanan ve ortaya cevaplardan çok sorular bırakmayı seven Daltaban’ın işini Robert Icke ile Duncan MacMillan’ın romanı oyunlaştırırken kullandığı sorgulayıcı dil de kolaylaştırıyor belli ki. Gelecekten seslenen oyun, insanı içinde hapis kaldığının farkına varmadığı bir sistemin parçası olduğu konusunda uyarırken çözümün de yine kendisinde yattığını söylüyor. Belleğin bir yerlerinde aslında dokunulmamış anıların yaşadığını ve aynı anılara sahip insanların birbirini bulması gerektiğini anlatıyor. Sözcüklerin öneminin altını ısrarla çiziyor oyun. Sözcüklerin sistem tarafından insanların elinden alınması can yakıyor. Sözcükleri insanların elinden sistemin sürmesini sağlamak için çalıyorlar. O sözcükler gidince anlatamıyor insan kendisini, hissettiklerini, gözünün önünden film gibi geçen anılarını... Ama oyun tüm bu olumsuzluklar içinde bile söz konusu insansa hep bir çıkış yolunun bulunabileceğini anlatıyor. Yeter ki umudumuzu, mücadele isteğimizi kaybetmeyelim ve bize dayatılanlara teslim olup kendi kendimizden küçük “büyük birader”ler yaratmayalım.
 
Oyuncuların gözüyle ‘1984’
 
Adem Mülazim: Kolektif bellek tanımıyla tanıştım oyunda. “1984” evreninde yoğun bir hafızasızlık durumu var. Her gün durmadan partinin yeniden inşa ettiği ve hafızasını sildiği bir bellek söz konusu. Bu, günümüzde çok benzer bir şekilde sürüyor. George Orwell bu belleksizliğin karşısına kolektif insanlık belleğini koyuyor. Winston’ın bilinçdışı hatırladığı geçmişinden kesitler, rüyalarında gördüğü her şey ona şimdide sorun olduğunu gösteriyor. Biz de şimdimizde bir anılar yumağıyla, geçmişten gelen bir kolektif bilgiyle yaşıyoruz ve aslında her ne kadar öyle değilmiş gibi görünse de kişisel olarak söylüyorum beni üzen, yaralayan, bu böyle olmamalı dediğim her şey sanki bir başkası için de geçerliymiş gibi hissettiriyor. Belki de oyunun bize söylediği, tutunabileceğimiz en önemli şey bu.
 
Ayşe Gülerman Kum: Winston rolünü oynayan Adem ile karşılıklı sahnemizde umudun ve geleceğin insanlarda, onların çocuklarında, onların torunlarında olduğunu söyleyen bir bölüm var. Dünyanın birçok yerinde bizim gibi düşünen, bizim gibi umut eden insanlar olduğunu anlatan bir bölüm. O sahneyi her oynadığımda gözlerim doluyor ve bu sahne benim için oyunu umutlu bir hâle getiriyor. Bir oyuncu olarak her oyunun sonunda daha umutlu oluyorum.
 
Barış Ayas: Tanımlanan evrenin, bize sunulan distopyanın şu anımızın gerçeklik algısıyla çarpışması ve şu anımıza gerçekliğin aslında nasıl olduğuna dair bir kuşku tohumu bırakması etkiledi beni. Ve aslında düşünce biçimimizin kullandığımız dil üzerinden kurgulanması, bir şekilde yan yana gelen harflerin bir düşünme biçimi oluşturması. Dil artık kendimizi, yaşadığımız çıkmazı anlatmamıza yetmiyorsa burada bizim gerçeğimize dair bir soru sorabiliriz ve kendimize yeni bir dil arayabiliriz. Oyun kendi gerçekliğimizi sorgulayabileceğimiz bir anahtar bırakıyor.
Batuhan Pamukçu: Winston, işkence sahnesinde bir anda illüzyonu kırıp “Orada olduğunuzu biliyorum, bana yardım edin, bir şeyler yapın, harekete geçin” replikleriyle seyirciye harekete geçmelerini söylüyor. Bu sahne çok vurucu.
 
Gökham Kum: Oynadığım Martin rolü “1984”teki işkencecilerden biri. Winston’a romanla ilgili şöyle bir cümle kuruyor: “Bu kitabı bitirince başka biri olacaksın.” Gerçekten de ne zaman okursak okuyalım sistemin içinde Winston gibi kalmaya devam ediyoruz galiba. Şu an en azından bunun farkındayız. Bunu paylaşabiliyoruz. Winston zamanında bunu yapamadı. Bu cümleler ne kadar geçerliliğini korusa da seyirciyle beraber o akşam aslında bütün olanların farkında oluyoruz. Ve hep birlikte geleceğe umutla bakmaya; belki çocuklarımızla, belki arkadaşlarımızla bu sistemi değiştirmekle ilgili algılarımızı açıp bunun üzerine düşünmeye başlıyoruz.
 
Mert Tiryaki: Oyunda beni en çok etkileyen; özgürlük tartışması. Kişinin aklındaki özgürlük kavramının ne olduğu, bir kavram olduğu için, değiştirilebilir özelliğinden kaynaklı tam olarak bir özgürlük kavramından bahsedilip bahsedilemeyeceği tartışması.
 
Oğuzhan Ayaz: Orwell’in anlattığı distopik evren herkesi etkileyecek ve heyecanlandıracak büyüklükte. Ama daha çok proje anlamında etkilendiğimi söylemeliyim. Oyunun uyarlanma, sahnelenme şekli hoşuma gidiyor. Tiyatro sanatının değişen dünyası içindeki multimedya ilişkisinin projenin içine serpilmiş olması ve bir oyuncu olarak içinde var olmak benim için etkileyici bir deneyim oldu. Medya ve tiyatro metninin çağdaş bir yaklaşımla bir araya getirilmesi, canlı bir şekilde hikâyeyle ilişkisi mükemmel hissettiriyor.
 
Pınar Hande Ağaoğlu: Oyunda bildiğimiz hikâyeye Winston’un tuttuğu günlüğün henüz doğmamışlar için yazıldığı ve bu günlüğün o nesle ulaştığı varsayımıyla bir mercek tutuluyor. Bu bilgiyi oyunu izlememiş olanlar için veriyorum çünkü beni en çok heyecanlandıran mesaj canlandırdığım karakterlerden olan gelecek neslin insanlarından birinin ağzından dökülüyor: “Partinin düştüğünü nereden biliyoruz! Dünyayı ortadan yok olduklarına inanacağımız şekilde tasarlamak onların işine gelmez miydi?”
 
Cihat Temel: Eğer bir azınlığın parçasıysak, bu azınlık tek kişiden oluşsa bile, kişiyi deli yapmaz. Otoritenin kurduğu “akıl sağlığının bedeli itaattir” önermesine karşı söylenen bu mesaj, hakikatin peşinde olmak açısından beni etkileyen unsurlardan biri.
 
 
Bir başarı öyküsü
 
İstanbul’a hem çok yakın hem de çok uzak Bursa Nilüfer’deki Nilüfer Kent Tiyatrosu. Onlar Nilüfer Belediyesi’nin ‘sanat’a koşulsuz desteğini yanlarına alıp harikalar yaratıyorlar. Oyuncular belediyenin açtığı sınavla girdikleri Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun onlara hem okul hem de aile olduğunu söylüyorlar. Murat Daltaban’ın Genel Sanat Yönetmenliği’ne gelmesiyle resim tamamlanmış. Aynı dili konuşan, sanat adına doğru yolları bulan bir tiyatro olarak üzerine koyarak devam ediyorlar yolculuklarına. Sahnedeki enerjileri, bir araya geldiklerinde gözlerindeki ışık burada ne kadar huzurlu, keyifli olduklarını gösteriyor. Bu uyum elbette sahneye yansıyor. Amatör ruhla profesyonelliğin bir araya gelmesinin sanat adına ortaya koyduğu başarıyı ispat ediyorlar her oyunlarıyla. Mutlaka yolunuz Nilüfer’e düşsün ve NKT’yi seyredin. Bir de müjdem var: Onlar da sık sık İstanbul’a konuk oluyorlar. Bu tanışmayı ertelemeyin!