Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » "Dansın bir öğretmen olduğuna inanıyorum"

"Dansın bir öğretmen olduğuna inanıyorum"

"Dansın bir öğretmen olduğuna inanıyorum"11 Nisan 2019 - 11:04 | Fotoğraf: Kadir Yılmaz
29 Nisan Dünya Dans günü ve Türkiye'de dansın önemli aktörlerinden birisi olan ve aynı zamanda Tango Garaj okulunun sahibi Aydoğan Arkış ile dans üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

Atilla Volga Şengül 

Dans bir sanat dalı oluşu itibariyle  öznel bir olgu ve dolayısıyla her dansçı için ifade ettiği anlam, dansçının iç dünyasında tetiklediği duygular farklı.  Tango'nun Türkiyedeki en önde gelen geliştirici ve şekillendiricilerinden ve 22 yıllık bir dansçı olarak; sizin için dans nedir, dans ederken hissettikleriniz nelerdir? 22 yıl içinde onu tanımlayışınıza dair neler değişti? 

Dans bence bir ifade biçimi. Dans sırasında kişiliğinizi ve kendinizi dans ediyorsunuz. Ancak bu belli bir dans olgunluğuna gelince oluşuyor. Yani başlangıçta her dansa ait figürleri öğrenme, yapıp-yapamama kaygısı, tamamen eğlenme veya danstan aniden kopmalar yaşanıyor. Artık rahatça dans etmeye başladığımızda tüm bunlar geride kalıyor ve biz kendimizi dansa bırakıyoruz. İşte o an kendimizi dans etmeye başladığımız an. 

 

Ben dansın ayrıca bir öğretmen olduğuna da inanıyorum. Yıllar boyunca dans ederken kendini ifade etmenin ve dönem, dönem kendi karakterini dans ettiğinde nasıl birisi olduğunu da görmeye başlıyor insan. Telaşlı biri mi? Saygılı biri mi? Hatasını Kabul edebiliyor mu? Endişeli biri mi? Takım olabiliyor mu? Empat kurabiliyor mu? Sinirli biri mi? Ve benzerleri. Tüm bunlar bir an durup kendimize baktığımızda dans sırasında karşımıza çıkıyor. Bu çok net ve eğer yüzleşebilirsek öz güvenimizi artıracak düzelmeler yaşayabiliyoruz.

 

Dans ederken ben sadece keyif hissediyorum. Müzikten aldığım hissiyatı icra ediyor ve bunu dans eşime aktarmaya çalışıyorum. Eşimin bunu anlayıp pürüzsüzce dans etmeye başlaması, karşılık vermesi ve birlikte uyum içinde olmamız müthiş bir keyif veriyor.

 

22 Yıl önce dansı bir eğitmen olarak görmüştüm. Bugün de öyle görüyorum. Hiç bir zaman öğreneceğim figürlere hapsetmedim Tangoyu. Tam tersine onunla yolculuğumuzun uzun bir birliktelik olması için çaba gösterdim.

 

 

Aynı zamanda ODTÜ mezunu bir bilgisayar mühendisisiniz. Dansla beraber götürdüğünüz parlak bir kariyeriniz var. Dansın kariyere ve kişiliğe etkileri sizce nelerdir? Dansla beraber kendinize yaptığınız iç yolculukta keşfettikleriniz nelerdir?

Evet burada bir çok kişi benzer düşünce içinde; Nasıl oluyor ikisi birden? Bunun tek cevabı sevgi. Belki de tutku. Ben hem yaptığım işleri hem de Tangoyu çok sevdim. İşyerinde iken akşam Tango yapacağımı düşünerek yorgunluğumun yerine keyif gelecek diyordum. İşe giderken de gene akşam ne kadar güzel vakit geçirdiğimi ve bu akşam gene benzeri olacağını düşünerek giderdim. Kesinlikle kariyerime pozitif etkisi oldu. Hayat dolu olduğunuz zaman iş çok hafif kalıyor. Uykusuz kaldığım için bir şeyleri yapamamak hiç bir zaman kabul etmediğim bir mazeret oldu.

 

Keşiflerim çok fazla. Öncelikle insanları daha hızlı tanıma becerisi edindim. Bir kişi nasıl dans ediyor, nasıl eğitime katılıyor, dans camiasına nasıl saygı gösteriyorsa evinde de işinde de öyle o kişi. Aksamadı bu. Kendime ait öğrendiğim şeylerden biri az toleranslı birisi olmamdı. Şimdi bu çok daha iyi boyutlarda. Öte yandan biraz fazla kontrolcü ve detaycı biriyken artık bunların dengesinde yaşayabiliyorum. Tangoda iyi bir süre geçtikten sonra şu cümleyi özet olarak elde ettiğimi gördüm: ‘Tango bana en az dans etmeyi öğretti’

 

 

Dans  özellikle kadın erkek eşitliğinin sıkça tartışıldığı ve tam olarak bu eşitliğin hala pratikte sağlanamadığı Türkiye gibi ülkelerde çok büyük bir önem teşkil ediyor. Büyük vizyoner ulu önderimiz Atatürk kuşkusuz bu sebeple dans konusuna bilhassa ehemmiyet vererek bu konuya eğildi. Katıldığı bir çok davette horon ve halay ile birlikte Tango da yaptı.  Siz sosyolojik bir tespit yapacak olsanız dansı ve tangoyu Türk toplumsal dinamiklerine göre nasıl yorumlardınız? 

Bence bu anlamda sadece Türk Toplumsal dinamiklerinde değil, dünyada da benzer bir soru sorulabilir. Ancak benim tecrübelerim genellikle yaşadığımız toplum üzerine. Toplumda kadın ve erkeğin roller zaman içinde değişiyor. Örneğin Arjantin veya Türkiye’de 1900 Yıllarında kadının toplumdaki yerini düşünürsek bunun yansımasını dansta da görebiliyoruz. Arjantin’de kadın dansta tam bir meta olarak bulunurken, ülkemizde kadının sosyal anlamda dans değil cemiyette dahi bulunması yadırganıyordu. Ancak bugün kadın tüm haklarıyla toplumda var olabiliyor ve bunu dansta da görebiliyoruz. Günümüzün modern dans pedagojik yaklaşımları artık ‘Dansı erkek yönetir’ söylemini terk ettiler. Kadının dansa aktif & proaktif katılımı üzerine çok kafa yoruluyor artık.

 

Bir başka konu da kadının toplumda söz sahibi olması üzerine kendi kültürümüzde yaşadığımız zorluklarda kendini gösteriyor. Tangoda dansa davet gülümseme, ve göz işareti ile yapılır. Kadının ayağına gidip teklif yapılmaz. Daha da önemlisi bu bakışarak daveti kadın da yapar ve her halde dans davetinin onayını kadın gözleri ve davranışı ile verir. Dansa çıkana kadar davet sürecinde sözle davet yapılmaz. Ancak kültürümüzde bir kadının bir erkeğe bakması bugün bile çok yanlış yorumlanabildiği için kadınlar dans davetini yapmaya çekiniyorlar. Bu zorluk danstan değil, kadının toplumdaki yerine her anlamda erkek ile aynı olduğunu bir türlü kabullenmek istemeyen kültürel zayıflıktan kaynaklanıyor. İşin en ilginç tarafı bu tür davetleri yapma hakları olduğunu anlattığımızda zorlanacağını hatta ayıp olur endişesi ile yapamayacağını ileten her profilden kadın dansçı ile karşılaşabiliyoruz.

 

 

İstanbul'u Tango'nun anavatanı olan Buenos Airesten sonra Tangonun 2. Başkenti olarak görenler var. Sizce Türk halkı tangoyu neden bu kadar sahiplendi?

Bu çok normal. Türk kültüründe dans çeşitli sebeplerle bulunuyor zaten. Burada danstan kastım nahif de olsa vücut devinimleri. Dans etmeyen bir kültür yok. Ancak Türk kültüründe daha çok çeşit var. Örneğin folklorumuz. Tangoya göre çok daha karmaşık ve kıyas kabul edilemeyecek kadar çeşitli. Her ilin ayrı folklorik dansı var. Ayrıca ninnilerimizin, türkülerimizin, Türk sanat müziğinin, klasik Türk Sanat Müziğinin bize kattığı müzikal doluluk da eklenince dansımızın iyi olması yadırganamaz. Türkiye uzun sürelerdir sadece Tango yapmak için haftasonu gelen turistleri konuk ediyor. Yeteneğimiz çok fazla. Özellikle müzik adaptasyonu çok yüksek bir kültürüz. Ancak çalışma disiplinimiz yeterince uzun süreli ve kaliteli olmadığı için bu avantajlarımızı koruyamadığımız dönemlerden geçiyoruz. Disiplinli çalışan diğer ülke dansçıları da artık bizler kadar güzel dans edebiliyor. Ancak ülkemiz dansçıları gerçekten çok tercih edilir.

 

 

En tutkulu dans olarak bilinen Tango içerdiği yoğun estetik sebebiyle bir sürü insanın heves etmesine rağmen ileri atılıp kendisini estetik kaygılarla tangoya yakıştıramayışı ile son buluyor. Haliyle bir sürü insan tangoyu uzaktan sevmekle yetiniyor. Bu hevesli ama çekingen insanlara ne söylemek istersiniz?

Tango böyle bir dans değil. Her duygunun dansı. Ancak herşeyden önce doğal bir dans. Ayaktaki figürler bir aksesuar.  Önemli olan bedenin uyumu ve bunu günlük hayatımızda onlarca kez yapıyoruz ancak farkında değiliz. Ayaklar işe sonradan katılıyor. Tangoda estetik kaygılar başlangıçta hiç bir engel olmamalı kesinlikle. Estetik insanın içinden gelen ve dansına kendince eklediği bir kısım ve zamanla kendiliğinden oluşuyor. Benzer şekilde boy, kilo, yaş da sorun teşkil etmiyor. Öncelikle eşler arasında yolda birbirimize rastlasak ve benim bir yere gitmemi istesen ne yaparsın? Türünde bir anlaşma sağlamak önemli. İşte dans bu iletişimin keşfedilmesi ile başlıyor. O yüzden doğal bir dans olarak görüyoruz. Ancak bugün bu doğallığı keşfettiren ve bireye hareket sebebini, sonucunu aktarmayı başaran yeterince eğitmen bulunmuyor.