Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » ArtBlog » Türkiye Sanat Kurumu Üzerine

Türkiye Sanat Kurumu Üzerine

Türkiye Sanat Kurumu Üzerine20 Temmuz 2013 - 12:07
Gezi Olayları'nın önemli gündem maddelerinden Türkiye Sanat Kurumu yasa tasarısı ve rol modeli İngiltere Sanat Kurumu'na bakmanın tam sırası...Geçtiğimiz yıl Şehir Tiyatroları yönetmeliğinde yapılmak istenilen bir değişiklik sırasında tohumları atılan devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi konusu, Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) ile ilgili yasa tasarısının ortaya çıkmasıyla yeniden gündeme geldi. Tarihimize Gezi Parkı Olayları’nın başlangıcı olarak geçen 31 Mayıs gününün hemen öncesinde tansiyonu yükselten konulardan biriydi. Bu süreçte yaşananların ardından TÜSAK’a, hatta ülkemizin sınırları dışına çıkıp rol modeli olarak alınan İngiltere Sanat Kurumu’na yeniden bakmanın tam sırası belki de.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı, TÜSAK’ın karar organının 11 kişilik bir kurul olacağı belirtilirken, idari ve mali açıdan da “özerk” bir yapıya sahip olacağına işaret ediliyor. Tam da bu noktada, hem ülkemizde hem de Batı ülkelerinde farklı dinamiklere sahip olan devlet-sanat ilişkisini göz önüne alarak, bu “özerkliği” tartışmak önem taşıyor.

Kültür Bakanlığı’nın teklifi üzerine hazırlanan yasa taslağına göre, TÜSAK üyeleri Bakanlar Kurulu kararıyla atanıyor ve kültür sanat projelerine verilecek destekler de TÜSAK’ın kararıyla belirleniyor. Öte yandan, bu taslağın yasalaşması halinde, Devlet Tiyatroları Kanunu ile Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Kanunu’nu kaldırılıp, bu kurumlarda hali hazırda üst düzey bürokrat olarak çalışanların görevlerinden alınması, sanatçıların ise İl Kültür Müdürlükleri’ne aktarılarak, ancak izin almak kaydıyla sanatsal etkinliklerde çalışmasından bahsediliyor. Tüm bu ihtimaller de Cem Erciyes’in dikkati çektiği gibi bu özerk yapının ‘niyeti’ nin sorgulanmasına neden oluyor.
Bu niyeti sorgularken, akıllara gelen ilk soru, sanatın bağımsızlığı üzerine oluyor. Sanat yönetimine sivil toplum kuruluşlarının da dahil edilmesi ve özerk bir yapılanmaya gidilmesi fikrinin pek de yeni olmadığı ülkemizde, sanatın bağımsızlığını ilk defa sorgulamıyoruz aslında. Aralarında, Mimarlar Odası, Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği, Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği, MESAM, Sahne Tasarımcıları Derneği, Karikatürcüler Derneği gibi 76 sanat ve sanatçı kuruluşunun yer aldığı “Özerk Sanat Konseyi Girişim Grubu”, 1995 yılında, dönemin Kültür Bakanı ile bir protokol imzalayarak, ‘Türkiye Sanat Kurumu’nun kurulması için bir adım atıyor. Yaklaşık 18 yıl önce hazırlanan bu yasa tasarısı, sanat alanları ile kamu yönetimi arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinin yanı sıra ifade özgürlüğünün önündeki engellerin ortadan kaldırılması amacına vurgu yapsa da bu hedef gerçekleşemiyor.
Kültür ve sanat alanından 185 kişinin katılımıyla hazırlanan Sivil Toplum Gözüyle Türkiye Kültür Politikası Raporu’nda ise yine merkezi yönetime bağlı sanat kurumlarının özerkleştirilmesi öneriliyor. Bu öneriyle; repertuvar, sanatçı ve projenin gerektirdiği kadro ihtiyaçları konusunda insiyatifin sanat yöneticilerinde olması gerektiği ve sanatçının ifade özgürlüğü önündeki tüm engellerin kaldırılmasının önemi vurgulanıyor.

Devlet-Sanat İlişkisinde Üç Farklı Model

Ülke sınırları dışına çıkıp, Batı ülkelerinde devlet-sanat ilişkisine bakacak olursak üç farklı kültür politikası modeli ile karşılaşıyoruz. Fransa’nın bir örnek olarak gösterilebileceği Kıta Avrupası Modeli, merkeziyetçi ve hiyerarşik yapısıyla, kültür politikasının merkezi yönetim tarafından belirlendiği, sanat kurumlarının ise ‘mükemmel ürünler çıkarmak’la yükümlü olduğu bir örnek sergiliyor. İskandinav ülkelerinde uygulanan, Kuzey Avrupa Ülkeleri Modeli’nde ise devlet başrolde olsa da yerel yönetimler, kültürel aktiviteler açısından bağımsız ve hiyerarşiden uzak olarak konumlanıyorlar.

Üçüncüsü ise, bahsedilen yasa tasarısında rol model olarak adı geçen İngiltere örneğinin bulunduğu Anglo-Sakson Modeli. Devlet kurumlarının, sanatı destekleme rolünün çok daha az olduğu bu model kapsamında ortaya çıkmış olan İngiltere Sanat Konseyi (İSK)’nin, TÜSAK için ne derece örnek teşkil edeceğini sorgularken İSK’nın amaçlarına ve maruz kaldığı eleştirilere bir göz atabiliriz.

İngiltere Sanat Konseyi

İSK, 1946 yılında, “sanata, devlet denetimi olmaksızın, devlet yardımı sağlamak” amacıyla kuruluyor. 2010 yılında ise yeni bir yapılanmaya giden İSK, Ulusal Konsey ve Bölgesel Konseylerden oluşuyor. Alanında uzman, 16 üyeden meydana gelen Ulusal Konsey; İngiltere Kültür, Medya ve Spor Bakanlığı tarafından 4 yıllığına atanıyor. Bu üyeler arasında; Tate Modern Müzesi Yöneticisi Caroline Collier, bir dönem İngiliz Ulusal Operası Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürütmüş olan Sir Peter Bazalgette ve Londra Tasarım Müzesi Müdürlüğü yapmış Alice Rawsthorn gibi isimleri görmek mümkün. 15 üyeden oluşan, 9 farklı Bölgesel Konsey ise kendi bölgeleri için stratejiler belirliyor.

İSK’nın destek verdiği projelere baktığımızda ise, 2010 yılında açılan çağdaş sanat galerisi Nottingham Contemporary, sanat yönetmenliğini Danny Boyle’un yaptığı 2012 Londra Olimpiyatları Açılış Töreni ve yoksul bölgelerdeki çocukların hayat koşullarını iyileştirmek amacıyla müzik eğitimi alıp bir orkestraya dahil olmalarını sağlayan In Harmony projesi’ni görebiliyoruz.

İngiltere’deki kültür sanat hayatına önemli katkıları bulunan İSK kimi eleştirilere de maruz kalıyor elbet. Bu eleştirilerden biri, 1998 yılında operaya ayrılan bütçe 90% iken, jazza %1’den az kaynak ayrılmasına yönelik oluyor; bir diğer eleştiri de 2006 yılında Ulusal Konsey’in yenilenmesiyle çağdaş müzik, mimarlık, yayıncılık, opera gibi alanlarda İSK’nın üstlendiği destekleyici rolün ortadan kalkmasına karşı ortaya çıkıyor. Bu eleştirilerden midir bilinmez, İSK’nın tüm harcamaları, insan kaynakları bilgileri ve Ulusal Konsey’in masrafları, internet sitelerinde ‘şeffaflık’ ilkesi başlığıyla açıklanmaya başlanıyor.

İşte İngitere gibi, tarihi ve siyasi ortamı böyle bir sanat yapılanmasına elverişli bir ülkede bile bu tür fikir ayrılıkları Sanat Konseyi’nin eleştirilmesine neden olmuşken, Türkiye’de durumun ne olacağını öngörmek için pek de çaba sarf etmeye gerek yok aslında. Gezi Parkı eylemleriyle, özgürlüklere dayatılan her türlü baskının ne denli büyük ve beklenmedik toplumsal hareketlerle sonuçlandığını görmüş olduk. Sanat gibi ‘hassas’ bir üretim alanındaki karar verme mekanizmasının, sanatçıların elinden alınıp bürokratlara/siyasetçilere verilmesinin fikri bile korkutucu. Bu yüzden umarım Türkiye Sanat Kurumu yalnızca bir tasarı halinde kalır ve gergin günlerimize bir yenisini daha eklemez.

https://twitter.com/gokcesanul


Kaynaklar:

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cem_erciyes/kurula_dirsek_mesafesi-1134908
http://www.radikal.com.tr/turkiye/sanat_icin_kurul_mu-1133766
http://mimesis-dergi.org/2013/05/dunyada-kultur-politikalari-i/
http://www.artscouncil.org.uk/who-we-are/transparency/